Tanrı Uludur! Ruhban Okulu Kapalı Tutulmalıdır!

KENAN ALPAY

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in Fener Rum Patrikhanesi’ni ziyareti vesilesiyle söylenmesi gereken daha epeyce söz var. Bu ziyareti önemli kılan pek çok gerekçe sıralanabilir elbet. Fakat laik devlete bağlı dini bir söylem ve denetim oluşturmak üzere ihdas edilen Diyanet’in Türk ulusal kimliğinin en önemli araçlarından biri sayılan Rum-Ortodoks karşıtlığının dışında durduğunu ilan etmesi bu gerekçeler içerisinde en önemlisidir.

Rum-Ortodoks Düşmanlığını Kim Üretti?

Başkan Mehmet Görmez’in ziyaret sırasında Patrik Bartholomeos’a ifade ettiği “Ortodoks dünyasındaki Müslümanların ve İslam dünyasındaki Ortodoks Hıristiyanların durumlarını sık sık biraya gelerek konuşma” teklifinin karşılığı nedir? Herhalde Görmez’in bu teklifi sözünü ettiğimiz ve menşeinde Kemalist-Türkçü ideolojinin bulunduğu Rum-Ortodoks karşıtlığı meselesinde Diyanet’in bu siyasetin dışında olduğunu beyan etmektedir. Çünkü İttihat ve Terakki’nin 1908 darbesiyle iktidarı ele geçirdiği dönemden itibaren belirginlik kazanan fakat Balkan Faciası ve Anadolu’daki Yunan işgal dönemleriyle birlikte giderek artan oranda toplumda taban bulan Rum-Yunan düşmanlığı Kemalist iktidar sınıfları için makbul vatandaş tipini imal etmek üzere çok sık kullanılan bir psikolojik savaş unsuruna dönüşmüştü.

Laik-Türk kimliği çok büyük oranda İTC ve Kemalist cumhuriyet döneminde etnik olarak Rum-Ermeni kimliğine duyulan korku ve nefrete dini olarak da Ortodoks kimlikten duyulan şüphe ve endişeyi takviye ederek inşa edilmiştir. Bu tamamen modern bir durumdur ve iktidar sınıflarının bekasıyla doğrudan bağlantılıdır.

Özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında İngiltere’nin hemen her bölgeden çekilirken elinde kalan küçük ama en stratejik toprak parçası olan Kıbrıs’ta iki toplum arasında nasıl bir düşmanlık üretildiğini hatırlamamız gerekir. Kıbrıs’a Türkiye’nin yeniden ilgi ve alakasının oluşturulmasında Hürriyet Gazetesi’nin, bu gazetenin yöneticilerinin de yer aldığı Kıbrıs Türktür Cemiyeti’nin ve nihayet 6-7 Eylül olaylarıyla zirve yapan Seferberlik Tetkik Kurulu Başkanlığı’nın rolü çok manidardır.

1950’lerden itibaren Kıbrıs sorunu toplumun Türkçüleştirilmesinde olduğu kadar laikleştirilmesinde de uzun yıllar boyunca belirleyici rolü oynamıştır. Adaletin tesisinde Müslüman kimlik ve duyarlılığının iğdiş edilmesine bağlı olarak Türk ulusal kimlik ve çıkarlarını belirleyici kılan hukuksuzluklar zinciri “Milli Dava” Kıbrıs’la hemen her zaman meşruiyet kazanmıştır. Kıbrıs, Kemalist darbeci çetelerin Rum-Ortodoks düşmanı söylemleriyle Türkiye’de milliyetçi toplum-despotik devlet çatısının çatılmasında belirleyici amil olmuştur.

Uzun yıllar boyunca yaşamaya mahkûm olduğumuz süreç açıkça göstermiştir ki, Rum-Yunan ulusçuluğunun ilacı Türk ulusçuluğu veya Kemalist siyaset değildir. Her ikisi de birbirine benzemektedir ve temizlenemeyecek kadar kirlidirler. Her ikisi de hem etnik hem de dini anlamda düşmanlık üretmektedir. Fakat bu düşmanlığı üretirken bir Ortodoksluğu diğeri de İslam’ı ulusçu siyasetlerine payanda yapmak hususunda yarış halindedirler. Buradan adalet ve merhamet değil olsa olsa zulüm ve düşmanlık ürer ve üremiştir de zaten.

