Yıldıray OĞUR
Tarafım belli olsun diye...
Çocukluğunun geçtiği bahçeli evin yerine çirkin bir apartman dikmek isteyen muhteris müteahhitlerin dozerlerinin karşısındaymış gibi hissediyor insan kendisini. Şimdiden ortalığa çıkıp kutlama için sağa sola ateş açan magandaların kahkahaları akla Sezercik filmlerinden birindeki “Benim babam çok zengin, alacağım sıpayı, basacağım sopayı” diyen o şişko zengin çocuğu getiriyor.
10 aydır Taraf’ın yazıişlerinde değilim. İyi bir Muhteşem Yüzyıl izleyicisiyim ama bizim gazetede son olarak kim kimi tasfiye etti, doğrusu uzaktan takip edemiyorum. Bildiğim, yazısıyla bir yazarı kızdırdı diye Yazıişleri Müdürü’nü Genel Yayın Yönetmeni’nden habersiz patronun görevden aldığı. Sonra da kurucu Genel Yayın Yönetmeni kapıyı çarpıp çıktıktan sonra gazeteyi bin bir zorlukla ayakta tutan insanların bir bir görevden alındığı. Tüm bunların da editoryal bağımsızlık için yapıldığının söylendiği. (Editoryal bağımsızlığa karşı editoryal bağımsızlık.) (Bu kaba jakobenizme karşı etraftan bir Hasan Cemal gürültüsü çıkmaması da tesadüf olmasa gerek. Herhalde tasfiyenin arkasında o gürültüyü çıkaran medya gazileri ve AKP malulleri derneğinden isimler de var.)
Dünkü gazetenin büyük bir gazetecilik başarısı olan “Barış tamam sıra demokraside” manşetinden anladığım, meselenin bundan da karmaşık olduğu. Bir zaman önce güya hükümet baskısıyla kalemlerini alıp “sinir dışına” çekilenler bir sebeple ve belirsiz bir motivasyonla geri dönmekteler. Sevindirici olanı aylarca “demokrasi olmadan barış gelmez” diye demagojinin en kötü örneklerini verdikten sonra sonunda barışın demokrasiden önce geldiğini kabul etmiş olmaları.
Ama ne yazık ki göz bozukluğunun derecesi bu birkaç ayda iyice ilerlemiş, yine yanlış görmekteler. Barış tam da demokrasi için geldi. Demokrasiye doğru gidildiği için, askerî vesayet tasfiye edildiği için, yeni anayasa masası kurulduğu için, inkâr ve asimilasyon reddedilip, milliyetçilikler ayaklar altına alındığı için, üst üste yargı paketleri çıkarıldığı, yerel yönetimlerde reform sinyali verildiği için geliyor barış ve bu yüzden silahlara veda ediyor PKK.
Ama artık tüm bunları konuşmak için çok geç. Samimi bir konuşmanın ve ikna çabasının işe yaramayacağı bir noktadayız. Karar zamanı geldi. Tarihin önünde rengimizi belli edeceğiz, kaçış yok. Amasız barıştan mı yanayız, endişeli Beyaz Türklerin amalarıyla ittifak yapmış güvenlikçi politikaların yeni nesil sürümlerinin barış karşıtı amalarından mı yanayız? Editoryal bağımsızlık’tan mı yoksa editoryal bağımsızlık için editoryal bağımsızlığa darbe vurulmasından mı?
Bu aslında Birinci Cumhuriyet’in liberalleriyle geldiğimiz kaçınılmaz bir yol ayrımı. Onlar artık Birinci Cumhuriyet’in liberalleri, çünkü içinden geldikleri, yetiştikleri, Cumhuriyet’in vehimlerini, endişelerini aşamadılar, sosyolojik kimlikleri demokratlıklarına baskın geldi, nefesleri İkinci Cumhuriyet’e yetmedi. Fabrika ayarları zamanın yeni sürümünü indirmelerine izin vermedi.
