Ali Bulaç’ın kendi kişisel sitesinde yayınladığı makale:
Bundan önceki iki yazıda gösterdiğimiz gibi, oryantalist resme baktığımızda Afganistan tarihinin en karanlık dönemine girmiş bulunuyor. Manzara şu:
“20 yıllık Amerikan’ın işgalinden sonra insanlar Afganistan’dan kaçıyor. Kaçmalarının sebebi Taliban, Taliban’dan kaçmalarının sebebi Şeriat’ın uygulanacak olması, Şeriat’tan kaçmanın sebebi İslamiyet! Vakıa şu ki, Afganistan bir afet bölgesi.
Rusların işgaliyle 1 milyon insanın hayatını kaybetmesi; iç savaş sırasında 2 milyon kişinin ölmesi; 3’ü Pakistan, 2 milyonu İran’da olmak üzere 5 milyonun mülteci duruma düşmesi, şehirleşme oranının yüzde 20’lerde iken 3 milyon insanın ülke içinde muhacir duruma düşmesi; arkasından gelen Amerikan işgalinde yarısından fazlası sivil olmak üzere 240 bin kişinin öldürülmüş olması oryantalist resme göre çok da önemli değil. Rus emperyalizmini de Amerikan emperyalizmini de tolere etmek mümkün. Ama Taliban’ın denetimi ele geçirip hükümet kuracak olması tolere edilemez.
İşte bu resim üzerinden hem oryantalizm ve İslamafobi hem de postemperyalizm kendini yeniden inşa ediyor. Bu inşa çabasında kuzeyin ve batının güç odakları kadar birtakım Müslümanlar da aktif rol almış bulunmaktadırlar. Onlar da Taliban üzerinden Münzel Şeriat’e ve “şeriat” üzerinden aslında İslama savaş açmış bulunuyorlar. Kısaca Taliban öcü, Afganistan afet bölgesi, vuku bulan felaket de İslam şeklinde bir resim çizilmektedir!
Afganistan ve Taliban konusunda sağlıklı bir değerlendirme yapmanın bazı zorlukları var. Bunları şöyle sırlayabiliriz:
1. Hüküm verirken 40 senedir yabancı işgali ve savaş hali yaşayan bir ülkenin içinden geçtiği acılı süreçleri göz önünde bulundurmayan eleştiriler ciddiye alınmaz, basit oryantalist-İslamafobik propaganda olarak kabul edilir. Sağlıklı bir sosyo-politik ortam tesis edilmedikçe birer aksülamel/tepki olarak doğan hareketlerden ne İslami ne insani manada sağlıklı tutum ve politikalar beklenemez. Milli Mücadele’den çıkan Türkiye’ye demokrasi, ifade özgürlüğü, insan hakları, kuvvetler ayrılığı gelmedi; İstiklal Mahkemeleri, Takrir-i Sükun kanunları, otoriter baskı yönetimi geldi. Tekparti yönetimi tam 27 sene sürdü, ülkeyi çok partili demokratik sisteme geçiren de dış baskılar (Batı ittifakıyla danışıklı Stalin’nin taleplerine karşı Batı’ya sığınma mecburiyeti) oldu.
2. İşgalden utanç içinde çıkan Batılı medya ve diğer iletişim mecraları Taliban’ın din anlayışı ve geçmişteki uygulamalarını merkeze alarak güncel olay ve olgular hakkında doğru bilgiye ve kanaate sahip olmayı güçleştiriyorlar. Eleştirilerin çoğu bir propagandanın rengini yansıtmaktadır.
Afganistan ve Taliban konusu üzerinde imal-i fikr ederken, oryantalist bakış açısından sıyrılıp işgal ile iç-toplumsal sorunları iki ayrı kategoride ele almak lazım. İşgale karşı çıkmak Taliban’ı A’dan Z’ye tasvip etmek, Taliban’ı eleştirmek de emperyalist işgale cevaz vermek demek değildir.
