Bizler doğru olanı, iyi olanı, faydalı olanı kim söylerse söylesin o sözü dinler ve en güzeline uyarız. Bu güzel sözü bazen en azılı düşmanımız söyleyebilir bazen de en sevdiğimiz dostumuz. Hiç fark etmez. Biz de kural budur. İnsanlığın faydasına olabilecek ne varsa, onun arkasında durmayı, inandığımız değerler bizlere emreder çünkü. Bizim kitabımızda bu vardır. Yine bizler bir kavme olanı öfkemizi dizginler ve adaletsizliğe neden olmamaya da dikkat ederiz. Ufacık bir adaletsizliğin hesabını verememekten korkarız. Öfke duyduğumuz bu kavim bizlere boykot uygulasa, bizleri sürgüne de yollasa, katletse de. Bizde durum böyledir. Tabi bu uysal, güdülen bir koyun olalım, bir tokat atıldığında diğer yanağımızı da çevirelim demek de değildir! Gün gelir devran döner de gücü elde ettiğimizde de bizlere verilen ezaya karşılık denk gelen cezayı müeyyideyi uygularız. Ama bu güçle çoğu kez, merhameti kendi zatına farz kılan Rabbimizi, en iyi anlayan peygamberi gibi; “Kabe’ye sığınan güvende olacaktır. Ebu Süfyan’ın evine sığınan güvende olacaktır. Osman’ın eman dilediği bağışlanmıştır. Ali’nin kefil olduğu affedilmiştir…” çağrılarını münadilere yaptırıp, devemizin hörgücüne başımız eğilmiş bir vaziyette, bizlere zulüm uygulanan diyarlara gireriz.
Bu inançtır bizi diri tutan. Bu imandır bizleri hala insanlığın umut kaynağı kılan. Merhameti, güzelliği, adaleti, iyiliği her daim kuşanmak ve tüm insanlığa kuşatma çabamızdır esas olan. İnsanlığın en büyük düşmanı şeytandır! nidasında bulunmamızın yegane sebebi de yine bu haktan. Yıllardır hep ötekileştirilen, terörize edilen, cani, vahşi, katil olarak gösterilenler olmamıza rağmen; bu coğrafyanın halklarını birbirlerine kırdırtıyorlar. Bizi birbirimize düşürüyorlar. Çocuklarımızı ellerimizden alıyorlar. Kanlarımızdan besleniyorlar. Annelerimizin gözyaşından nemalanıyorlar dememizde… Kürt sorunu ekseninde konuşmamız, yazmamız da bundan!
Bu minvalde yazmalarımıza, konuşmalarımıza, koşturmalarımıza karşılık payımıza düşen, kötü olan ne varsa, hep onlar ile yaftalanmak oldu. Yetmedi başımız taşla ezildi. O da yetmedi derneklerimiz molotoflar ile yakıldı. Daha da yetmemiş olacak ki körpe bedenlerimiz kurşunlandı! Gene de şimdilik eyvallah ettik. Varsın olsun dedik. Bu coğrafyanın halkları kıyamete kadar acı yaşamaktansa aynen Sümeyye’nin, Yasir’in acısına dayandığımız gibi bu acılara da dayanabileceğimizi söyledik. Öfkemizi içimize gömdük. Kürt Sorunu ekseninde konuşmamıza, yazmamıza karşın bizlere bunları reva görenlerin halklarımızın içindeki çoğu cahil bırakılmış insanlar olduğunu belledik. En nihayetinde de sonuç malumun ilamı! Yani durum içler acısı. Yaklaşık 3 yıl çözüm süreci sonunda bombaların, kurşunların, adam kaçırmaların, yakmaların, yıkmaların çıkarımı olarak kocaman bir sıfır!
Oysaki mesele çok basitti. O günlerde de söylediğimiz gibi; Bundan beş yıl önce ki Öcalan’ında Ademi Merkeziyet vurgusunda da işaret ettiği gibi, Suriye’deki kıyam hareketine Kürtlerin vereceği destek ile Ortadoğu’daki tüm bu yaşananların seyri değişebilirdi. Rojava’daki YPG önderliğinde Kürt hareketi Suriyeli muhalifler ile beraber bir ortaklığa gitseydi, belki de zalim Esed rejimi çoktan devrilmişti. IŞID belası da böylece doğmamış.... Akabinde Ayn el-Arap/Kobanê’ye saldırı gerçekleşmemiş… 50 kişinin katline “ferman” çıkartan Ayn el-Arap/Kobane olayları yaşanmamış... Çözüm sürecine tekabül eden bu olayların oluşturduğu güvensizlik duygusu da oluşmamış… Böylece bu yazının sahibi de böyle bir yazmamış yerine romanını bitirmekle meşkul olmuş olacaktı!
