Tahran Suriye’de Neden Savaşıyor?

İran’ın resmi ölü sayısını yayınlaması, Suriye’deki çatışmalarda İran’ın rolüne ilişkin yeni soruları gündeme getirdi.

Mahan Abedin’in yazısını Haksöz Haber için Gökhan Ergöçün İngilizceden tercüme etti.

MAHAN ABEDİN
Middle East Eye / Çev: Gökhan Ergöçün

Tahran Suriye’de Neden Savaşıyor?

İran Şehitleri Vakfı Başkanı tarafından Mart ayı başlarında yapılan açıklamada “türbe savunusu” sırasında 2.100 savaşçının Suriye’de öldüğü duyuruldu.

Şam’ın güney bölgesinde yer alan Hz. Zeynep Camii’ne bir atıf olan “türbe savunusu”terimi İran tarafından gönderilen yahut İran sponsorluğunda Suriye’de bulunan askerlerin resmi ifadesidir. Peygamber’in büyük torunu olan ve Şiiler tarafından özellikle saygı duyulan Hz. Zeynep ile ilişkili olarak dinî simgelerin kullanılması, İran’ın Suriye’deki askerî varlığına ideolojik güç veriyor.

Vakıf başkanı Muhammed Ali Şahidi Mahalati, “türbe savunusu”nda ölen ve içlerinde İran komutasında hareket etmekle birlikte çok sayıda İranlı olmayan savaşçının da bulunduğu insanların uyruklarına ilişkin kesin bir şey söyleyemezken en makul yorumlara göre ölenlerin en az yarısı İran vatandaşı. Bunların da büyük bir bölümü Devrim Muhafızları’ndan sevk edilen Kudüs Ordusu’na bağlıdır.

Nispeten yüksek kabul edilebilir bu rakam, İran’ın Suriye’deki askerî varlığının maliyeti konusunda soru işaretleri oluştursa da İran’ın savunma ve güvenlik kuruluşlarında en küçük bir geri adım ya da sıkıntıya bile sebebiyet vermez. Ancak ülkenin bu fedakârlığı sadece Suriye'deki barışı şekillendirmek için mi yaptığı konusunda kamuya açık bir tartışma başlatabilir.

Şahidi Mahalati tarafından yapılan duyuru, İran’ın Suriye’deki operasyonlarının ölçeği açısından büyük bir sürpriz değil aslında. Tek sürpriz -en azından Batılı gözlemciler açısından- İran halkının sessizliği… Ancak bu da iki faktörle açıklanmaktadır.

Yüksek Ölüm Maliyeti

İlk olarak, İran, çatışmayı karşılıklı olarak güçlendirici ideolojik ve ulusal güvenlik şartlarında sunarak, bilgi savaşı tarafını ustalıkla yönetti. Bu ideolojik ve ulusal güvenlik temalı birleşim, Şiilerce hac mekânı olarak algılanan alanlara yönelik fiziksel bir tehdit tespiti ortaya koyarak çatışmayı dinî alana çekiyor ve "türbe savunusu" terimi ile çarpıcı bir biçimde yankılanıyor. Özellikle de aşırı örgütlerin eylemleriyle -2006 yılında Irak’ın Samarra kentinde Irak Kaidesi (daha sonra IŞİD’e dönüştü) tarafından el-Askeri türbesine yapılan saldırı örneğinde görüldüğü üzere- derinleşen kriz bu görüşü daha da muteber hale getirmektedir.

Bu hikâye, İran'ın ulusal güvenlik doktrini ile de tutarlıdır. Böylelikle tehditler Körfez’de tutulur ve sorunlar İran sınırlarından uzakta karşılanır. Altta yatan mantık şu ki İran bugün Suriye'deki aşırılıklarla savaşmazsa, yarın İran sınırları içinde onlarla yüzleşmek durumunda kalacaktır.

Dahası, Devrim Muhafızları’nın general yardımcısı Tuğgeneral Hüseyin Selami tarafından açıklandığı üzere, yurtdışındaki "aşırılık yanlılarını" içinde bulunduran bu strateji, İran'ın Amerika Birleşik Devletleri ve müttefiklerinden gelen tüm tehditlerle yüzleşme maksatlı "direniş eksenini" muhafaza etme konusundaki geniş kapsamlı hedefiyle de tutarlıdır.