3. Afganistan ve Taliban konusunun göz ardı edilen siyasi ve toplumsal boyutu bir kenara itilirken, bilinçli ve amaçlı biçimde “kadın” konusu merkeze alınıyor. Afganistan’da kadınların durumunun iyi olmadığı açık. Kötü durum İslami asli hükümlerden çok geleneksel yapıdan ve Batı ile Batı yandaşı çevrelerin empoze ettiği yaşama tarzına duyulan tepkiden kaynaklanmaktadır. Tabiatları gereği tepkiler ve aşırı korumacılık üzerine bina edilen hükümler ve tutumlar sağlıklı olmaz, aksi yönde tepki ve infiallere yol açar. Genel olarak Müslümanlar ile Batılı yaşama tarzı arasındaki belirgin sembolik çatışma noktalarından biri kadın ve genel olarak giyim kuşam tarzı arasındaki farklılıktır, bu görmezlikten gelinemez. Şu var ki sorun fıkıh, tarih ve toplumsal yapılar bir arada ele alınmadıkça salt kadın konusu hem anlaşılamaz hem soruna çözüm bulunamaz. Tarafların birbirlerine kendi yaşama tarzlarını empoze etmeleri, çatışmayı kalıcı hale getiriyor.
Eleştiri kriterleri
Olaylar ve olgular üzerinde adil şahitlik yapılacaksa, bu ancak doğru kriterlere dayalı eleştiriyle mümkündür. Beş önemli kriter doğru eleştirinin ön şartıdır:
a) Eleştiriye konu olan olay ve olguya “anlayıcı ve tanıyıcı” zihinle yaklaşılması. Bu olayın ve olgunun içinde neşv-ü nema bulduğu özel tarihsel ve toplumsal durumun göz önünde bulundurulmasını gerektirir
b) Anlamaya ve tanımamaya çalışırken önceden oluşmuş önyargılardan zihnin arındırılması.
c) Eleştiriye mesnet teşkil edip bizi adil ve doğru hükme götürecek her türden veri ve bilginin gerçeğe dayanıyor olması
d) Bir toplumsal grubun ideal politiği ile reel politiği arasındaki makasın belirlenmesi. İdeal politiğin ne kadar iyi ve doğru olduğunun açıklığa kavuşturulması, takip edilen reel politiğin hangi düzeylerde ideal politik adına oportünizme dönüştüğünün ortaya konulması lazım. Bu konuda tarihte yegane doğru örnek Hz. Muhammed (s.a.)’in sünneti ve siyeridir. O, her adımı reel politiği hesaba katarak attı ama attığı her adımın onu ideal politiğin ruhuna ve ahlaki hedefine götürecek tarz ve karakterde olmasına azami gayret sarfetti.
e) Eleştirinin merkezine Taliban konulduğunda sağlıklı bir fikre varılamaz. Diğer gruplarla birlikte Afganistan’ı ve genel olarak Müslüman dünyayı teşrih masasına yatırmalıdır. Zira Taliban ve Afganistan’ın bir türlü içinden çıkamadığı sorunlar aslında İslam dünyasının sorunlarıdır, formları Afganistan’a veya daha özelde Taliban’a özgüdür.
Bu beş kritere riayet edilmediğinde eleştiri yapan adalet vasfını kaybeder, vardığı sonuçlar ve vaz’ettiği hükümler insanları yanıltır.
Şimdi bu kriterlere göre olayı anlamaya ve eleştirimizi yapmaya çalışalım:
A.Öncelikle Afganistan’ın birinci derecedeki sorunu siyasi birliğin sağlanmasıdır. Bu da ancak bütün etnik ve mezhep gruplarının katılımı ile oluşabilecek güçlü bir hükümetle mümkün olur. Afganlılar, Büyük İskender’den Cengiz Han’a, Hindulardan İngilizlere, Ruslar’dan Amerikalılara kadar hiçbir yabancı güce geçti vermezlerken, kendi aralarında birlik sağlayamıyorlar. Etnik hakimiyet ve kavim asabiyeti süren çatışmaların belli başlı sebebidir. Eğer sahiden İslam dinine inanmışlarsa Hz. Peygamber’in Medine’de hem Müslüman kabileler hem Yahudiler ve müşriklerle akdettiği toplumsal sözleşmeye dayalı bir model üzerinde anlaşmaları gerekir. 2004 Anayasası’nın resmen tanıdığı Peştunlar, Tacikler, Hazaralar, Özbekler, Türkmenler, Beluçlar, Afşarlar, Brahmi, Araplar vd. için tek çözüm yolu Medine Sözleşmesi’nin 1-25 maddelerine dayalı bir anayasa yapmaktır (Bkz. Ali Bulaç, Medine Sözleşmesi, 2. Baskı, I. Bölüm, Çıra y., İstanbul-2021). Söz konusu gruplar ırkçılık, etnik kimlikçilik, milliyetçilik, kavmiyetçilik ve mezhepçilikten hızla kaçmalıdırlar.
