Özgür-Der tarafından yapılan açıklamada "Tahşiyye olayı adı geçen yapılanmanın bulaştığı hukuksuzluklardan sadece biridir. Bu yapılanmanın gerek emniyet gerek medya vasıtasıyla kendisi açısından riskli gördüğü çeşitli gruplara karşı tutumu farklı olmamıştır. Baştan suçlu oldukları hususunda kesin kanaat getirilen çeşitli İslami gruplara karşı mahkumiyeti önceden tescillenmiş süreçler işletilmiş ve abartılı iddialar, düzmece delillerle yürütülen operasyonlar neticesinde çok sayıda Müslüman mağdur edilmiştir. Hizbuttahrir, Hizbullah, el-Kaide, Vasat gibi çeşitli adlarla yürütülen operasyonlar ve açılan davalarda yaşanan derin hukuksuzluklar bu olgunun açık göstergesidir. Bugüne dek mağdurların ısrarla dikkat çekmeye çalışmalarına rağmen kulak tıkanan “Gülenci yapılanmanın zulmüne uğradıkları”, haksız ve hukuksuz operasyonlara maruz kaldıkları, eylemlerinden ziyade düşüncelerinden ötürü mahkum edildikleri şeklindeki iddiaları geldiğimiz aşamada ciddi bir şekilde gündeme alınmayı hak etmektedir." vurgusu öne çıkıyor...
***
Basın Açıklamasının Tam Metni:
“TAHŞİYYE” İFŞAATI BENZER HUKUKSUZLUK DOSYALARININ DA
RAFTAN İNDİRİLMESİNİ GETİRMELİDİR!
18 Aralık 2014
14 Aralık operasyonu olarak adlandırılan ve emniyet ile medyada Gülen Cemaatine mensup isimlere yönelik yürütülen soruşturma kamuoyunda hararetle tartışılmaya devam ediyor. Gülen Cemaatinin yayın organları ve hükümet karşıtı kimi çevreler bu operasyonu 17 Aralık yolsuzluk soruşturmasını örtmeye yönelik bir hamle ya da intikam saldırısı olarak tanımlamaktalar. Bilhassa Samanyolu yayın grubu başkanı Hidayet Karaca ve Zaman gazetesi yayın yönetmeni Ekrem Dumanlı’nın da operasyona dahil edilmesi basın özgürlüğünün açık ihlali olarak bu çevrelerce sert bir şekilde eleştiriliyor. Ne var ki tüm bu eleştiri sahipleri soruşturmaya gerekçe gösterilen “Tahşiyye davası” ile ilgili iddialara ilişkin tatmin edici bir açıklama getirebilmiş değiller. Daha da ötesi hukuksuzluktan yakınırken açık, somut bir hukuksuzluk olgusunu adeta sıradanlaştırma, geçiştirme çabası içine girebiliyor, doğrudan zulüm savunuculuğuna soyunabiliyorlar.
Oysa “Tahşiyye davası” rahatlıkla görülebileceği üzere başından sonuna tam bir kurgu, iftira ve zulüm olayıdır. Bu konuyla ilgili olarak dönemin İçişleri Bakanı ve Emniyet Müdürünün açıklamalarını adı geçen grubun suçlu olduğunun delili veya operasyonun ardında hükümetin bulunduğunun göstergesi olarak sunmaya kalkışmak konuyu çarpıtmaktır. Dönemin yetkili isimlerinin kimlerce, nasıl bilgilendirildiği malumdur! Kaldı ki, dönemin siyasi ve idari yetkililerinin tümü bu zulme bulaşmış olsa dahi, bu durum Gülenci yapılanmanın boğazına kadar bu kirliliğe battığı gerçeğini ortadan kaldırmaz. Konudan bu şekilde sıyırılmaya kalkışmak, bataklıkta çırpınırken birilerini yanına çekmeye çalışmaktan farksızdır!
Ne yazık ki, Tahşiyye olayı adı geçen yapılanmanın bulaştığı hukuksuzluklardan sadece biridir. Bu yapılanmanın gerek emniyet gerek medya vasıtasıyla kendisi açısından riskli gördüğü çeşitli gruplara karşı tutumu farklı olmamıştır. Baştan suçlu oldukları hususunda kesin kanaat getirilen çeşitli İslami gruplara karşı mahkumiyeti önceden tescillenmiş süreçler işletilmiş ve abartılı iddialar, düzmece delillerle yürütülen operasyonlar neticesinde çok sayıda Müslüman mağdur edilmiştir. Hizbuttahrir, Hizbullah, el-Kaide, Vasat gibi çeşitli adlarla yürütülen operasyonlar ve açılan davalarda yaşanan derin hukuksuzluklar bu olgunun açık göstergesidir. Bugüne dek mağdurların ısrarla dikkat çekmeye çalışmalarına rağmen kulak tıkanan “Gülenci yapılanmanın zulmüne uğradıkları”, haksız ve hukuksuz operasyonlara maruz kaldıkları, eylemlerinden ziyade düşüncelerinden ötürü mahkum edildikleri şeklindeki iddiaları geldiğimiz aşamada ciddi bir şekilde gündeme alınmayı hak etmektedir.
Elazığ İhya-Der davası bu konuda dikkatle yeniden incelenmesi gereken davalara somut bir örnektir. İhya-Der’in Elazığ’daki merkezi ile Malatya, Palu ve Kovancılar şubelerine yapılan baskınlarla başlayan ve Nisan 2009’da açılan dava süreci 14 Ocak 2010 tarihinde sonuçlanmış ve yasal bir derneğin izin alınarak sürdürdüğü etkinliklerinin “yasadışı örgütsel faaliyet” kapsamında değerlendirilmesi neticesinde içlerinde felçli bir hanımın da bulunduğu 19 kişiye 150 yıl hapis cezası verilmiştir. İsrail’in Gazze saldırısını protesto; Mekke’nin Fethi kutlaması; Kerbela faciasının anılması gibi etkinliklerin “Hizbullah” örgütüyle ilişkilendirildiği davada aynen Tahşiyye davasında ayakkabılıkta bulunan bomba misali, bir İhya-Der mensubunun işyerindeki çekyatta “örgütsel doküman” ele geçirilmiştir! Çekyatın içinden çıkan bu dökümanda Elazığ’da Gülen Cemaatine bağlı bir okulda müdürlük görevinde bulunan bir kişinin isminin yuvarlak içine alındığı görülmüş ve polisin “eliyle koymuş gibi” bulduğu bu kağıt parçası Malatya 3. Ağır Ceza mahkemesince suikast hazırlığının delili olarak kabul edilmiştir.
Aynı kafa yapısının ürünü deliller, benzeri suçlamalar ve kurgulanmış davalarla bugüne kadar pek çok Müslümanın mağdur edildiği bilinmektedir. Bugün ortaya çıkan “Tahşiyye olayı” bu bağlamda yapılan edilenlere ilişkin bir ipucu sunmaktadır. Durum Gülen Cemaati mensupları ve savunucularının konuyu savuşturma adına “Roma’yı da Cemaat yakmıştı!” türünden demagojik yaklaşımlarla geçiştiremeyeceği kadar vahim ve acildir. Bu noktada hükümet de bir giyotin gibi işlemiş ve pek çok mağdur üretmiş hukuksuzluk olgusunun üzerine ciddiyetle gitmeli ve yaşanan mağduriyetleri sadece Gülen Cemaatine karşı bir darbe mantığıyla ele almayıp hukuksuzluğun tasfiyesi için bir arınma vesilesi olarak değerlendirmelidir.
Rıdvan Kaya
Özgür-Der Genel Başkanı