Taha Kılınç / Yeni Şafak
Tarihi kuşanmak
Osmanlı ordusuyla Sırp Prensi Lazar Hrebelyanoviç komutasındaki Hristiyan kuvvetlerinin 1389’da karşı karşıya geldiği Kosova Ovası, tam 600 yıl sonra, 28 Haziran 1989 günü -savaşın yıldönümü- yaklaşık bir milyon Sırp milliyetçisini ağırlıyordu. Gün boyu devam eden etkinliklerin en dikkat çekici kısmı, Sırbistan Devlet Başkanı Slobodan Miloseviç’in yaptığı uzun ve hamasî konuşmaydı.
Savaşta ölen Sırpların anısına 1953’te inşa edilen 25 metre yüksekliğindeki anıtın (Gazimestan) önünde konuşan Miloseviç, sözlerine Kosova Savaşı’nın Sırplar ve bütün Avrupa için önemini hatırlatarak başladı. “Savaşın yıldönümünde, Sırbistan artık kendi devletine, ulusuna ve ruhî bütünlüğüne kavuşmuştur. Bugün artık Kosova Savaşı’nın gerçekleriyle efsanelerini birbirinden ayırmak çok zor hale gelmiştir. Zaten bu mesele artık önemli de değildir” diyen Miloseviç, sözü daha sonra Sırbistan’ın ve Sırpların “kenarda tutulduğuna” getirerek şunları söyledi: “1974’te ilan edilen Yugoslav Anayasası, Sırbistan’ın gücünü sınırlamıştır. Kosova Savaşı ve Anayasa, Sırp millî şuuruna yönelik saldırılardır. Sırp liderler arasındaki ayrışmalar, kendi halklarına verdikleri sözü tutamamalarına yol açmıştır. Sırplar, büyüklüklerini kendi lehlerine yeterince kullanamamıştır. Bugün ise Sırbistan artık tek parçadır ve diğer cumhuriyetlerle eşittir. [Kosova Savaşı’ndan] altı asır sonra, şimdi biz yine savaşlarla karşı karşıyayız. Şimdilik hiçbiri silahlı savaşlar değil, ama silahlı savaş seçeneğini de gözden uzak tutmuyoruz. Altı asır önce Sırbistan, Kosova Ovası’nda hem kendisini hem de Avrupa’yı kahramanca savunmuştu. Sırbistan o zaman Avrupa kültürünü, dinini ve sosyal yapısını müdafaa eden bir kaleydi.”
Bugün tarihçiler Miloseviç’in Gazimestan konuşmasını “Yugoslavya’yı parçalayan sürecin ve sonrasındaki kanlı iç savaşın işaret fişeği” olarak tanımlıyor. Sırp milliyetçiliğinin saldırganlığına ve fanatizmine baktığımızda, konuşmanın kitleleri çok derinden etkilediği ve motive ettiği açık.
Garip bir ironiyle, Bosna Savaşı’nı takip eden yargılama safahatı sırasında, “savaş suçlusu” Slobodan Miloseviç’in 2001’de Lahey’deki Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne teslim ediliş tarihi de 28 Haziran’a denk geldi. Dönemin Sırbistan Başbakanı Zoran Cinciç’in bir oldubittiyle Miloseviç’i Lahey’e göndertmesi Sırp milliyetçileri çok öfkelendirmiş, “Kosova Savaşı’ndan bu yana böyle büyük bir utanç yaşamamıştık” demelerine yol açmıştı.
Şimdi belki bizim için tarihin sayfalarında kalmış küçük bir detay olan Kosova Savaşı, Sırplar açısından, bütün millî varlıklarını ve iddialarını üzerine bina ettikleri devasa bir dönüm noktası. Osmanlı İmparatorluğu çoktan yıkılıp gitmiş olsa da, Sırpların tepesindeki “Türk gölgesi” hâlâ canlılığını koruyor. Bu öyle bir korku ve paranoya ki, Müslüman Boşnakları katlederken bile adeta Osmanlının öcünü aldılar.
Balkanlarda Sırplar, Ortadoğu’da Siyonistler, Asya’da Hindular… Dinlerinin ve ideolojilerinin farkına rağmen, Müslümanlara yönelik düşmanlıkta yarışan ve yardımlaşan bu üç güruh, belli ortak paydaları da paylaşıyor: Sürekli tarihin koridorlarında yaşıyorlar mesela; kendi varlıklarını anlamlandırmak için, durmaksızın maziyi kolaçan halindeler. Farklılıkları unutmak veya unutturmak bir yana, devamlı hatırlatarak gündemde tutuyorlar; nesillerini de bu çerçevede yetiştirmeye odaklılar. İçlerindeki kini ve öç duygusunu hiç söndürmeden, her alanda güçlerini artırma peşindeler. “Birlikte yaşam” veya “Geçmişe saplanıp kalmaktan kurtularak geleceğe bakmak” türünden modern dayatmalarla bizim kafalarımız karışa dursun, muhataplarımızdaki millî şuur son derece güncel ve zinde olarak yerinde duruyor.
Geçen yazımda “Srebrenitsa bugün bizim için ne anlam ifade eder?” sorusuna cevap sadedinde “Hafıza dersi” kavramını öne çıkarmıştım. Hafıza dersini güzelce alabilmek için dünü, bugünü ve yarınıyla, topyekûn bir şuur tazelenmesi şart. Maziyi derinlemesine kavramak, farklılıkların altını kalın çizgilerle çizmek ve her alanda güçlenmek de “tarihi kuşanmak” şeklinde özetlenebilir. Bunu başaramadığımız takdirde, güçlü milletlerin çizmeleri altında ezilip gitmek ya da sofralarında birkaç lokmalık mezelere dönüşmek kaçınılmaz.