"Tarihi Rayına Oturtmak"

Yasin Aktay, Yeni Şafak'ta kaleme aldığı yazıda Tunus'la başlayan Ortadoğu intifadalarını Mısır özelinde değerlendiriyor ve Batı'nın bunlara nasıl mukabele ettiğiyle alâkalı tarihî bilgiler aktarıyor.

Yasin Aktay - 14 Ağustos Vesilesiyle: Tarihi Rayına Oturtmak / Yeni Şafak

14 Ağustos AK Parti'nin kuruluş yıldönümü. Dün Genel Merkez'de şehit cenazeleri dolayısıyla kutlama yerine anmayla sınırlı bir tür yıldönümü etkinliği yapıldı. Tevafuka bakın ki, AK Parti'nin bölge siyasetine en önemli etkisi olarak gerçekleşen Arap Baharı'nın Mısır'da kanlı bir baskınla boğulmaya çalışıldığı tarih de bu yıldönümünün 12.'sine rastlıyordu.

Rabia Meydanı'nda darbe karşıtı gösteri yapan binlerce sivil insanın Sisi yönetimi tarafından katledilmesinin üzerinden 2 yıl geçti. Modern Mısır tarihinin bu en büyük kitlesel kıyımı hiç kuşku yok ki Mısır'ın geleceğini de derinden etkileyecek. İlerleyen dönemde Mısır tarihini yazacak olan kimseler Rabia Meydanı katliamını tarihsel bir dönüm noktası olarak ele alacaklar.

Böyle bir katliama uluslararası toplumun duyarsızlığı ise insanlığın en büyük utançlarından birisi olarak hatırlanacak. Darbeden sonra Sisi rejiminin devam eden hukuksuzlukları, katliamları, başta İslâmî kesimler olmak üzere tüm muhalif gruplar üzerinde giderek artan baskısına rağmen Batı dünyasının yaşananlara duyarsızlığı, Batı-dışı dünyalarda yetişen gelecek nesillerin düşüncesini ve vicdanını şekillendirecek.

Darbe çığırtkanlığı yapan kesimler ülkede petrol kıtlığı yaşanacağı, elektrik kesintileri olmaya başlayacağı argümanları ile halkı Mursi yönetimine karşı tahrik etti. Bugün Sisi rejimi altında yaşanan enerji darboğazına, elektrik kesintilerine, petrol kuyruklarına tepki göstermeyen bu darbe çığırtkanları aslında Mursi'nin bir darbe ile görevden alıkonulmasına giden süreçte “meselenin bir ağaç olmadığı”nı ortaya koymuş oluyor.

2010 yılı sonu Tunus'ta başlayıp bölge ülkelerine yayılan kitlesel gösteriler neticesinde ortaya çıkan iktidar değişikliklerinin aradan 5 yıl geçtikten sonra çeşitli dış müdahaleler neticesinde iç savaşlarla ya da diktatoryal rejimlerle yer değiştirmesi, tarihsel bir kırılma; bir başka deyişle tarihin rayından sapması. Bu rayın hangi tarihsel aralıkta yeniden demokratikleşme güzergâhına bağlanacağı şimdilik belirsiz.

Bölgenin demokratikleşmesinden geri dönüşte Arap Birliği'nin merkezi de olan Kahire'de yaşanan Sisi darbesinin etkisi oldukça büyük. Mevcut rejimlere karşı memnuniyetsizliklerini demokratik gösteriler, demokratik siyasal programlar yoluyla ortaya koymaya çalışan muhalif grupların acımasızca ve kanlı biçimde bastırılması bölgedeki marjinal fikir hareketlerinin aradığı sosyolojik atmosferin oluşmasına zemin hazırlıyor. Ve görünen o ki Batı dünyası bu durumdan hiç de rahatsız olmuyor.

Sisi, emperyalist Batılılara verdiği güvenlik ve istikrar sözünü de tutamayacak gibi görünüyor. Ülkedeki huzursuzluk günden güne artıyor. Diğer taraftan bu huzursuzluğa paralel olarak Sisi rejimi de sertlik dozunu arttırıyor.

Mısır Ekonomik ve Sosyal Haklar Merkezi'nin açıkladığı rapora göre Sisi darbesinin gerçekleştiği tarihten Mayıs 2015'e kadar 36,500 kişi yakalanmış ve tutuklanmış bulunuyor. Sadece 2015 yılı Nisan ayı içerisinde 163 Mısırlı bir biçimde yok oldu. Batılı ülkelerin buna tepkisi ise binlerce insanın katili, eli kanlı bir diktatörü ekonomik çıkarları uğruna görmezden gelmek, büyük bir misafirperverlikle ağırlamak oldu.

