Tahran penceresinden bakanlar!

MUSTAFA ÖZCAN

Son sıralarda hükümet ve Ahmet Davudoğlu’nun politikalarına karşı amansız bir taarruz ve saldırı var.

Bu saldırıları kasıtlı bulduğum kadarıyla haksız da buluyorum. Dış politikaya Tahran veya Tel Aviv penceresinden bakanlar Türkiye’nin yalnız kaldığını düşünüyor ve vehmediyorlar. Ayrıca doğru olsun da bırakın yalnız kalsın. Tahran ekseni veya partizanlarına durum böyle gelebilir. Tahran eksen politikası izliyor ve bu eksende Türkiye yok. Zira Türkiye kimsenin kuyruğu değil. Bölgede ayrıştırıcı değil bütünleştirici ve uzlaştırıcı politikalar izliyor. Türkiye Tahran dahil kimseyi dışlamaktan yana değil. Bunun ikili ve çoklu ilişkilerde sürtüşme ve hırçınlık getireceğinin farkındadır. Bundan dolayı kızıştırıcı değil yatıştırıcı politikaları yeğlemektedir. Türkiye’nin tercihi eksen politikası değil sorunları sıfırlama politikasıdır. Lakin sıfır sorun politikası İran’ın eksen politikasına toslamıştır. Onunla çekişme halindedir. Bu durumda Türkiye ne yapsın? Ahmet Davudoğlu Suriye dışında sıfır çözüm politikasının devam ettiğini söylemektedir. Lakin İran, Suriye politikasını da eksen politikasına dönüştürdüğünden Türkiye’nin bu politikası haliyle eksen politikasının gergefine takılmıştır. Öyleyse bölgede gerilen ilişkilerin nedeni sıfır politikasının iflası değil Arap Baharı ile birlikte İran’ın keskinleşen bloklaşma, cepheleşme ve eksen politikasıdır. İran ise en iyi savunma taarruzdur diyerekten kendi politikalarını başka kavramlar altında pazarlamaya çalışmaktadır. Onlara göre bölgede iki politika var: Mümanaat yani direniş ve hegemonya politikası. Direnişi Tahran ve ekseni, hegemonyayı ise ABD ve işbirlikçileri temsil etmektedir. Türkiye’deki ulusalcılar da Tahran’ın vizyonunu benimsemiş bulunuyorlar. Halbuki, bölgedeki bütün sorun İran’ın hegemonyacı yaklaşımlarından ve politikalarından kaynaklanmaktadır. Hal böyle iken Türkiye’nin bütün komşularıyla sorunlarını sıfırlı hale getireceği yerde fiiliyatta herkesle sorunlu hale getirdiğini ileri sürüyorlar. Peki! Bu neden kaynaklandı? İsrail’le ilişkilerimizin bozulmasının nedeni Türkiye değil bilakis İsrail’in izlediği nobran politikalarıdır. Haaretz gazetesinden Zvi Bar’el yazdığı son makalelerinde İsrail’in Mısır ve Türkiye’ye karşı izlemiş olduğu yanlış politikaların bedelini ödediğini ve iki ülkeyi kaybettiğini yazmaktadır. Birisi Gazze saldırısının diğeri de Arap baharının ürünüdür. Lakin meseleye Tel Aviv penceresinden bakanlar sanki bu bedeli Türkiye ödemiş gibi tasvir ve takdim ediyorlar. Türkiye ile İsrail arasındaki soğukluk ayrıca Washigton-Ankara ilişkilerini eskisi kadar etkilemiyor.

