Bir kişiyi ya da gurubu tanımlarken sıfatlar kullanırız. Sıfatların çoğu durumda açıklanması, detaylandırılması gerekir. Aksi halde genelleme yapma ve lehte ya da aleyhte keskin yargılara sebep olma gibi durumlarla karşılaşırız. Bir çok tanımlama zaman ve mekan içinde farklılaşmaya, anlam kaymalarına ya da muhteva fakirleşmesine uğrar.
Kişi ya da guruplar için kullandığımız tanımlamanın doğruluğu ya da yanlışlığı bir kenara, neye karşılık geldiği de önemlidir. Bu karşılıklar üç açıdan belirli yerlere oturur:
1- O kişi ya da gurup kendini nasıl tanımlıyor?
2- Bizim kriterlerimize göre yeri neresidir?
3- Toplumun algısındaki yeri neresidir?
Çoğunlukla bu üç karşılık birbiri ile uyuşmayabilir. Bu durumda açıklanıp detaylandırılması önem kazanır.
Geçenlerde bir yazımda “Komünist General Madanoğlu” tanımlaması yaptım. Sosyalist bir arkadaşım buna karşı çıktı ve Madanoğlu’nun Komünist olarak tanımlanamayacağını asıl tanımlamanın cuntacı olarak yapılması gerektiğini söyledi. Arkadaşımın kriterlerine göre Madanoğlu Komünist değildi, hatta onunla işbirliği içindeki kişileri bile bu tanımlamaya sokmuyordu. Değerlendirmemin sonunda, arkadaşımın haklılık payını dikkate alarak tanımlanın; “Kömünist eğilimli Milli Demokratik Devrimcilerin desteklediği Cuntacı General Madanoğlu” olarak kullanılmasının daha isabetli olacağına karar verdim. Tabii uzun bir tanımlayıcı sıfat oldu, ama bence bu gerekli. Aynı yazıda TİP ve TKP yapılanmaları içinde değerlendirmeler vardı. Bu durumda TİP ya da TKP deyince “eski” ve “yeni” tanımlayıcı sıfatları kullanmakta da yarar var, zira aralarında dağlar kadar fark var.
Yine bir makalede Hayek ve Popper gibi düşünürlerin Muhafazakâr değerleri savunduğunu belirtmiştim. Bir kardeşimizin itirazı da aynı minvalde tanımlamayı detaylandırmak gerektiğini ortaya koydu. Hayek ve Popper’in Liberal temelde olduklarını vurgulamadan yapılan değerlendirme birçok kimsede bu kişilerin muhafazakâr kimlikle tanınmasına yol açacaktı. Doğrusu yazıda; “Liberal kimlikli Hayek ve Popper gibi düşünürlerin, toplumsal-ahlaki alanda muhafazakâr değerleri savunan görüşleri vardır” açıklayıcı tanımlaması gerekliydi.
Toplumumuzda birisine “Yezid” derseniz bu bir hakarettir. Kelime anlamına saklanarak polemiğe girilmesi de samimi bir yaklaşım olmaz. Suni kardeşlerin Aleviler için “Sapık Mezhep”, Alevi bir kardeşimizin de Suniler için “Yezitler” tanımlaması çatışmayı tırmandıran bir tanımlamalardır. Bu minvalde bu tip tanımlamalardan kaçınmak daha uygun olmalıdır. Bazı tanımlamalar tarihi süreçte belirli anlamlar kazanır, kelime anlamı ile kötü bir anlam içermeyen birçok sıfat tarih içerisinde kötü anlamlar yüklenmiştir ve kullanımının tedavülden kaldırılması da toplumsal bir sorumluluktur.
