Tarihî faktör

Ali Bulaç

Mezhep çatışmalarında rol oynayan faktörlerden biri "aktüel siyasî rekabet ve mücadeleler" ise, diğeri yine temelinde siyaset ve iktidar mücadeleleri olan "tarihî faktör"dür.

Garip gelse de, iki mezhep müntesibi arasında var olan rekabet ve mücadelenin gerisinde ne Arap ve Farsların, ne doğrudan tarihî mezheplerin ortaya çıkışında rol oynayan klasik dönem siyaset ve bu siyaseti meşrulaştırma çerçeveleri olarak teşekkül etmiş bulunan kelamî, fıkhî ve usulî ihtilafların rolü söz konusudur. Asıl ihtilaf doğrudan iki Türk hanedanı arasında hiç bitmeyen siyasî mücadeleler, taht ve iktidar kavgalarıdır.

Tabii ki ilk dönemlerinden beri Harici, Şii, Mürcie, Mu'tezile ve Abbasilerin orta zamanlarında çatı rolü oynayan Ehl-i Sünnet fırka ve mezhepleri olmuştur; ama söz konusu fırka ve mezhepler arasındaki ihtilaf uzun yüzyıllar ağırlıklı olarak Araplar arasında sürmüştür. Şiiliğin tarihî merkezi Irak'ta bile, Şia'ya mensup insanlar göçebe kabileler şeklinde uzun süre yaşadıktan sonra ancak 20. yüzyıl başlarından itibaren yerleşik şehir hayatına geçmişlerdir. İran ise 16. yüzyılın başlarına kadar Sünni'dir. Fetihten sonra İran'a hâkim olan Emeviler, Abbasiler, Gazneliler ve Büyük Selçuklular Sünni idi. Osmanlı Sultanı Yavuz'la savaşa tutuşan Şah İsmail bir Türkmen'dir, Sünni ve Hanefi'dir, üstelik bir tarikatın şeyhidir; Hataî mahlasıyla Türkçe şiirler yazmıştır. Safevilerin Şiileşmesi siyasî mücadeleye paralel sürmüştür. İki Türk hükümdarının hedefi cihan hâkimiyetidir, birbirlerine ilettikleri mesaj şudur: Bu dünya iki hükümdara az gelir. Yani biri diğerini sahneden silecektir. Birinin Sünni diğerinin Şii olması, tıpkı geçmişte olduğu gibi meşruiyet zemini bulma çabasından ibarettir. Rahmetli Ali Şeriati'nin dediği gibi "Safevi Şiası" ile "Ali'nin Şiası" birbirinden farklıdır.

Şiiliğe ve bundan daha öte Gulat fırkalarına karşı Sünni akide oluşturup İslam âleminin liderliğini ele geçirme fikri Selçuklularda başlar. Bu Nizamiye Medresesi'nin kuruluş amaçlarından biridir. Fatimilerin kurduğu (972) Ezher'e muadil, Nizamiye hem Şia'ya ve Gulat fırkalarına, hem Yunan felsefesine karşı Sünni akideyi öğretecek ve yaygınlaştıracaktır.

Safevi Türk hanedanın yine Türk hanedanı olan Osmanlı'ya karşı İran'ı Şiileştirmesi 16. yüzyıl boyunca sürer, Safeviler Arap yarımadası, Irak ve Bilad-ı Şam bölgelerinden en seçme Şii ulemayı çok cazip şartlarda İran'a celbeder, yüz sene içinde İran'ı Şiileştirmeyi başarırlar. Böylelikle "Sünni Osmanlı"ya karşı "Şii Safevi" bloku oluşur; her iki mezhep İslam içi olduğundan biri diğerine sen "İslam'ın dışındasın" diyemeyecektir.

1514 Çaldıran'dan sonra savaşlar sürse de, 1639'da Kasr-ı Şirin Antlaşması'yla istikrarlı bir sınır çizilir. Bundan sonra Şiilik İran'da pekişmekte, Osmanlı da tarihî Türk hanedanı rakibi Safevilere karşı selefileri Selçuklular gibi Sünniliğe vurgu yapmaktadır. Bu "soğuk mezhep savaşı" 18. yüzyıla kadar sürer. İran Afganistan'la savaşta iken Osmanlılar İran'a savaş açar, Kirmanşah, Hoy ve Kafkasya'yı topraklarına kadar. Safevilerin yerini alan yeni Türk hanedanı olan Kaçarlar yönetimindeki İran karşı saldırıya geçer, bir ara orduları Erzurum ve Diyarbakır'a kadar gelir, sonunda 1746'da İkinci Kasr-ı Şirin anlaşması imzalanır. Bu arada Afşar Türk beyi iken, İran şahı tahtına oturan basiret sahibi Nadir Şah, Osmanlı sultanına ve ulemasına Caferiliği Sünnilik çatısı altında "5. mezhep" olarak kabul etmeleri karşılığında Osmanlı hâkimiyetine bağlanmayı teklif eder, Osmanlı yöneticileri tarihî büyük fırsatı heba ederek bu teklifi reddeder.

Farsların İran'a hâkim olması ve Şiiliği savunması 1924'ten sonra, Pehlevi hanedanıyla başlar. Bugünse Şiilik ve Sünnilik hem Araplar arası, hem Türkler arası (Sünni Türkiye-Şii Azerbaycan ve Irak Türkmenleri), Farslar ve Türkler, hem Farslar ve Araplar arası siyasî çekişme ve mücadelelerin merkezine gelip oturmuştur. Buna Sünniliğin ve Şiiliğin dışındaki Aleviliği de eklemek gerekir. Felaket, tarihte olduğu gibi mezhepleri çatışma sebebi yapmaktır.

Sorumuz şudur: Bugün biz de "akılsız ve muhteris atalarımız" gibi tarihi tekerrür mü ettireceğiz yoksa yeni bir birlik ruhuyla tarihin onurlu özneleri mi olacağız? Tercih bizim!

ZAMAN GAZETESİ