Askerin ve PKK’nın aynı zamanda gözden düşmesi tesadüf değil. Eş zamanlı güçlendiler; biri diğerini besledi, diğeri öbürünü büyüttü, palazlandırdı. Birinin güçlenmesi diğerini zayıflatmadı, diğerinin büyümesi de öbürünü küçültmedi. 25 yıldır Türkiye’yi esir alan bu kısırdöngünün bir türlü sonuçlanmaması bundan.
Tahterevallinin bir ucunda ordu, diğerinde PKK, Kürt sorunu gibi sınırsız bir enerji kaynağından aldıkları güçle, elde ettikleri iktidarı bir elli yıl daha koruma derdindeydi. Ta ki siviller devreye girene kadar.
İyi de asker hangi arada bu kadar güçlenmişti?
Yoksa hep böyle güçlü müydü?
Bence her zaman böyle güçlü değildi.
12 Eylül darbesi bile askere sürekli bir iktidar olanağı sağlamamıştı.
Turgut Özal, 1987’de Genelkurmay Başkanlığı için davetiye bile bastıran Orgeneral Necdet Öztorun ve Genelkurmay Başkanı Necdet Üruğ’u görevden aldığında gerekçesini şöyle açıklamıştı: “Bu şartlarda arkadaşı (KK Komutanı Öztorun) Genelkurmay Başkanı yapamayız. Yaparsak biz onun emrine gireriz.”
1987’ye gelindiğinde darbe hızını ve etkisini yitirmeye başlamıştı.
Aynı günlerde Güneydoğu’da hızla yayılan PKK eylemleri askere yeniden ama bu kez sınırsız bir iktidar imkânı sundu.
Bu mucizenin keşfi 1993’te oldu. Yani Özal’ın deyimiyle siviller askerlerin emrine girdi.
1987’de Genelkurmay Başkanı ile Kara Kuvvetleri Komutanı’nı görevden alan sivil irade, 1993’te gücünü askere kaptırdı. Yüksek Askeri Şura’da hükümete karşı direnen, kafa tutan, adeta ikinci bir hükümet gibi davranan bu komutanlar, bu güçlerini siyasilerin 1993’te sırtlarını döndükleri Kürt sorununa ve PKK’ya borçlular.
1991’e gelindiğinde siyasi hayat en azından sivillerin etkisindeydi. O yıl Diyarbakır’da konuşan Süleyman Demirel, koalisyon hükümeti adına “Kürt Realitesi”ni kabul ettiklerini açıklama cesaretini gösterdi. Yine aynı yıl Cumhurbaşkanı Turgut Özal, federasyon dahil her şeyin tartışılabileceğini açıkladı.
Hatta daha ileri gitti. Abdullah Öcalan’la aracılar vasıtasıyla diyaloga girdi. Ateş kesmesini ve silahları bırakmasını istedi. Bu çıkışları salt Özal’ın cesaretine indirgemek eksik olur. Bu sivil siyasetin askeri otorite karşısındaki üstünlüğüne de işaret eder.
Sivil otoritenin sonunu getiren olay 1993’te yaşandı. Bingöl’de 33 silahsız askeri kurşuna dizen PKK, Ankara’da da dengeleri sonuna kadar değiştirdi. Bugün 12 Eylül’e maledilen vesayet rejimi işte tam da bu tarihten itibaren toplumsal ve siyasi hayatın üzerine karabasan gibi çökebildi.
Darbe soruşturmaları, Ergenekon’la mücadele ve son olarak YAŞ’ta gündeme gelen çekişme ve kavgalar, sivil iradenin geri döndüğünü gösteriyor.
Ama sivillere asıl gücünü geri kazandıran şey, Kürt sorununu askerin tekelinden çıkarmakla işe başlamaları oldu.
1993’te sistem şöyle kurulmuştu: Siyasi partiler hükümet olur ama Türkiye’nin en önemli sorunu olan Kürt sorunu ile PKK meselesine karışamaz, giremez. Asker, faili meçhul cinayetler işler, köyleri boşaltır, işkence yapar; PKK karakol basıp askerleri öldürür... Filmin sonu hükümetin tepe takla gitmesiyle sonuçlanır.
Aynı kartı Dağlıca, Aktütün, Gediktepe, Hantepe, Reşadiye ve Dörtyol’da sahneye koydular. PKK eylemleri tırmandırdığında hükümet tepe takla olacaktı. Bu kez olmadı. 2002’de hükümete gelen AKP ise bu oyunu gördü. Uzun süren hazırlık döneminden sonra, bunlarla mücadele etmeye başladı. Ergenekon, Balyoz, Kafes, İrticayla Mücadele Eylem Planı soruşturmaları sayesinde oldu bunlar.
YAŞ’ta yaşanan kavgada askeri vesayet son bulmayacak ama ama sivil irade ve dolayısıyla demokrasimiz daha fazla güçlenecek.
kurtulustayiz@gmail.co
TARAF