Taha Kılınç / Yeni Şafak
Fâris’in kanı yerde kalmadı
Dönemin İsrail muhalefet lideri Ariel Şaron, 28 Eylül 2000 tarihinde Mescid-i Aksâ’ya provokatif bir ziyaret gerçekleştirmişti. Hemen öncesinde düzenlenen Camp David Zirvesi’nin Filistin cephesinde meydana getirdiği hayal kırıklıklarıyla gölgelenen o günlerde, Şaron’un kalabalık bir koruma ordusu eşliğinde ve Müslümanlarla alay edercesine Aksâ’ya adım atması, Filistinli gençleri çileden çıkardı. Protesto gösterileri şeklinde başlayan tepkiler, İsrail işgal güçlerinin sert müdahalesiyle kapsamlı bir ayaklanmaya dönüştü. 2005’in ilk haftalarında olaylar tamamen duruluncaya kadar, 3 bin 500’e yakın Filistinli katledildi, binlercesi gözaltına alındı veya tutuklandı. “İkinci İntifada” adı verilen bu süreç, Filistin direniş tarihinin müstesna dönemlerinden biri olarak kayıtlara geçti.
Associated Press (AP) adına hadiseleri izlemek üzere bölgeye giden foto muhabiri Laurent Rebours, 29 Ekim 2000 günü Gazze-İsrail sınır noktasındaki Karni Kapısı yakınlarında, tanklara taş atan bir çocuğu fark etmişti. Üstüne doğru gelen tam teçhizatlı savaş makinesinden hiç korkmayan çocuk, taşları sırasıyla fırlatırken kendinden çok emin görünüyordu. Deklanşöre basan Rebours, o anda Filistin tarihinin en ikonik fotoğraflarından birini çektiğinden elbette habersizdi. AP’nin fotoğrafı dünyaya servis etmesiyle, “tanklara karşı elindeki taşla direnen çocuk” Fâris Avde, uluslararası bir şöhrete kavuşacaktı. Hatta Batı kamuoyunda, onun üzerinden, Hz. Davud’la Câlût (David and Goliath) kıssasına atıflar bile yapılacaktı.
3 Aralık 1985’te Gazze’nin Zeytûn semtinde fakir bir ailenin sekiz çocuğundan biri olarak dünyaya gelen Fâris, küçüklüğünden itibaren cesaretiyle ve sürekli öne atılmasıyla tanınmıştı. Tam olarak adına çekmişti, çünkü Fâris, Arapçada “korkusuz ve çevik süvari” anlamına geliyordu. Birinci İntifada (1987) patlak verdiğinde henüz iki yaşında olan Fâris, kendini bildi bileli işgale karşı mücadele ve direnişin içindeydi. Nihayet İkinci İntifada başladığı zaman, cesaretini ve atılganlığını İsrail işgal askerlerine ve tanklarına karşı kullanmaya başlamış, her şeyden habersiz şekilde yine savaş makinelerini taşladığı o gün Rebours’un radarına girmişti.
Fâris’in fotoğrafı dünyaya yayıladursun, o sürekli sınır boyuna koşuyor, gücü yettiğince işgale direnmeye çalışıyordu. 1 Kasım günü, Fâris’in çok sevdiği 17 yaşındaki kuzeni Şâdî, İsrail askerleri tarafından vurularak öldürüldü. Fâris, artık sadece Şâdî’nin öcünü almaya odaklanmıştı. Neredeyse hiç uyumadan, sürekli sokaklardaydı. Taşları daha büyük bir hınçla ve öfkeyle atıyor, sadece işgale karşı değil, adeta ölüme de meydan okuyordu. Şâdî’den tam bir hafta sonra, 8 Kasım 2000 günü, Fâris de İsrail askerlerinin kurşunlarına hedef oldu. Tanklardan birini taşlarken omzundan vurulmuştu. İşgalciler öylesine yoğun ateş ediyordu ki, arkadaşları Fâris’in cesedini yerden kaldırabilmek için uzun süre beklemek zorunda kaldılar. Nihayet yanına varabildiklerinde, Fâris son nefesini çoktan vermişti. Henüz 14 yaşındaydı.
Birkaç gün önce kamuoyuyla paylaşılan ve Kassâm Tugayları’na mensup savaşçıların İsrail tanklarını nasıl imha ettiğini gösteren videoları izlerken, Fâris Avde’yi hatırlamamak imkânsızdı. Çok değil, yalnızca 23 yıl önce işgale ve ablukaya karşı ellerindeki tek silah taşlardan ibaret olan Gazzeli çocuklar, bugün artık çok daha organize işlere imza atarak dünya gündeminin birinci sırasına yerleşiyorlar. Dökülen hiçbir kan boşa gitmediği gibi, yaşanan her acı “kolektif hafıza”da yerini alıyor, sonra sırası geldiğinde yeniden sahneye çıkarak kendini hatırlatıyor. Fâris’in ve diğer şehitlerin hatırası, Kassâm Tugayları’na kararlılık ve motivasyon kaynağı olarak geri dönüyor.
Hani, Gazzelilerin ölümle nasıl bu kadar barışık olduklarını hayret ve hayranlıkla izliyoruz ya, temelinde o “kolektif hafıza” var. Aynayı kendimize tuttuğumuzda, hayata ve ölüme biçtiğimiz anlamları düşünüp, önem verdiğimiz ve “vazgeçilmez” addettiğimiz şeyleri itiraf ederek mahcup olmamız gereken bir nokta burası ayrıca…