Kasım Salı günü, Tanzimat Fermanı'nın ilanının 170. yıldönümü idi. Fatih Belediyesi, fermanın okunduğu yerin -o zamanlar Topkapı Sarayı'nın müştemilatından olan Gülhane- belediye hudutları içinde bulunduğundan olsa gerek, uluslararası bir sempozyumun evsahipliğini üstlendi. Benim akademik ilgi alanım 19. asır Türk siyasî fikir tarihidir.
3 Kasım 1839'da Gülhane'de, 39 yaşında, kısa tıknaz boyu ve kapkara sakallarıyla yüksek bir kürsüye çıkan Hariciye Nazırı Mustafa Reşid Paşa'nın okuduğu fermanın, tarihimizin akışını bir sihirli elin Devlet-i Aliye'ye dokunması gibi nasıl değiştirdiğini biliyorsunuz. Teknik olarak Tanzimat dönemi, 1871 yılında, bu dönemin diktatör sadrazamlarından Mehmet Emin Âlî Paşa'nın ölümü ile sona eriyor. Tanzimat dönemine asıl özelliğini veren bürokrasinin -daha ziyade hariciye bürokrasisinin- hakimiyeti bu tarihte sona eriyor, iktidar yeniden sarayın eline geçiyor. İlber Ortaylı Hocamız ise Tanzimat Dönemi'nin bugün hâlâ devam ettiğini söylüyor. İlber Hoca'nın kesinlikle haklı olduğu bir nokta var. Bizler Mustafa Reşid Paşa, Fuad Paşa veya Namık Kemâl, Ziya Paşa gibi kişilerle çağdaşız. Meselâ Reşid Paşa ile Ahmet Davutoğlu karşı karşıya otursalar, aynı mantık ve muhakeme tarzı ile günümüz diplomatik sorunlarını tartışabilirler. Namık Kemâl'in Heidegger veya Faucault'yu çok kolay özümseyeceği gibi. Daha önemlisi Tanzimat ricalinin meselâ Âlî Paşa'nın "demokratik açılım"ı, Girit ıslahatından örnekler vererek çok iyi açıklaması mümkün.
On yılı aşkın zamandır masamda bitiremediğim bir kitap çalışması duruyor. Çalışmamın konusu, bu çok önemli tarihî metnin yani Gülhane Hatt-ı Hümayûnu'nun arka planını aydınlatmak. Ferman'ı merkeze alarak, bu fermana giden yolu hazırlayan kişileri, olayları ve kurumları konu ediniyorum. Bir yıl İngiliz arşivlerinde, daha uzun bir zaman Osmanlı arşivlerinde çalıştım. Matbu metinlerden, Takvim-i Vekâyi nüshalarını ve meselâ Sadık Rıfat Paşa'nın Müntehabat-ı Asar isimli, kaleme aldığı Tanzimat metinlerini ihtiva eden eserini veya Lütfî Tarihi gibi kaynakları dikkatle gözden geçirdim. Tanzimat döneminin bütün karakteristikleri ile başlangıcının, Gülhane Hattı'nın ilan edildiği 3 Kasım 1839 tarihi olmadığını, bir buçuk yıl önce Mart 1838'de Tanzimat döneminin hem de "Tanzimat-ı Hayriyye" adıyla ve bütün kurumları ve istikameti ile başladığını vesikalara ve Takvim-i Vekâyi'ye dayanarak kanıtlıyorum. "Bundan ne çıkar?" diye soranlara açıklayayım. Bütün spekülasyonların, özellikle ferman ile Batı arasında kurulan ilişkilerin gözden geçirilmesi gerekir.
Tarihe, bir yerinden girip derinlemesine nüfûz ettiğiniz zaman tarihin bütününe ait kavrayışınızın ciddî sorunlarla malûl olduğunu fark ediyorsunuz. Ulus devletin sahte böbürlenmeleri, kendini bulunmaz hint kumaşı gibi takdim etmesi ve kısır ideolojik dünyası tarihî hafızamızı adeta iğdiş etmiş. Belki en önemlisi tarihî sürekliliğin zihnimizde kırılması. Sorun çözebilmek için bu sürekliliğe, bu sürekliliği sağlayabilmek için beynimizdeki duvarların yıkılmasına ihtiyaç var. Osmanlı'nın nasıl isyan bastırdığını, isyancılara karşı nasıl buz gibi realist ve pragmatik davrandığını bütün tarihçilerimiz biliyor, hatta devlet ile uzlaşan isyancılara verilen payeleri bile hatırlıyorlar, bu tarihî bilgi ve görgüyü bugüne taşımak gerekince iğdiş edilmiş ulus-devlet tarihçiliği devreye giriyor ve herkes ayağa kalkıyor. İnsanın bilgisi ile görgüsü bu kadar fark eder mi?
Kurduğu yeni ordusuna eskisini imha ettirmiş bir milletiz. Bir grup askerimiz, beş bin başka askerimizi topa tutup kılıçtan geçirerek öldürdü. 40 binini sağa sola sürdü. Allah'a şükür bugün böyle dertlerimiz yok. Ama yeni bir ordu kuruyormuş gibi radikal reformlara girişmek vazgeçilmez bir ihtiyaç ise, bunun önünde engel olan ne? Bu sorunun cevabını önce tarihçilerin hatırlaması ve hepimize hatırlatması lâzım. Unutmayalım: Tanzimat 170 yıldır devam ediyor.
ZAMAN