Afganistan’da diğer sorun güvenliktir. Çeteler, irili ufaklı milisler insanların can ve mal güvenliklerini tehdit ediyorlar. Gasb,hırsızlık, faili meçhul cinayetler, adam kaçırmalar neredeyse vaka-i adiyedendir. İç savaş sırasında hergün 100 ila 200 arasında kişi öldürülüyordu. Yönetimde ve bürokraside ayyuka çıkan rüşvet ve yolsuzluklar, ayrımcılık, iltimas, nepötezim ise başka ciddi sorunlardır. Bunlara açlık, yoksulluk, işsizlik artarak devam ediyor. Bu sorunlar çözülmedikçe güvenlik, barınma, eğitim ve sağlık gibi sorunlar normal toplumsal hayat devam edemez.
B) “İslami Emirlik” adı verilen siyasi ve idari modelin çok partili demokratik sistemden ayrı olacağı anlaşılıyor. Ancak demokrasinin temel zaafı olan siyasal çoğulculuğa açık olmasına karşı sosyo-kültürel çoğulculuğa kapalı olması sorununu İslami Emirlik modelinin nasıl aşacağı hakkında kimsenin bir fikri yok. Bu konuda pratiği takip etmek gerekecek, lakin modelin teorisi, kuramsal yapısı hakkında tatmin edici neşriyatın neredeyse yok denece az olması haklı kaygılara sebep oluyor.
C) Afganistan’ın tarihsel ve geleneksel yapısından kaynaklanan sorunlar yanında, karşımızda tarihte ilk defa yeryüzü gezegeninin tümünü etkisi altına alıp her şeyi değiştiren ve dönüştüren bir uygarlık bulunmaktadır. Bu uygarlığa Kemalistler (ve İslami kemalizmi savunan tarihselciler ve rasyonalistler) gibi tam teslim olmak veya lafzi selefiliğin ya da geleneği kutsallaştıran entegristlerin tutumuyla cevap verilemez. Teslimiyetçi ve redçi tutuma karşı “aşmacı/müteal” çıkış yolu mümkündür, bu da güçlü bir entelektüel, filozofik ve kelami hamleyle sağlanır. Taliban ve genel olarak İslam dünyasında bu yönde ümit verici çalışma ve gayretler varsa da, henüz yeterli değil.
D) Taliban, İslam ve Şeriat adına uygulamalara geçerken İslami sahih hükümleri a. Tarihsel fıkıhtan, b. Yerel ve yöresel geleneklerden, c. Tatbik ederken kendine mahsus mizaç ve alışkanlıklarından ayırt etmeyecek olursa, tarih, gelenek ve şahısların ya da grupların mizacından kaynaklanan problemlerden, hata ve zulümlerden İslam sorumlu tutulur, nitekim çoğu yerde bu olmaktadır.
İslam dinin ana umdeleri itibariyle her insan grubunun yaşayabileceği esnekliğe sahiptir. Lakin fıkıh ağırlıklı olarak şehir hayatında gelişir. Afganistan nüfusunun kahir ekseriyeti konar göçer ve köy hayatı yaşamaktadır. Kıra ve köye göre şekillenen fıkıh –kendi bağlamında doğru ve sahih fetvalar ihtiva etse de- şehir hayatına taşındığında muazzam uyumsuzluklar çıkar. Kuralların katılığı ve sertlik biraz da içinde yaşanılan tabiatın şartlarından kaynaklanır. Kur’an-ı Kerim “konar-göçer bedeviler”in karakterini anlatırken, buna işaret eder (9/Tevbe, 97). Taliban, referans alacağı fıkhi hükümleri hem tarihsel açıdan güncelleştirmeli, hem şehirleştirmeli. Ancak 19. yüzyılın ikinci yarısında teşekkül eden İslamcılığın üç umdesinden biri “içtihat kapısının açılması” iken İslam dünyasının hangi ülkesinde bu yapıldı ki!