İbretlik örneklerden birisi Almanya. Türkiye'deki demokratik rejimi, 1876'dan beri aralıklarla da olsa sürmekte olan demokrasi tecrübesini görmezden gelerek “diktatoryal” olarak nitelemekten çekinmeyen Alman basını ve siyasetçilerinin Siemens firmasının Mısır'a yapacağı 9 Milyar Dolarlık yatırım dolayısıyla Sisi'yi meşru bir devlet başkanı olarak karşılayıp darbeden bahis açmamaları Batı dünyasındaki kolonyal damarın hâlâ oldukça belirgin ve etkili olduğunu gösteriyor.

Sisi rejimi, meseleleri ekonomik çıkar ve İsrail'in kayıtsız şartsız korunması perspektifinden değerlendirme illetinden bir türlü kurtulamayan Batı dünyasını Mısır'da demokratik ya da liberal bir rejim oluşturacağı retoriğiyle değil güvenlik ve istikrar argümanlarıyla ikna etmişti. Batılı ülkeler de İhvan'ın demokratik, şiddeti reddeden üslûbundan oldukça rahatsız oldukları için bu argümanlara inanmaya teşne idi. Çünkü Arap dünyasında yükselen “kendi geleceğine karar verme” talebi, Arap dünyasında şekillenen neo-kolonyalizmin tasfiyesi ile neticelenebilirdi.

Demokratik rejimler yerine diktatörlerin desteklenmesi, Suriye'daki iç savaşta sivil halka karşı kimyasal ve biyolojik silah kullanmaktan çekinmeyen rejime ses çıkarılmaması gibi durumlar demokratik muhalefet yollarını tıkadığı için kitlelerin marjinalize olmasının önünü açmış oldu. Bu marjinal grupların en öne çıkanı terör örgütü DAEŞ.

Gelinen noktada DAEŞ terör örgütü ile mücadele sadece uçaklarla bir takım lokasyonları vurmak, bu arada Atme'de olduğu gibi sivilleri de “yanlışlıkla” katletmek olarak algılanırsa sorun çözüme kavuşturulamaz. DAEŞ terör örgütünün arkasında bir sosyoloji varsa bunun en önemli unsurlarından birinin de bölgede demokratik rejimlerin gelişmesinin desteklenmemesi olduğu söylenmeli.

Eğer bugün DAEŞ'le mücadele eden Koalisyon Güçleri Mısır tarihinin seçimle işbaşına gelen ilk devlet başkanına karşı yapılan darbenin karşısında durabilecek cesareti gösterebilselerdi bugün bölgede her şey çok daha farklı olabilirdi. Bu gerçeği biraz farklı ve oldukça pragmatik argümanlarla Foreign Policy'de yayınlanan makalesinde Shadi Hamid “Mısır darbesinin DAEŞ'e bir hediye halini aldığı”nı söyleyerek dile getirdi. Bu çerçeveden bakınca görülüyor ki, DAEŞ terör örgütü doğrudan Batılılar tarafından imal edildi, şimdi de kendisiyle savaşana meşruiyet sağlayıcı bir enstrüman olarak işlem görüyor.

Batı dünyasının ilkesel ve ahlâkî boyutunu temsil eden tek ülke Türkiye. Bu durumun oluşmasında Türkiye'nin emperyalist/kolonyal bir geçmişinin olmamasının rolü var. Türkiye bölgedeki gelişmeleri demokrasinin gereklilikleri bağlamında yaklaşmayı tercih ediyor. Dolayısıyla güvenlik ve istikrarın ancak meşru demokratik rejimlerin oluşması sonrasında kalıcı hâle gelebileceğini savunuyor. Libya, Yemen, Mısır, Suriye gibi örneklere bakılınca demokratikleşmenin inşa edilmesi imkânsız gibi gözüküyor. Belki de herkesin bu “imkânsız”a yani demokratikleşmeye fırsat vermesi gerekiyor. Bunun için de yapılması gereken uygun bir sosyoloji yaratmak. Ortadoğu halklarında bu sosyolojiyi yaratmanın yolu Mısır'daki darbe yönetiminin ve Esed rejiminin devrilmesinden geçiyor. Batılılar DAEŞ'le gerçekten mücadele etmek istiyorlarsa işe buradan başlamalılar. Belki böylece tarih normal seyrine geri dönebilir.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!