Ümmühan Kevser Kıpramaz / Mecra
Tanklara karşı taşla mücadele: Birinci İntifada
1987'ye gelindiğinde, İsrail işgali altında yaşayan Filistinlilerin hayal kırıklığı, tarihî Filistin topraklarında 1948’de başlayan ve İsrail’in Altı Gün Savaşı’yla (1967) Batı Şeria, Gazze Şeridi ve Doğu Kudüs'ü işgaliyle son raddesine ulaşmıştı.
O dönemde işgal altındaki Batı Şeria ve Gazze Şeridi'ndeki yasa dışı yerleşimler hızla yayılırken, İsrail, işgal altındaki bölgeleri demir yumrukla yönetiyor, hukuksuz sokağa çıkma yasakları uyguluyor, baskınlar, tutuklamalar, sürgünler ve ev yıkımları gerçekleştiriyor, her açıdan demir parmaklıklarla çevrili Filistinliler İsrail ordusuyla sık sık karşı karşıya geliyordu. İhtiyaç duyulan tek şey ise bir kıvılcımdı.
- Yüzlerce Filistinli, 8 Aralık 1987 günü, Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Cibaliya Mülteci Kampı’nın önünde İsrailli bir kamyon şoförünün aracını Filistinli işçilerin üzerine sürerek 4 kişiyi öldürülmesine tanık oldu.
Bu durum karşısında hissedilen öfke, halihazırda devam eden işgalle birleşerek Filistin halkının ilk defa topyekûn olarak İsrail’e karşı bir sivil direniş başlatmasına sebep oldu.
Öldürülen Filistinlilerin cenazelerine yaklaşık 10.000 kişi katıldı, ancak ertesi gün, 9 Aralık’ta olayı protesto eden Filistinlilerin üzerine İsrail askerlerinin gelişigüzel ateş açması, 17 yaşındaki Hatem Ebu Sisi'yi öldürmesi ve 16 kişiyi yaralaması nedeniyle öfke daha da büyüdü.
Filistinli liderler tırmanan durumu görüşmek üzere bir araya gelirken, mülteci kamplarında çıkan protestolar ve çatışmalar Batı Şeria ve Doğu Kudüs'e hızla yayıldı. Filistinliler, İsrail ordusuna ait araçların girmesini engellemek için yollara barikatlar kurarak mahallelerin kontrolünü ele geçirdi.
Filistinliler taş attı. İsrailliler kurşun sıktı.
Silahlı ve tanklı İsrail ordusu, Taş İntifadası olarak da isimlendirilen Birinci İntifada'yla ayağa kalkan Filistinlilerin eylemlerini "isyan" olarak tanımladı ve kalabalıklara gerçek kurşun ve göz yaşartıcı gaz sıkarak protestoları agresif bir şekilde bastırma politikası izledi. Ancak protestolar her geçen gün daha da büyüdü; çocuk, kadın, hasta dahil olmak üzere on binlerce Filistinli sokaklara inerek gösterilere katıldı.
12 Aralık itibarıyla şiddet olaylarında 6 Filistinli ölmüş, 30 Filistinli de yaralanmıştı. İsrail adaletsizliğine karşı ayaklananlar, kanlı ve acımasız bir işgalin gölgesinde büyümüş bir neslin çocuklarıydı;korku bariyerinin ortadan kalkmasıyla hak ihlallerine karşı tavır alma fırsatı artık kaçınılmazdı.
- Protestolarda hiçbir dağılma belirtisi görülmediğinden İsrail, insanları protestolara katılmaktan caydırmak için toplu tutuklamalara başvurdu. Batı Şeria'daki üniversiteler ve okullar kapatıldı; sadece 1987’de 1500’den fazla sokağa çıkma yasağı uygulandı. Filistinlilerin çiftlikleri ve evleri yerle bir edildi, ağaçlar söküldü ve vergi ödemeyi reddeden protestocuların mülklerine ve inşaat ruhsatlarına el konuldu.
İsrail, "kemik kırma" politikası benimsedi.
Dönemin Savunma Bakanı “Kemik kıran” İzak Rabin'in kararını uygulayan İsrail askerleri, protestocuların kemiklerini kırmak için kasten dövüyor, taş atanFilistinlilerin uzuvlarını sopalarla vurarak kırıyorlardı. İsrail, Filistinlilere alenen işkence yapmak suçlanırken BM Güvenlik Konseyi ise İsrail hükümetinin eylemlerini kınamaya devam ediyordu.
Kibbutzlarda yasadışı Yahudi yerleşimciler de Filistinlilere karşı düzenli saldırılar başlattı. BM Filistinli Mültecilere Yardım Ajansı'na (UNRWA) göre, yalnızca ilk yılda 300 Filistinli öldürüldü, 20.000 kişi yaralandı ve yaklaşık 5.500 kişi İsrail tarafından gözaltına alındı.
Uluslararası sivil toplum kuruluşu Save The Children'ın (Çocukları Kurtarın) İsveç şubesi, "İntifada'nın ilk iki yılında, üçte biri on yaşın altında 23.600 ila 29.900 çocuğun dayak yaralanmaları nedeniyle tıbbi tedaviye ihtiyaç duyduğunu" kaydetti.
Silahsız Filistinli protestocularla İsrail ordusu arasındaki asimetri tüm vahşeti ile sokaklarda vücut bulurken, cesur ve korkusuz Filistinlilerin intifadası, uluslararası toplumda büyük bir yankı uyandırdı.
