Tarih, Kapıkulları’nın Tekelinde mi Kalsın?

KENAN ALPAY

Bütün kamuoyunun MHP’li kadroların kasetlerine odaklandığı bir atmosferde tarih konusunda yazmak “tarihdışı” kalmak gibi bir risk taşıyor elbette. Konunun önemi ve yolaçacağı sonuçların kritik değeri elbette tartışma dışıdır. Kasetler meselesi sadece seçimler yoluyla siyasetin dizaynıyla sınırlı kalmayacaktır. Toplumsal ahlak algısının ve pratiğinin de gireceği istikametin işaretlerini alacağız böylece.

“Hovarda Bozkurtlar” utanma, arlanma duygularını hepten ve çoktan terketmişler ki kirli ilişkilerini teşhir edenlere karşı savaşlarının yeni başladığını ilan ediyorlar. Hatta kasetler vesilesiyle oluşan havadan dolayı kamuoyundan kurnazca değil vahşice hesap sormaya yelteniyorlar. Suçlular, günahkarlar mahçup olmak bir tarafa neredeyse kendileri dışındaki herkesi suçluluk, günahkarlık duygusuna mahkum etmeye girişiyorlar.

Ne kadar yol alabileceklerini, ayak oyunları ve manipülasyon imkanlarıyla toplum nezdinde kirli ilişkilerini ne kadar makul ve makbul kılabileceklerini pek yakında göreceğiz. Özel hayat diyerek dokunulmaz kılmak istedikleri çirkinliklerin muhasebesi ahiretten önce burada yapılacak. Buradaki rezillik anlaşılan o ki katlanarak büyüyecek. Onaylayan ve meşrulaştıranları da çürütüp kokuşturacaktır.

Genelkurmay Başkanı Koşaner’in 19 Mayıs vesilesiyle gündeme gelen “resmi tarih-alternatif tarih” tartışmalarında eksik kalan hususlara dair bir kaç söz daha söylemeye çalışalım.

Org. Koşaner, konjonktürel olarak zayıflamış olsa da askeri vesayet geleneğinin bir sözcüsü olarak konuşuyor. Bu vesayet geleneği siyasete, topluma, dine, eğitime istikamet belirlemek için hiç bir fırsatı kaçırmaz.

Temsil ettiği statüko adına Genelkurmay Başkanı, tarihin bilgi ve belgeler üzerinden tartışılmasından son derece rahatsız hatta tedirgin. Tarihi gerçekler diye eğitim kurumları aracılığıyla ezberletilip benimsetilenlerle inşa edilen ulus kimlik ve ulus devlettir. Bu tarihi gerçeklerin çöküşü ya da itibar kaybı demek ulus kimlik ve devletin de zaafa uğraması demektir.

İktidar sınıfları namına Genelkurmay Başkanı, tarihi tartışılmaz ve dokunulmaz kılarak temelde bugünü ve yarını kendileri açısından teminat altına almanın mücadelesini veriyor. Bu sebeple  “ulus devlete giden yolun ilk kilometre taşlarının” tartışılması ile başlayan süreç İstiklal Mahkemeleri’nden başlayıp darbe ve muhtıra süreçlerine, İslami kimlik ve Kürt kimliğinin ezilip homojen Kemalist bir toplum yaratma zorbalıklarına kadar her alanda kapsamlı bir tsunami meydana getirebilir.

“Tarih nedir, tarihçi kimdir, tarih nasıl yazılır?” sorularına cevap verme hakkını Genelkurmay Karargahı’nda tutan bir mantığın faşizm olmadığını kim iddia edebilir? Tarih bilimini ve yazımını Türk ulus kimliğinin emrine koşan bu perspektif bugün yaşanan sorunların ana sebeplerinden biridir. Tarih’i Mustafa Kemal merkezli okuma saplantısı, tarihsel gelişmeleri her şartta Türklük siyaseti mihverinde okutma tercihi doğrudan doğruya Kemalist toplum ve devlet inşasına yöneliktir.

Genelkurmay’ın en keskin ve güçlü savunucusu olduğu bu tarih siyasetine göre Mustafa Kemal ölmemiş, Nutuk bitmemiştir. “Ölümsüz Lider, Bitimsiz Nutuk” tarihsel gerçekler önünde derin çelişkilerle, onarılamaz kusurlarla malül değilmişçesine süngü zoruyla ayakta tutulmak isteniyor. Tarihe ilişkin tartışmalara apoletli zevatın muhtıra vermeye kalkışmasının sebebi de budur: Tarihi gerçekleri silah zoruyla tarih ve toplum dışında tutmak.

Tarih, Mustafa Kemal ve kadrosu tarafından öncelikle İslam dışı ve karşıtı bir geçmişin kurgulanması için bir taraftan kafatası ölçümlerine kadar giden Türkçülük ütopyasına, diğer taraftan da Batı/modern medeniyetin Orta Asya’dan beri peşinde koşan bir toplumun hikayesi olarak fonksiyon yüklendi. Tarih, İTC ve Kemalist kadrolar tarafından istenilen kapıları açmak üzere her dönem siyasi hesaplarda kullanılan bir “maymuncuk”tu.

Türk ulus devleti de, Türk ulus kimliği de ‘Tek Adam’ Mustafa Kemal’in kurgulanan efsanevi mücadelesi üzerine kuruldu. Bu sebeple ‘Tek Adam’dan başka ‘adam(lar)’ hiç bir surette muteber değildir! Bu efsanevi kurgunun yani resmi tarihin müdafaası ile rejimin müdafaası birdir, ayrıştırılamaz.  Resmi ideoloji koruyup kollamakla resmi tarihi koruyup kollamak için askere düşen görevle tarihçiye düşen görev özde aynıdır.

Tarih, resmi ideolojinin oyuncağı, kapıkulu tarihçinin geçim kaynağı olarak bırakılamayacak kadar hayatidir. Bu ölümcül tekelin kırılmasını kapıkulu tarihçiler de Genelkurmay Başkanı da engelleyemeyecektir. Çünkü hayat devam ediyor.