Bazen paradigma değişiklikleri bile bunu gerektirebilir. Örneğin günümüz Amerika’sında bizdeki “zenci” kelimesine karşılık gelen “Negro” ırksal tanımlaması hakaret olarak algılanmaktadır. Bu tanımlama; zamanla önce “Black” sonra “African” nihayetinde “Colors” olarak ifade edilmeye başlandı. Öyle ki 30–40 yıl önce normal karşılanan değerlendirilmeler, aynı ile kullanılamaz hale gelmiştir. Batı dillerindeki karşılığı “Gitan” ile “Çingene kelimesi artık “Roman” olarak kullanılıyor. Yüzyıllardır kullanılan “Kızılbaş” tanımlaması hakaret ve ötekileştirme içerdiğinden terk edildi. Hâlbuki bu tanımlamanın Alevi literatüründe “Serdengeçti” ye karşılık gelen bir ritüeli vardır. Allah Elçisinin zamanına kadar atıflar içeren rivayetlerle savaşlarda ölümü göze alan fedailerin “kızıl sarıklar” taktıkları söylenir.
Kelime anlamları ile kullanılan bazı tanımlamaların toplumsal karşılıkları da farklı olabilir. Örneğin bizim muhafazakâr tanımını kabul etmememiz; İslam dışı dayatma ve yapılanmalardan ayrışma isteğimizdir. Diğer bazı kesimlerin anlayışı İslami değerleri muhafaza kaygısıdır. Toplumsal iletişimin, diyalogun ardından daha sağlıklı tanımlamalara gidene kadar bu tanımlamanın hakaret kastı içermeden açılması ve detaylandırılması daha önemlidir. “İslamcı” kavramını ilk duyduğumuzda ne anlama geldiğini sorduk; “İslamcılık; İslami söylemleri batı paradigması ile savunanlar” dediler. Tabii doğal olarak böyle bir tanımlamayı kabul edemezdik. Zamanla bazı kişiler “İslamcılar” kavramı üzerinden yoğun bir eleştiri kampanyası yürütmeye başladılar. İslam’ı referans alan geniş bir kesim bundan nasibini alıyordu, buna sizler buna dâhil değilsiniz argümanı ile sürdü. Oysa biz aptal değildik, tanımlama özde İslami bütün değerleri kapsayacak şekildi kullanılıyordu. Gerçek ise zaaflarına rağmen İslami gayelerle hareket eden herhangi bir kesim bize bu tanımlamayı kullananlardan daha yakın olduğuydu. “İslamcı” tanımlaması; topluma yerleşmiş ve benimsenmiş “Müslüman” kelimesinin yerine konulması ile oluşturulan art niyetli bir dil’dir.
Yine Alevi kesimlerin cem evlerinin ibadethane kabul edilmesi taleplerinde bu tip tanımlamalarla karşılaşıyoruz. Çeşitli Alevi kesimlerin bizim ve toplumun ibadethane anlayışları burada farklılaşmaktadır. Alevi kesimlerin kendilerini tanımlamasına müdahale etmek bir çeşit baskı anlayışı, kendi tanımlamamızı inkâr etmekte omurgasızlık olacağı bir ikilemle karşılaşıyoruz. Burada toplumsal anlayış daha önemli bir rol oynuyor. Alevi kardeşlerimizin ibadethane olarak kabul ettiği ama bizim ibadethane anlayışımıza uymayan bu tanımlamayı ilmi alanda tartışabiliriz. Toplumsal alanda neye tekabül ettiğini, bir yanda yıllardır el konulan ibadethanelerin, diğer yanda yıllardır halkın katkıları ile oluşturulmuş ibadethanelerin resmi hiyerarşiye tabi tutulmasının, başka bir alanda ise kamu kurumlarının hizmet desteklerinin tümü birlikte düşünülmeden yapılacak tanımlamalar noksan kalacaktır. Tanımlamaların peşinden gerçekten arka planı, sonuçları ve veriler ışığında kimlerin ne niyetle taleplerde bulunduğu kritiklerini yapabiliriz. Sağlıklı bir tanımlamanın ardından kurumların kendi içlerinden itirazlar daha etkili olacaktır. Örneğin birçok Suni kesim üzerimizdeki vesayeti fark edip yine birçok Alevi kesim “Biz İslam dairesinin dışına çıkmak istemiyoruz” düşünceleri ile farklı tepkiler gösterecektir.
Daha geniş düşünürsek, Allah Elçisinin yaşadığı dönemdeki tanımlamalar, hatta Kuranda geçen tanımlamalar için dahi değerlendirmeler yapmamız gerek.