İkincisi, İran'ın Suriye'deki savaş çabası son derece uzmanlaşmış ve bölümlendirilmiş durumdadır ve bu nedenle halktan talep edilen bir şey yoktur. Savaşanların büyük çoğunluğu -ve kısmen de olsa- kayıpların çoğunluğu Devrim Muhafızları Birliği’nin Kudüs Ordusu’ndan ve bir dereceye kadar birliğin diğer kollarından geliyor.

Savaşmak için yaygara yapan gönüllüler boyutu mevcut olsa da -bunların samimiyetine rağmen-bu insanlar hakkındaki kilit mesele, Devrim Muhafızları tarafından organize edilmeleri, eğitilmeleri, konuşlandırılmaları ve yönlendirilmeleridir.

İran'ın Suriye’deki varlığının en tartışmalı yönü, Afganların, özellikle de İran'daki Afgan muhacirlerin Suriye'deki çatışma bölgelerinde savaşmak için harekete geçirilmesi olmuştur. Ana akım Batı medyası sıklıkla bu olguyu mümkün olan en kötü ihtimallerle işliyor: Bu insanların içinde bulundukları para sıkıntısının İran tarafından istismar edildiği ya da İran’ın savunmasız yerleşimci ve mültecileri kullandığı gibi…

Bu örneklere tamamen yanlış diyemesek de bu radikal genelleme durumun karmaşıklığını izah etmeye yetmiyor. Örneğin, birçok dindar Afgan, ideolojik olarak Suriye'de savaşmak için motive olmuş durumda ve Devrim Muhafızları bayrağı altında orada savaşmaktan ve dahi orada ölmekten mutlu görünüyorlar. Ek olarak, geçen yaz Halep’te öldürülen 17 yaşındaki Hüseyin Dadnazari gibi “şehit olan” gönüllü Afgan askerlerinin detaylı biyografileri yayınlanıyor.

Barış Yitiriliyor mu?

Kayıplara dair resmi açıklama yapılmasının bir sebebi, İran'ın savaşın en kötü kısmının bittiğine olan güveni ve önümüzdeki aylarda İran’ın çok daha az kayıp yaşayabileceği düşüncesi olabilir. Nitekim Suriye ordusuna ve müttefiklerine Aralık ayında Halep'i geri almaları konusunda yardımcı olmak, herhalde İran'ın Suriye'ye müdahalesinin zirvesi olduğunu kanıtlar niteliktedir.

Öte yandan İran, Suriye savaş alanlarında daha fazla fedakârlık yapmaya çoktan hazır görünüyor. Tuğgeneral Hüseyin Selami, özellikle de Amerikan imparatorluğunun üzerinde batmaya başladığını vurgulayarak İran’ın bölgesel taahhütlerinden geri adım atmayacağını vaat etmekte.

Fakat bu çatışmacı dil, Suriye meselesinin nihayete ulaşmasıyla ilgili kaygıları maskeliyor. Bu, İran'ın en büyük korkularından biri; şöyle ki Suriye'deki taahhüdünün ölçeği, kan ve servetin maliyeti, barışa orantılı olarak eşitlenmeyebilir.

İran, Suriye'deki varsayılan müttefiki olan Rusya'nın Türkiye ile taktik ve operasyonel anlaşmalar imzalamış olmasını kenardan seyretti. Suriye bağlamında Türkiye, kuzey Suriye'deki eylemleri ile doğrudan Şam'ın egemenliğini ihlal eden ve uzantılarıyla İran'ın çıkarlarını tehdit eden bir rakip. Durum öyle ciddi ki deneyimli İranlı diplomatlar Ankara’nın Tahran'a karşı attığı adımları savaşın alarmı olarak değerlendiriyorlar.

Suriye'deki İran diplomasisinin karışık durumu ve özellikle çok boyutlu uluslararası barış girişimleriyle bağlantılı olarak, çatışmanın arzulanan sonucuyla ilgili ulusal çapta bir tartışma İran için faydalı olabilir. Şimdiye kadar, İran kamuoyu, çatışma hakkında çok az konuştu. Şimdi değişim zamanı.

Yorum Analiz Haberleri

“Esed’in düşüşüyle Rusya 'süper güç' olmaktan çıktı”
Döktüğün kan yetmedi mi hala utanmadan konuşabiliyorsun?
"Suriye'den bize ne?" yaklaşımını besleyen körlük
Suriye devrimine çarpık ve indirgemeci yaklaşımlar
Yılbaşında normalleşen haram: Piyango