Kenan Alpay / Haksöz Haber
İtalya Başbakanı Matteo Renzi geçen hafta La 7 TV kanalında canlı yayınlanan bir programda Charlie Hebdo dergisine yapılan saldırıları ve akabinde yaşanan gelişmeleri epeyce geniş bir değerlendirmeye tabi tuttu. Ancak Türkiye’de medyanın önemli bir kesimi Paris’te yaşanan saldırıyı da Renzi’nin bu konuya dair mütalaalarını da bir iç siyaset malzemesine dönüştürdü. Çünkü meselenin aslına uygun bir analize tabi tutulmasından daha önemli ve acil olan husus Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu’nu hem uluslar arası zeminde hem de iç kamuoyunda sıkıştırılmasıydı. Bu sebeple mesele çoktan Fransa’nın sınırlarından çıkarılıp “Türkiye’de AK Parti hükümetinin dinci vahşeti teşvik eden politikalarının elbirliğiyle halledilmesi” çağrılarına dönüştürülmüştü bile.
Elbette AB ve ABD’nin meseleyi izah biçimi, İsrail ve işbirlikçi Arap rejilerinin pozisyon alış biçimlerinde yeni bir 11 Eylül dalgası oluşturma gayretkeşliği hiç de azımsanamayacak kadar yoğundu. Ancak zannedilenin ve Türkiye’deki Kemalist, sol, liberal ve Gülenci kadroların beklenti ve takdimlerinin tersine Fransa ve AB ülkeleri hassaten ‘İslamcılıkla savaş’ ilanına yanaş(a)madı. Çıkış yolunu küresel manada ‘İslamcılıkla savaş’ yerine AB ülkeleri mücadeleyi IŞİD, El Kaide, Boko Haram gibi örgütlere zemin hazırlayan radikal/aşırı unsurlarla teksif etmekte gördü.