Hamas’ın doğuşu
1988'den itibaren Filistinli liderler sürekli tırmanan çatışmayı kontrol altına almaya çalıştı. Yaser Arafat'ın liderliğini yaptığı Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) merkezi o zamanlar Tunus'ta bulunuyordu. FKÖ artan çatışmaları dizginlemeye Birleşmiş Milletler ile birlikte mücadele etmeye çalıştıysa da bu tür çabalar nadiren başarılı oldu. Ve günden güne FKÖ ve bünyesindeki Fetih Hareketi'nin Filistinliler nezdindeki itibarı sarsıldı.
- Böylece, “İslâmî Direniş Hareketi” anlamına gelen “Hareketu’l-Mukâvemeti’l-İslâmiyye” kelimelerinin kısaltılmış hali olan Hamas ortaya çıktı.
Filistin halkı arasındaki fikrî bir yönelişin de doğal sonucu olan Gazze Şeridi'nde yeni kurulan bu oluşum, kendisini El Fetih merkezli FKÖ'ye alternatif olarak sundu. Mısır’daki Müslüman Kardeşler Teşkilâtı’nı (İhvân) ilham ve örnek alan Hamas, Filistin içindeki “İslâmcı ve direnişçi” görüşün de siyasal temsilci konumuna yükseldi.
Hamas, Filistinlilere, Filistin'in kurtuluşu başta olmak üzere ulusal mücadelelerinin temel hedeflerine bağlı kalmaları çağrısında bulundu. Hareket, direniş savaşçılarını İsrail'e saldırılar düzenlemeye teşvik etti (Bu, Tel Aviv yönetiminin gelecek yıllarda Filistinlilere yönelik zulmünü daha fazla meşrulaştırmak için kullanacağı bir politikaya dönüşecekti).
***
Ürdün Kralı Hüseyin'in 1988'de Batı Şeria ile tüm idarî ve ekonomik bağlarını kesmesinin ardından Filistinlilerin vatansızlığı bir kez daha belirgin bir şekilde ortaya çıktı. Kan dökülmeye devam ettikçe bağımsız Filistin devleti çağrıları daha da güçlendi. Aynı yıl, sürgündeki bir hükümet olan Filistin Ulusal Konseyi, Bağımsız Filistin Devleti’nin kuruluşunu ilân ederken 1947 BM kararında öngörülen iki devletli çözümü de kabul etti.
Ancak işgalci İsrail devletinin şiddeti son bulmadı; 1989'da en az 285 Filistinli İsrail güvenlik güçleri tarafından öldürülürken, 17 kişi de yerleşimciler tarafından öldürüldü.
Oslo barış süreci- Birinci İntifada’nın sonu
1989'dan 1990'a kadar Amerika Birleşik Devletleri, İsrail'i insan hakları ihlallerinden ve Dördüncü Cenevre Sözleşmesi'ne uymamasından dolayı kınayan BM Güvenlik Konseyi karar tasarılarını sürekli olarak veto etti. İsrail ancak 1991 yılında, ABD’nin Madrid Konferansı'nı toplayıp FKÖ'yü Filistin halkının "tek meşru temsilcisi" olarak tanıyıncaya kadar müzakere masasına oturmadı. FKÖ ile İsrail hükümeti arasında Norveç'in ön ayak olduğu gizli görüşmeler ertesi yıl gerçekleşti ve sonunda Oslo Anlaşmalarıyla sonuçlandı.
Oslo, İsrail güçlerinin işgal altındaki topraklardan çekileceği ve bağımsız bir devlete yol açacak bir Filistin Yönetimi'nin kurulacağı 5 yıllık bir geçiş dönemi çağrısında bulundu. Nihayetinde Oslo Anlaşması, 13 Eylül 1993’te, İsrail Başbakanı Yitzhak Rabin ve FKÖ Başkanı Yaser Arafat tarafından ABD Başkanı Bill Clinton'ın huzurunda Beyaz Saray'ın bahçesinde imzalandı.
Uluslararası arenada yapılan barış girişimlerine rağmen siyasî müzakerelerin arka planı, bitmek bilmeyen kanlı bir şiddetle yoğrulmuş düzende kalmaya devam etti.
- 6 yılın ardından 1993'te intifadanın sonuna gelindiğinde, resmî verilere göre, İsrail'in saldırıları sonucu 241'i çocuk 1162 Filistinli hayatını kaybederken, yaklaşık 90 bin kişi yaralandı.
Filistin tarafındaki son derece orantısız şiddet ve can kayıpları, uluslararası alanda yaygın kınamaya yol açtı ve bu durum, BM Güvenlik Konseyi'nin, İsrail'in Filistinlileri topraklarından sürmeyi durdurmasını talep eden 607 ve 608 sayılı kararları hazırlamasına neden oldu.
Birinci İntifada barış sürecinin başlangıcını ateşlemesi açısından önemli olsa da, 36 yıl sonra bugün dahi barış sözü yerine getirilmedi. İsrail işgali ve yasadışı yerleşimleri, Filistinlilerin haklarına ve topraklarına her zamankinden daha fazla tecavüz etmeye devam ediyor. Edward Said, taraflarına Nobel Barış Ödülü kazandıran Oslo Anlaşmalarını "Filistinlerin teslimiyetinin bir aracı, Filistinlilerin Versay'ı" olarak nitelendirirken zaman, Oslo'nun bir başka “sahte şafak” olduğu gösterdi.
Oslo Anlaşması'ndan neredeyse 40 yıl sonra İsrail Gazze'yi bombalamakla meşgulken, pek çok kişi barış sürecinin ölü olduğunu ve Birinci İntifada’nın aslında hiçbir zaman sona ermediğini; Filistinlilerin İsrail'in işgali, zulmü ve baskıları karşısında direnmeye hâlâ devam ettiğini gösteriyor.
***
Tarihî ayaklanmadan unutulmaz kareler: