Tarihsizlik bir toplum için hafızasızlıktır. Tarih bilincinin olmaması Sezai Karakoç'un nefis ifadesiyle "hatırasız ve hafızasız bir iç deniz gibi" olmaktır. Buna rağmen nasıl olur da "tarih insanı aptallaştırır?" Aslında bu söz önemli bir tarihçiye ait ve aktaran da başka bir tarihçi... Osmanlı iktisat tarihi konusunda dünya çapında bir otorite olan Mehmet Genç hoca bu tespiti bir uyarı mahiyetinde ünlü Osmanlı tarihçilerimizden Cemal Kafadar'a söylemiş. Ampirik malzemede boğulan tarihçi tipi için bir uyarı olmakla beraber; tarihin adeta her konuya boca edildiği, kaba bir hamasetin tarih adına orta yere döküldüğü yaşadığımız zaman dilimini de tasvir ediyor.
Popüler tarihten ayrı olarak tarih perspektifinden, özellikle Osmanlı tarihi konusunda olur olmaz herkesin konuştuğu, yalan yanlış bilgilerle her konunun tarihe bağlanarak adeta tarih dersi verildiği bir ortam herkesten önce tarihçileri endişelendiriyor. Özellikle Osmanlı tarihçiliği konusunda önemli çalışmalarıyla uluslararası üne sahip Cemal Kafadar'la, TALİD (Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi) önemli bir konuşma yapmış. Pek çok konuda önemsediğim tespitlerinin yanı sıra derginin son sayısından özellikle bahsetmek gerekiyor. Son sayısını "Dünyada Türk tarihçiliği"ne ayıran dergi, 850 sayfalık hacmine rağmen heyecanla baştan sona okunacak bir eser özelliğinde... Sadece Türk tarihçiliğinin ele alındığı başlıklar bile bir arada herhalde ilk kez gerçekleşiyor: Almanya; ABD, Azerbaycan, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Çin, Fransa, İran, ispanya, Japonya, Rusya, Polonya, Cezayir, Sırbistan, Yunanistan...
Amerika'daki bir üniversitede ders veren tarihçi Cemal Kafadar'ın yapılan uzun söyleşide bizimle paylaştığı önemli tespitleri; akademik bir ilginin ötesinde tarihe, yani geleceğimizi doğru okuyabilmemize imkan veren bir disipline, nasıl yaklaşmamız gerektiği konusunda uyarıcı nitelikte. Bazı değerler, kavramalar popülerleştikçe içeriğinin boşalması tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Olur olmaz her ortamda medeniyet bilincinden bahsedilmesi gibi tarihi referans alma adına tarihin metalaşması tehlikesine dikkat çekiyor, Kafadar. Tarihin reddine dayalı, Batı ve özellikle Avrupa merkezli Osmanlı tarih okumasına karşın hatasız ve kusursuz bir Osmanlı geçmişi icat etmek de bir o kadar tehlikeli aslında... Büyük ölçüde geçerli olsa da kırılmaya başlanan Osmanlı'nın çöküş (decline) hikayesinde, aslında tarihi anlamakla yargılamak arasındaki ince çizginin aşıldığını belirtiyor... Özellikle Amerika'da Osmanlı tarih yazımının artık, "Osmanlı tarihi olmadan dünya tarihi yazılamaz" noktasına geldiğini vurguluyor. Halbuki "Bu durumun 1970'li yıllarda konuşulması bile" söz konusu değildir. "Rönesans ve reform Avrupa'sında tek ve tekil bir moderniteye doğru kırılma yaşanan ve onun dışında tüm tarih tecrübelerini, güzergahını, mecrasını bulamamış, tıkanmış, yanlış yollar olarak gören bir paradigma var." Tüm alternatif akademik ve entelektüel çalışmalara rağmen (History Channel, Discovery Channel gibi uluslararası) medya ve bize sıçrayan sözüm ona tarihi film ve dizi saçmalıkları toplumun genelini etkiliyor.
Osmanlı tarihini artık eskisi gibi Avrupa merkezli bir bakışla yazmanın gittikçe zorlaştığı tespitini yaparken ilginç bir noktaya da dikkat çekiyor. Bugün Japonya'dan Kore'ye, Sırbistan'dan Amerika'ya, Endonezya'ya kadar çok farklı uluslardan insanlar Osmanlı tarihi çalışıyor. Hem bir imparatorluğun bakiyesi unsurlar olarak hem de dünyadaki akademik ilgi açısından bu çalışmaların Osmanlı tarihine yaklaşımda zenginlik getireceğini savunuyor Kafadar. Bu imkan her tarih yazımı alanı için geçerli değil; söz gelimi Yahudilik çalışanların yüzde doksanının, Amerikan tarihi dersi verenlerin tamamının Amerikalı olmasıyla kıyaslandığında Osmanlı tarihçiliği çok daha geniş perspektife sahip.
Cemal Kafadar'ın bir tarihçi olarak projesi ise, İstanbul merkezli bir dünya tarihi okuması yapmak. İstanbul-Tebriz eksenli gündelik hayat nasıldı; kültür akışı, ticaret yolları nasıl şekilleniyordu? Bir bakıma özellikle Osmanlı tarihçiliği yapmak isteyenler için "Osmanlı tarihi üzerinden dünya tarihini öğrenme" denemesi... 1920'lerde bile Saraybosna'da (muhtemelen Moriçe Han'da) Şahname okunuyor olması bile bu coğrafyadaki geçişkenliği, kültürel zenginliği anlamadan dünyayı kavramanın imkansız olduğunu gösteriyor.
YENİ ŞAFAK