Tarihin Akışı mı Konjonktür Dayatması mı?

Ahmet Taşgetiren, PKK-PYD hareketinin küresel odaklarla kurduğu konjonktürel ilişkiye yönelik son zamanlarda “tarihin akışı” istikametinde okumaların çoğaldığına dikkat çeken bir yazı kaleme almış.

Ahmet Taşgetiren / Star

Tarih felsefecileri arasında determinist tarih okumalarında bulunanlar vardır. Onlara göre tarih belli istikamette akar, belli sonuçlara varır.

Son zamanlarda bölgemizdeki gelişmeleri, özellikle Kürtler açısından böyle bir “tarih akışı” istikametinde okumalar çoğaldı.

Sanırım “çözüm süreci”nin silahların bırakılması safhasına gelindiğinde Kandil ekseninde yapıldı buna yönelik ilk değerlendirmeler. Öcalan 2013 Nevruz deklarasyonunda başka bir tarih okuması yapıyor, “Kürtler için silahlı mücadele döneminin sona erdiği”ni bildiriyordu. Oysa ondan kısa süre sonra mesela Aysel Tuğluk“Bölgede Kürtlerin çağının başladığı”ndan söz edecek, benzeri bir görüşü paylaşan Kandil, Türkiye’deki silahları geri çekmemekten öte, Kobani’den Türkiye’ye yol açmak amacıyla entegre bir silahlı eylemi başlatacaktı. “Tarihin akışı” Öcalan’dan Kandil’e uzanan sarkaçta bile değişmişti. Ardından bu “tarih akışı” aşkının özyönetim ilanı ve hendek-barikat kalkışması halinde evrildiği dönem başladı.

Bu değişimde, PKK eksenli Kürt hareketinin küresel odaklarla kurduğu ilişkinin önemli payının bulunduğu açıktır. Yani “tarihin akışı” bu istikamette ise bunun kendiliğinden olmadığı, küresel odakların bölgeye ilişkin bir operasyonunun bu akışı istikametlendirdiği bellidir.

Soru şu: Bu hadiseyi “tarihin akışı” olarak kaçınılmaz bir veri gibi mi okumak lazım, yoksa bazı odakların güç kullanarak gerçekleştirmek istediği bir operasyon safhası mı?

Ali Bayramoğlu Yeni Şafak’taki yazısında “Ortadoğu’da tarihinin akışı bu istikamette ve bu tür akışların geriye çevrilmesi eşyanın tabiatına aykırı.”

Evet tam bir determinist tarih okuması.

Ali Bayramoğlu“Tarihin akışı” söylemini yazısının iki yerinde daha kullanıyor, ancak bu söylemin kategorik tutarlılığı konusunda kanaati netleşmiş olmamalı ki, bu noktaya gelişte üç faktörün etkisine işaret etmekten kendini alamıyor. Şunu diyor:

“Buna üç faktör yol açtı.. Bunlar (1) bölgesel gelişmeler, (2) siyasi iktidarın çözüm sürecini ağırdan alması, (3) Kürt hareketinin yeni stratejisidir. Her bir faktör doğal olarak diğerini etkilemiştir.”

Belli ki Bayramoğlu’nun zikrettiği her üç faktör de değişkendir. Bu faktörlere ilişkin yorumların da tartışılabilir olduğunu, mesela Bayramoğlu’nun “siyasi iktidarın çözüm sürecini ağırdan alması” dediği şeyin bile biraz Kandil eksenli bir yaklaşım olduğunu ifade etmek gerekiyor. Ondan öte, sadece bu faktörlerin değişkenliğine bakmak bile ortada bir “Tarih akışı” olmadığını, “konjonktürel bir durum” bulunduğunu göstermeye yeter. Zaten birçok stratejist de Kandil’in çözüm sürecini ıskalamasının ardında, kendilerine Suriye konjonktürü çerçevesinde yeni alanlar açıldığı kanaatinin bulunduğunu belirtiyor.

Şu söylenebilir: Bölgeyi tenzim etmeye yönelen küresel güç odakları tarihin bu kesitinde, Suriye’de PKK eksenli yapılara oynamayı tercih etti. Türkiye’yi sıkıştırmak istedi. vs.

Bunun yanında söz konusu aktörlerin dün Kuzey Irak’ta Barzani’ye oynarken, Suriye’de onların Kürtlüğüne de bakmayıp, PKK-PYD’yi tercih ettiği de görülebilir. Bu noktada diyelim, ABD’nin Kuzey Irak’taki Kürt yönetimini terbiye etmek gibi bir politika güttüğünden de söz edilebilir.

“Tarihin akışı” okumaları, küresel güç operasyonlarını determinist sonuçlar doğuracak gerçekler gibi görmeye yöneltir ve “bu tarih akışına göre vaziyet alınırsa tehditler bertaraf edilebilir” gibi bir çıkarıma da yol açabilir. Oysa böylesi bir tercih, sizi de operasyonun edilgen alanı haline dönüştürebilir. Bu noktada düşülen en önemli hatalardan birisi Kuzey Irak Kürt yapılanması ile PKK-PYD unsurunun Türkiye’ye yönelik projeleri arasındaki farkı görmemekse, ikincisi de çokça yapıldığı gibi PKK-PYD’ye tüm Kürtlerin temsili payesini ikram etmektir.

Bu yazıyı şöyle bitireyim: Lozan’da İtilaf devletleri Türkiye bünyesinde Kürtleri de azınlık statüsüne sokmak için çok çaba sarf ettiler. Türkiye “Türkiye’de Müslüman azınlık yoktur” tezinde direndi. İtilaf devletlerinin dayatması sonuç vermedi. Bugün benzeri güç odakları yeni bir dayatmada bulunuyorlar. Bu dayatmayı “Tarihin akışı” diye yutmak zorunda değiliz.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!