Türkiye her fikri, her öneriyi tartışacak.
Öyle Genelkurmay’ın yaptığı gibi muhtıralarla ya da AKP’li Ömer Çelik’in yaptığı gibi “demokratik özerklik” tartışmasını “suikast” diye suçlamakla tartışmaları önlemek artık ne mümkün, ne de anlamlı.
Bu ülkenin bütün ezilenleri, Kürtleri, dindarları, Alevileri, bütün taleplerini söyleyecekler.
İlkokuldaki çocuğun nasıl giyineceğine kimin karar vereceğini de, Alevilerin ibadethanelerini de, Kürtlerin “demokratik özerklik” isteğini de gündemimize alıp, fikirlerimizi söyleyeceğiz.
Karşı çıkan da, savunan da kendi nedenlerini açıklayacak, karşısındakini ikna etmeye çalışacak.
Şu aşamada, kimin haklı olduğundan da daha önemli olan bu tartışma özgürlüğünün önünü açık tutmak.
Her şeyin konuşulabilmesini sağlamak.
Bugüne dek bu ülkenin devleti, hemen hemen her şeyi konuşmadan, tartışmadan, vatandaşlarının fikrini sormadan, zorla yaptı.
Başörtüsünü yasakladı, Kürtçeyi yasakladı, Alevilerin çocuklarının onların istediği gibi eğitilmesini yasakladı.
Bu yasakların hepsi de saçmaydı.
Anlamsızdı.
Sonunda toplum, yasakları delip, her şeyi konuşulur hale getirdi.
Konuşmaya başladığınızda çözüm yaklaşmış demektir.
Üniversitelerde başörtüsü yasağı zaten fiilen bitti, Kürtçenin yasaklanmasını çoktan geride bıraktık “anadilde eğitimi” ve “demokratik özerkliği” tartışıyoruz, Alevilerin cemevleri de ibadethane statüsüne girecek.
Şu anda en önemli şey bence, her fikrin konuşulabildiği özgürlük ortamını sağlıklı ve sağlam tutmakta.
İşin içine zorun, zorbalığın, silahın karışmadığı bir sükûnetle bütün düşüncelerin ve taleplerin dile getirilmesinde.
Geçen gün, Apo’nun “silahları bırakabiliriz” mesajı verdiğini açıklayan Talabani de Türkiye’deki Kürt liderlerle yaptığı konuşmada “devletin bütün sorunları beş yıl içinde çözeceğini” söyleyerek “bu çözüm sürecinin silahla kesilmemesini” istemiş.
Belli ki devlet Talabani’ye “biz bu sorunları çözeceğiz” demiş.
Ama bunun için “beş yıllık” bir süre koymak fazla abartılı.
Kimsede beş yıl bekleyecek hâl kalmadı.
PKK’nın silahları “hemen” susturmasını istiyorsanız, siz de “hemen” bazı çözüm önerileri sunmalısınız.
Son yüzyılda defalarca kandırılmış olan Kürt halkının öyle “beş yıllık” sözlere pabuç bırakacağını hiç sanmam.
Ayrıca, “devletin insanların haklarını vermesinin”, devletin “insanların haklarını yasaklamasından” yöntem olarak hiçbir farkı yok.
Artık devlet yasaklamasın, devlet vermesin.
Neyin, nasıl, ne zaman yapılacağını bu toplum belirlesin.
Bunun en sağlıklı ve kolay yolu da, devletin “toplumu Kürtler, Aleviler, dindarlar” diye bölümlere ayırarak hepsine ayrı ayrı bir şeyler vermesi yerine, bütün toplumun özgürlüğünü sağlayacak, herkesin sorunlarını eşit biçimde çözecek, ortak bir yöntemin toplum tarafından belirlenmesi.
Özgürlük sadece Kürtler için, sadece dindarlar için, sadece Aleviler için, sadece solcular için olamaz, özgürlük herkes için olur ve ancak toplumun bütünü özgürleştiğinde “parçalar” da güvenilir bir özgürlüğe kavuşur.
Merkezle ağlarını gevşetmiş, kendi ihtiyaçlarını ve çarelerini kendisi saptayan “özerk” yerel yönetimler neden sadece Kürtlere ait bir sorun gibi tartışılsın?
Neden böyle tartışarak Türkleri dışlayalım?
Bütün ülkede yerel yönetimleri özerkleştirelim.
Avrupa Birliği’nin ve Birleşmiş Milletler’in “yerel yönetimlerle” ilgili kriterlerini bütün ülkede uygulayalım.
“Anadilde eğitim”, Türkçe dışında bir anadili olduğuna inanan herkesin hakkı olsun.
Din dersini “zorunlu” olmaktan çıkartalım, isteyen herkesin çocuğuna istediği dini, istediği biçimde öğretebileceği bir din özgürlüğü alanı açalım.
Devlet artık topluma bir şey vermesin, sadece toplumun özgürlüklerinin önünde engel olmaktan vazgeçsin.
Beş yıl falan da beklemeyelim.
Özgürlüğümüze ulaşmak için neden beş yıl bekleyeceğiz, ne kadar bekleyeceğimize karar verme yetkisine kim sahip?
İşin içine silah girmezse Türkiye sorunlarını beş yıldan çok daha önce çözer.
Konuşmaya başladık çünkü.
Konuşan ve isteyen bir toplumun önünde hiçbir güç duramaz.
Yeter ki düşünceler, barut kokuları arasında kaybolmasın.
TARAF