27 Nisan’da darbeye amalarıyla ortak olanlar gibi onlar da amalarıyla barışa beş kala savaşa ortak oldular. Barış ihtimalinin önüne Erdoğan’ın faşistliğinden Öcalan’ın piyonluğuna kadar ellerine ne geçtiyse fırlattılar. Barışın yoluna “Kandil’in buna izin vermeyeceği”nden, “Demokrasinin elden gittiğine” kadar tomruklar, molozlar yuvarladılar. Ama barış bütün o engelleri aşarak geldi işte. Artık PKK bile geri çekilirken geri dönmek için çok geç kaldılar.
Yine de geri dönmelerinin başka bir anlamı olsa gerek. Anlaşılan Taraf, bundan sonra emekli liberallerin Sözcü gazetesi olacak. Birinci Cumhuriyet’in endişeli liberalleri Norveç’te kişi başına düşen kitap okuma oranı, İsviçre’de bale yapan gençler oranı, Yunanistan’da bebek ölüm oranları üzerinden AKP’yi dövüp, barışın ve demokrasinin imkânsızlığından dem vurarak Erdoğan’la “Dokandı mı koçum” düzeysizliğinde didişerek geçirecekler emekliliklerini. Ankara’da Genelkurmay’ın boşalttığı vesayet koltuğuna tamah edip, KCK davalarından, Oslo’ya kadar barışa karşı pusuya yatmış, ıskartaya çıkmış Emniyetçilerle ittifakı bünyeleri sindirebildiğine göre zaten henüz emeklilikleri gelmemiş demektir. Zor zamanlar için biriktirilmiş belge, kaset mühimmatı onları nereye kadar götürür, bunun artık ne kadarlık bir itibarı kaldı, herhalde hesap etmişlerdir.
Umarım bunu yaparken kimseyi mağdur etmezler ve tarihin kendilerine ayırdığı yere doğru kaçınılmaz geçişlerini tamamlarlar.
Taraf’tan bir Sözcü gazetesi bile çıkarılsa, yazıişlerine Halk Tv’den değil, doğrudan CHP Genel Merkezi’nden atamalar yapılsa, Emniyet’in dinleme boruları Kadıköy’e bağlansa Taraf’ın resmî hikâyesini değiştirmek için artık çok geç.
Bu gazeteye pek çok çalışanı gibi beni de bağlayan, kimseyi bağlamayan sözleşmeler, genelde pek hareketsiz olan hesap hareketleri olmadı zaten. İyi ve hayırlı bir işin içinde olmanın, mesleğini özgürce yaparken Türkiye’nin demokratikleşmesi ve barışı için çalışmanın verdiği hazzın esiri oldum ben de. Taraf ne tarafa giderse gitsin, o Taraf hep bizimle birlikte baki kalacak. Onu kimse hiçbir tarafa çekemeyecek. Ayrıca Taraf’la benim aramda hiç kimsenin tasfiye edemeyeceği bağlar var. Düğün davetiyemize ve Leyla’ya baktıkça Taraf’ı hatırlayacağım.
Leyla’ya Taraf’ı anlatırken bir okurun yapıp gönderdiği Taraf logosu işlenmiş o güzel taşı göstereceğim. O taşla statükonun camlarını aşağıya indirdiğimiz günleri hatırlayıp, gurur duyacağım.
Taraf’ı epeyce yüklenmiş olarak ayrılıyorum Taraf’tan. Geriye beni buraya bağlayan pek bir şey kalmadı. Şimdi bu tabloda bir saniye bile kalmak, tarihe böyle kötü bir poz vermek istemem.
Bu yazı yayımlanır mı bilmiyorum, sanmam. Ama zaten ben de İbrahim’in yangınına bir damlacık suyla koşan karıncanın niyetiyle yazdım.
Tarafım belli olsun diye...
TARAF