Bu konuda tarihselciler “İslami hükümler tarihseldi, onları bırakmalı” deyip kestirip atıyorlar. Peki ne yapmalı, diye sorduğunuzda “demokrasi, kadın erkek eşitliği, feminizm, sosyalizm, liberalizm, laiklik, kişisel ve sivil serbestiyetler vb. değerler alalım” deyip konformizmi öneriyorlar. Bunların davaları batılı modern hayat tarzının benimsenmesidir. Bu zatlara göre söz konusu değerleri teyid etmeyen her türden içtihad kabul edilemez.
Bu bir çözüm değil. Tabii ki batının zengin tecrübesinden istifade edilecek lakin her ne yapılacaksa bir meşruiyet zeminine oturması lazım ki, bu da meşru ve makbul usul kullanılarak yapılabilir ancak, bu konuda fıkıh usulü ve içtihat yöntemleri henüz tüketilmiş değil, hatta hiç işler kılınmış değil.
Afganistan yukarıda ana hatlarıyla çizdiğimi can yakıcı sorunlarla boğuşurken, bir ülkenin ve halkının emperyalistler ve akılsız liderlerinin çatışması yüzünden beşeri ve iktisadi coğrafyası çökmüşken, hatta yer yer insani kriz yaşanırken, bütün bunları görmezlikten gelip “Taliban, kadın, burka, şeriat” laflarıyla oryantalist resimler çizmek ne objektifliğin şartı adalete, ne fikri ve ilmi tarafsız inceleme ve anlama çabasına sığar.
Öyle de olsa Taliban’ın yanlışlıklarını görmezlikten gelmek büyük hata olur. Yerine göre anlama, tanıma; doğru bilgi ve adil hükme varma adına eleştirilerimizi yapmak hem hakkımız hem görevimizdir.
Taliban’a yöneltilen eleştiriler
Bir ilahiyatçımız, Taliban’ın korkutucu uygulamalarını şöyle sıralamaktadır: 1) Kadınların eve kapatılması 2) Kadınlara burka veya peçe zorunluluğunun getirilmesi; peçesiz gezen kadınların kırbaçlanması 3) Erkeklere sakal zorunluluğunun getirilmesi, sakal bırakmayanların 6 aydan başlayan cezalara çarptırılması 4) Tv yayınlarının durdurulması 5) Fotoğrafların yasaklanması, ders kitaplarından görsellerin çıkarılması 6) Müziğin yasaklanması 7) Erkeklere beş vakit namazın eve en yakın camide kılma mecburiyetinin getirilmesi 8) Namaz surelerini bilmeyenlerin kırbaçlanması 9) Medrese öğrencilerine 3. Sınıftan itibaren 3 metrelik sarık sarma mecburiyetinin getirilmesi 10) Taliban’a muhalif olanların ve rakip mücahitlerin idam edilmesi 11) Toplu taşıma araçlarından kadınlara bakılır diye aynaların sökülmesi 12) Resmi dilin Peştuca olması (Mehmet Gündoğdu, Taliban rejimi İslami değildir, Ocak Medya, 23 Ağustos 2021. Ayrıca bkz. Mustafa Çağrıcı, Taliban iktidarına dair, Karar Gazetesi, 25 Ağustos 2021.)
Yakından tetkik edildiğinde bunların bir bölümünün doğru olmadığı, bir bölümünün abartıldığı, bir bölümünün Afgan toplumunun geleneğinden veya etnik-kavmiyetçi asabiyetten kaynaklandığı, bir bölümünün de yeni içtihatlar gerektiren fıkhi bir temele dayandığı anlaşılıyor.
Ancak Taliban’ın pür İslami ve pîır-u pâk bir yönetim tasarladığı da söylenemez. Hakikatte genelde dünyada ve özellikle bazı İslam toplumlarında kadının durumu iyi değildir. Bu konuyu derinlemesine ele alma mecburiyeti söz konusudur. Aksi halde hem kadınların mağduriyeti devam etmekte, hem de işgalci emperyalistler ve İslam düşmanları bu mağduriyeti istismar etmektedirler. Nitekim bazı çevreler “Taliban’dansa, işgal daha ehvendir” demekten çekinmemektedirler.