Kuran inzalinin ilk yıllarında yoğun bir “Mümin” tanımlaması vardır. Yaratıcı ile ilgili sorulara “Elbette Allah” diyenlere karşı “O halde neden iman etmiyorsunuz?”diyen Kuran anlatımı, “Mümin” tanımlaması ile emaneti yüklenen, Allah’a ve Elçisine iman eden yani Kuran’ı yaşamlaştıran kimseler için kullanıyordu. Günümüzde ise yaygın olarak insanların sadece iç dünyalarına ait bir çeşit laikleştirilmiş tanımlama olarak kullanılabilmektedir. İslam’ın sosyal ve siyasal hayatta belirleyici olduğu Medine döneminde “Müslüman” tanımlaması daha ön plana çıkar. Tam olarak iman’ın kalplerine yerleşmediği ama yapıya tabi olmuş insanlar vardır. Yine günümüzde İslami gayelerle hareket eden Müslüman kişi ve kurumsal yapıların birçoğu, önemli oranda referans problemleri göstermektedirler. İnsafsızca ve gerçekten uzak bir şekilde “Siz Müslüman değilsiniz” tanımlaması yerine sağlam kaynaklara dayalı Müslümanlık için “Kur’ani Müslümanlık” ve “Muvahhid Müslümanlık” ek sıfatları, hatta daha açıklayıcı ve tamamlayıcı tanımlamalar kullanmakta yarar var.
Kafirun suresinde İslam’a karşı mücadele eden kimselere hitaben “Ey Kâfirler” hitabı vardır, bu tanımın doğrudan kullanılması yaşadığımız zeminde problemlidir ve karşılığı yoktur. Kuran anlatımının sebeplerini ve niyetlerini okuyamayan zahirine takılmış bir kişi bu kelimeler üzerinden hakkımızda başka tanımlamalarda da bulunacaktır. Bu tip okuma ucu açık bir okumaya dönüşür, kendi mücadele tarzının dışındaki her hareket bir ibadet olarak algılanır ve surenin devamı onların üzerine okunur. Artık kendisinin onaylamadığı her davranış bir ibadet ve şirktir. Nihayetinde kendileri gibi davranmayanlara hicret ayetleri okunur. İslam’ın Mekke döneminde Vahye göre şekillenmiş küçük bir Müslüman topluluk ve karşıda mesajı örten/küfreden ve onlarla mücadele eden müstekbir zihniyet vardır. Kafir tanımlamasını önemsemeyen ve de inkar etmeyen, “Evet biz sizin mesajınıza küfrediyoruz” net ifadesini kullanan müstekbir zihniyet. Günümüzde ise müstekbirlerin halka karşı “Biz kâfir değiliz, bizde Müslüman’ız” söylemi bir yana, Açıkça “Biz İslam’ın sosyal alanda görülmesine cephe alıyoruz” diyen cuntacılar bile “Kâfir kelimesi ile bize hakaret ediliyor” tepkisi gösterebilmektedir. Bu tanımlamanın açıklanması ve detaylandırılmasında gerektiğinde tanımlamanın ismen kullanılması bile gerekmeyebilir. Kanaatimizce “Ey, dinlerini yaşamaya çalışan Müslümanlara baskı uygulayan ve halkın algılayışına örtüler/engeller koyanlar” tanımlaması, anlamından saptırılmış bir kelimenin gerçek karşılığı olmalıdır. Üstüne üstlük bu tanımlamaları zaaf sahibi ama kendini Müslüman olarak tanımlayan kitlelere karşı kullanmak herhalde merhametten nasibi olmayanların tavrı olsa gerek.
Yeterince vahiyle uyarılmamış bir topluma karşı tanımlayıcı ayetleri mermi gibi kullanmak hikmetli bir şey olmasa gerek.
Biz Allah’tan başka yöneldiklerinde uzağız, ancak Müslümanlarla savaşmayan, yurtlarından çıkarmayanlara iyilik eder ve adil davranırız ki; Allah aramızda bir dostluk oluştursun. Bizim düşmanlığımız ancak zalimlere, onlara yardım edenlere ve bize düşmanlık edenlere karşıdır.