¥

Tahran eksen politikası izlediğinden dolayı sadece Türkiye ile değil bütün bölge ülkeleriyle sorunlu hale gelmiştir. Dolayısıyla Suriye meselesi üzerinden Türkiye de İran ekseniyle sorunlu hale gelmiştir. Bu Tahran politikalarının tabii sonucudur. Ahmet Hatemi gibi İranlı din adamları Beşşar’ı destekledikleri için Suriye rejiminin yıkılmayacağını öngörmektedir. Irak’ta bir zamanlar yolu Baas’la kesiştiğinden dolayı Allavi’nin hükümet kurmasına izin vermeyen aksine Nuri Maliki’yi destekleyen Tahran rejimi ne pahasına olursa olsun Suriye’de Baas iktidarını ayakta tutmak için bütün gücünü seferber etmiştir. İran’ın bu politikası Irak’ın içinde keskinleşmeyi, komşularıyla da sürtüşmeyi beraberinde getirmiştir. Şam’ı desteklemek için İran, mihverini harekete geçirmiştir. Şam üzerine Türkiye ve Körfez ülkelerinin baskılarını hafifletmek için tali cepheler açmayı bile göze alıyor. Sözgelimi durduk yerde Ahmedinejad’ın BAE’ye ait ve 1972 yılında Şah tarafından işgal edilen ve statüsü tartışmalı Ebu Musa adasını ziyareti tamamen gündem saptırmak ve Körfez ülkelerinin dikkatlerini başka yöne çekmek amacını taşımaktadır. Amacı, Suriye ile meşgul olan körfez ülkelerinin dikkatini Ebu Musa ve İran işgaline çekmek ve böylece enerjilerini heder etmektir.

¥

CHP’nin Le Meridien Otel’de düzenlediği “Arap Baharı Konferansına” katılan, El Muslimun gazetesi eski Yayın Yönetmeni Abdullah Rufai de Irak Başbakanı Nuri Maliki’nin de Türkiye’ye sataşmasının arkasında Suriye cephesi üzerine yoğunlaşan Türkiye’nin dikkatini dağıtmak olduğunu söylüyor. Dolayısıyla Türkiye önemli bir momentumda ve çatışma noktasında bulunuyor. Bu, Türkiye’nin izlediği politikalardan değil objektif şartlardan ve siyasi ve içtimai kum fırtınalarından ve bölgenin zemininde kayan kumlardan ileri geliyor. Arap Baharı ile birlikte, İran’ın 10 yıldır Amerikan işgalleriyle kazandığı zemin ayağının altından kayıyor. Bunu hazmedemeyen İran keskinleşiyor ve hırçınlaşıyor. Suriye’deki rejim değiştiğinde Akdeniz penceresi kapanmış olacak. Buna mukabil, Bahreyn’deki Şii tabanın gösterilerine destek vererek bu ülkeyi de ‘velayet-i fakih’ haziresine sokmak istedi buna da Suudi Arabistan’ın hamlesi mani oldu. Bundan dolayı gerilimi tırmandırma politikası izliyor. Lakin Tahran penceresinden bakanlar, Tahran’ın zor durumundan kaynaklanan bu vaziyeti algılamak yerine aksine Tahran’ın sıkışmışlığını Türkiye’ye mal etmeye çalışıyorlar. Sanki yıkılmaya yüz tutan Şam rejimi değil de Türkiye! Sanki bütün komşularıyla kavgalı olan Tahran ekseni değil de Türkiye! Tahran’ı haklı çıkarmak için de Celaleddin Yavuz gibiler Türkiye’nin ABD’nin parmağı doğrultusunda hareket ettiğini ileri sürüyorlar. Halbuki, İran’ın İsrail’e yönelik bütün tehditlerinin blöf olduğunu niye görmek istemiyorlar? İsrail’in Gazze saldırısı sırasında İran Besiç güçlerini harekete geçirip yüzbinleri İsrail sınırına yığacaktı, ne oldu? Sonra Mavi Marmara sonrasına birçok gemiyi harekete geçiren İran’ın veya Lübnanlı müttefiklerinin gemileri neden sırra kadem bastı? İsrail’e karşı Süveyş’i geçen İran gemilerinden de ses seda yok! İsrail’e gönderdiği gemiler hayali çıkarken Suriye’de rejime destek için gönderdiği gemiler serapa gerçek. Tahran ekseni ve onun penceresinden bakanlar için yaşasın balık hafızası!

YENİ AKİT