Aynı hata böylesine bir vasatta, dün nasıl ki Muhaliflerin onca ısrarına rağmen YPG tarafından Rojava / Suriye’de yapıldıysa, bugünde yine aynı hataya bu kez Türkiye’deki Kürt siyasi hareketler eliyle düşüldü, düşülüyor! 7 Haziran seçimlerinde seçmen iradesini sandığa yansıtmış ve bir koalisyon istemişti. Bu koalisyonun adı da bu coğrafyanın tüm halklarını ilgilendiren çözüm sürecinin iki muhatabı olan AK Parti ve HDP koalisyonuydu. Fakat ne yazık ki daha seçim gecesi üstün bir basiretsizlik örneği sergileyerek AK Parti’ye koalisyon kapılarını kapatan HDP’nin ve bunun akabinde de koalisyon arayışları sırasında HDP ziyaretini nezaket görüşmesinden öteye geçirmeyen AK Parti’nin tavırları halkları hayal kırıklığına uğrattı.
Hep böyle mi olmalı yani?!
Geldiğimiz şu duruma bir bakar mısınız? Yüzümüz değil. Yüreğimiz kızarmalı değil mi artık?! Savaş tamtamları sürgit bir halde. Rojava’da ise Kürt halkını daha beş yıl öncesine kadar inkar eden, kimlik dahi vermeyen bir liderin / Esed’in askeri olma rezilliğine gelinmiş durumda. Şaka gibi!
Hem daha birkaç ay önce “Çanakkale ruhuna ayrıca Eşme ruhu eklendi” demekten nasıl bu duruma gelindi?! Birilerinin başını önüne alıp düşünmesin zamanı gelmedi mi? Diğer yandan ABD’nin ve yardakçılarının bu coğrafyanın halklarına bir incir/lik çekirdeği kadar değer vermediğini ne zaman öğreneceğiz?! Şeytanın ve yandaşlarının bu coğrafyanın haklarına ve bu halkların asli unsuru ve asıl mesele de olan İslam’a karşı en azılı düşman olduğunu ne zaman fark edeceğiz?!
Umut ediyoruz ki; atık düşmanlarımıza uymazsınız. Umut ediyoruz ki; artık şeytanın kulaklarınıza fısıldamasına izin vermesiniz. Umut ediyoruz ki; artık gözlerimizin içine baka baka yalanlarınızı kusmazsınız. Umut ediyoruz ki; bir saat önce söylediklerinizi bir saat sonra inkara kalkışmasınız.
Bizler sizleri uyandırmak için bıkmadan, usanmadan hakkı haykıracağız. Amr B. Hişam / Ebu Cehil’in yakasını silkeleyerek “artık yeter, benim yanıma gelme, hakikat olarak gördüğün şeyleri bana anlatma…” demesine rağmen, bir ümit taşıyıp Ebu Cehil’e giden peygamber gibi bizlerde sizlere geleceğiz. Anlatacağız. Yazacağız. Nitekim hayat devam ettiği sürece umut vardır. Ki Kitabımız da şunu söyler: “Allah’tan ancak kafirler ümitlerini keserler.”
Bir Müslüman olarak muhatap alınmamamıza ve sürekli hakarete uğramamıza rağmen barışa dair umudumuzu koruyacağız! Bu umutla takım tutar gibi tutulan partilerin kefili olmamak gerektiğini anlatmaya ve ahirette de herkes kendi hesabını verecek inzarını yapmaya da devam edeceğiz.
O umut ışığını “Dünya Beşten Büyüktür”, “Sana Ne Oluyor Beyaz Saray” denildiği zaman gördük. Yine görebiliriz. O umut ışığını bugün Amed’de, tencere tava eşliğinde operasyonlar protesto edilirken “Katil ABD” sloganlarında görüyoruz. Bu söylemleri konjonktürel olmaktan çıkarıp devamını da getirebiliriz. Ve bunu da bu coğrafyanın halkları olarak, birbirimizi ötekileştirmeyerek, terörize etmeyerek, şeytanın oyuncağı olmayarak, düşmanlarımızın gazına gelmeyerek ve kuklalara, kuklacılara karşı yek vücut bir şekilde haykırarak başarabiliriz. Evet, yapabiliriz. Her son yeni bir başlangıçtır! Yeniden, yineden barışı deneyebiliriz. Acilen yapılması gereken üç maddeyle de bu işe başlayabiliriz mesela;
1-HDP kendi gerçekliği fark edip KCK hegemonyasından kurtulmalı. Ve sırtını KCK’ye değil artık halka dayadığını ilan etmeli. Altı milyona yakın oyunu aldığı seçmenine, bütün meseleleri mecliste çözeceğinin teminatını vermeli.
2-AK Parti Kürt Sorunu çözümünde bölgenin bütün dinamikleri ile görüşmeli. Ve tek taraflı bir muhataplıktan sıyrılıp STK’larından Tarikatlarına kadar herkes ile aynı masa etrafında açık bir şekilde müzakere etmeli. Toplum da bu masada nelerin konuşulduğunu bilmeli.
3-KCK silahları kendisiyle barış masasına oturan bir devlete karşı özellikle şehirlerde silahlı eylemler de bulunmaktan vazgeçmeli. Türkiye Devleti’de kendi bünyesinde yaşayan bütün hakların haklarını yasal güvence altına almalı.
Dedim ki; Acılarımızı dökseydik eğer avuçlarınıza taşardı da sonra bir tufanla boğulurdu bu dünya. Sırf bu yüzden günahlarınızla kirlettik boş kağıtları kalemimize mürekkep eylediğimiz gözyaşımızla.