Ruhban Okulu’nu Kim Kapattı?

Mehmet Görmez, Patrikhane ziyareti sırasında Heybeliada’da bulunan ve 1971 yılında kapatılan Ruhban Okulu’nun tekrar açılması temennisinde bulunmuştu. 40 yılı aşkın bir zamandır bu okulun kapalı tutulması Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesimine diplomatik yaptırımların bir neticesidir. Bir devlet politikası olarak hukuki ve ahlaki esaslar değil tamamen politik çıkarlar ve uluslar arası dengeler hesaba katılarak alınmış bir karardır.

Ruhban Okulu’nun kapatılması başta olmak üzere Rum-Ortodoks cemaatine yapılan baskı ve kısıtlamaların Yunanistan veya Kıbrıs Rum yönetimine yönelik bir mütekabiliyet esası üzerinden yürütüldüğü biliniyorsa da bunun adaletle ilişkisini kurmak mümkün değildir. Batı Trakya’daki Müslüman azınlığa yapılan haksızlıklar bu şekilde mi telafi edilecek? Zalimce ve son derece çirkince bir kısastır bu.

Bu zalimane ve çirkince kısasa Görmez’in de itirazından daha doğal hatta gerekli ne olabilir ki? Zaten Diyanet’in veya herhangi bir Müslüman’ın Ruhban Okulu’nun kapatılmasında hiçbir tasarrufu olmamıştır. Ruhban Okulu’nun kapalı kalması veya Rum-Ortodoks cemaatinin haklarından mahrum edilmesini hangi fıkhi gerekçe veya Müslümanların maslahatı üzerine bina edilmektedir belli değil. Ruhban Okulu’nu ve medreseleri kapatan Kemalist kadrolar ve kurumlar değil mi? Rum ve Ermeni Ortodoks cemaatine baskı kuranlarla başörtüsünü, Kur’an kurslarını, namazı, İHL’leri, vakıf ve cemaat faaliyetlerini yasaklayanlar laik-Türkçü iktidarın bekasını hedeflediler.

Devlet literatüründe İslam’ı irtica, Müslümanı mürteci olarak yaftalayarak “içteki öncelikli düşman konseptine” oturtanların gayrimüslim azınlığa karşı kurduğu kirli tuzakların yanında değil hemen her zaman karşısında olmak “adil şahitliğin” icabıdır.

18 yıl boyunca “Tanrı Uludur” gürültüleriyle kalbimizi parçalayanlar, Kiliselerin çanlarını da aynı gerekçelerle susturdular. Topluma karşı yürütülen psikolojik harekât söylemlerinin, mütemadiyen yapılan darbe planlarının, kurulan askeri-sivil cuntaların içinde Rum Ortodoks Patrikhanesi’ni değil her daim Türk Ortodoks Patrikhanesi adındaki karanlık odağı gördük. Doğu Perinçek-Veli Küçük çetesinin Müslüman halka karşı kurduğu tuzaklardaki ortağı Rum Ortodoks Bartholomeos değil Kemalist-Ortodoks Sevgi Erenerol’du.

Medreselerin açılması ve vakıf mallarımızın iade edilmesi başta olmak üzere gasp edilen hakların hak sahiplerine iadesini istiyor ve bunu geçekten talep ediyor muyuz? Evet diyorsak, kimseden şefaat istemeden ve kimsenin bizim adımıza sahaya inmesini beklemeden örgütlü bir mücadeleye soyunmak durumundayız. Haklarına kavuşacak olanlar Ehl-i Kitap’dır, zalim otoritesi geriletilense laik-pozitivist Türk ulusalcılarıdır. Kimse kusura bakmasın, Kemalistlerin üzüntü ve gerilimlerine ortak olamam.