Başörtüsü: Başı örtme veya açma mecburiyeti
İslam bakış açısından şu soru önemli: Çıkar yol, bir toplumsal kesimin gücü ele geçirdiğinde kendi ideolojisini ve yaşama tarzını toplumun diğer kesimlerine devlet ve kanun marifetiyle empoze etmek ve kendisi gibi yaşamaya mecbur etmek mi?
Bu noktada İslam’ın diğer otoriter ve totaliter doktrinlerden farkının altını çizmek lazım, o da Kur’an’ın “Din’de zorlama yoktur” (2/Bakara, 256) ilkesini vaz’etmiş olmasıdır. Tarihin her döneminde otoriter-baskıcı yönetimler (tiranlıklar) olmuştur ama tarihte ilk defa totaliter rejim ve yönetim modelinin ilham kaynağı Aydınlanma felsefesi, bu felsefenin aklı ve bilimi mutlaklaştırıp bu ikisinden meşruiyet (?) devşiren faşizm ve sosyalizm-komünizmde ortaya çıkmıştır. Bugün bazı İslami gruplar din adına totaliter bir rejimi savunuyorlarsa, bunun ilham kaynağı İslam ve İslam tarihi değil, Batı’nın Aydınlanma felsefesidir, maalesef onu taklid ediyorlar. Bu gruplara göre insanları akıl ve bilimle aydınlığa çıkarmak adına totliter-otoriter yönetimlerde haklılık aranacaksa, dine göre insanları “karanlıklardan aydınlığa, bâtıldan hakka çıkarmak” daha meşru hak olur. Aydınlanmanın İslam adına savunulması yanlıştır. Çünkü Kur’an, insanların karanlıklarda (zulumat) ve bâtılda kalma özgürlüklerini ellerinden almaz, baskı ve zorbalıkla (ikrah) insanların hidayetine cevaz vermez. Taliban’ın yanlışı tersinden Kemalizm olup kendi din yorumunu ve çoğu geleneksel yaşama biçimini toplumun tümüne dayatmaya kalkışmasıdır. Buna dinde cevaz yoktur.
Bu perspektiften örnek bir olaya, başörtüsü/tesettür konusuna bakalım:
Taliban sözcüsü Süheyl Şahin’in “Kadınlar örtündüğü müddetçe hak kaybına uğramayacaklar” şeklinde yaptığı açıklama, başörtüsünü herkese mecburi kılacaklarını gösteriyor.
Hiç şüphesiz başörtüsü Kur’an ve Sünnet tarafından emredilen bir vecibedir, bilinç sahibi mü’min kadınlar başlarını örter, tesettüre riayet ederler (Bkz. Ali Bulaç, Kur’an Dersleri/Tefsir, V, 121-129 ve 480-486). Ama başörtüsü Kur’an’da dünyevi ve maddi müeyyidesi tayin edilmemiş bir vecibedir, örtünmeyen şüphesiz günah işler ancak dinden çıkmaz ve devlet kanun ve kolluk kuvvetleri marifetiyle örtünmek istemeyenlere örtüyü mecburi kılamaz, onları kamusal haklarından mahrum bırakamaz. Başkasının özgürlüklerine ve hayat hakkına tecavüz olmadıkça her toplumsal grubu ve bireyi kendi tercihlerinde serbest bırakmak en doğru İslami yoldur, benim Kur’an ve sahih Sünnet’ten anladığım budur.
Sorun Müslümanların kendi fıkhi ve kelami kaynaklarını kullanarak yaşadıkları sosyal, ekonomik ve politik sorunlara çözüm bulmakta gösterdikleri acziyettir. Başka beşeri tecrübelerden elbette istifade edilir, edilmeli, lakin başkalarından paketler ithal etmek sorunlarımızı çözmüyor, aksine toplumlarımızın harici güçler tarafından manipüle edilmesine, buna tepki olarak da entegrist, şiddet yanlısı grupların İslamiyet’in temsilcileri ve modelleri olarak ortaya çıkmasına ele yol açıyor. Afganistan’ın içinde yaşadığı sorun, İslam dünyasının yaşadığı sorunlardan mahiyetçe farklı değildir, derece ve form farkı söz konusudur.