Tahliyeler ve Üretilen Çatışma Algısı

SERDAR BÜLENT YILMAZ

CMK 102. maddede yapılan fakat 2011’e dek ertelenen değişikliklerin yürürlüğe girmesiyle tutuklu yargılanan binden fazla kişi tahliye edildi. Yargılandığı suça bakılmaksızın herkes bu yasadan yararlanırken doğal olarak Hizbullah/İlim örgütünden yargılanan yirmi civarında kişi de tahliye edildi. Ancak bu tabloya karşın medya, süreci “Hizbullah tahliyesi” olarak vermeyi tercih etti.

Söz konusu tutukluların cezaevinden çıkışı sırasında yapılan sevinç gösterileri, PKK’lilerin Habur girişi sırasında yaşanan gösteriler gibi tepki gördü. Ancak küçük bir kalabalığın yaptığı sevinç gösterisi, televizyon görüntüleri eşliğinde günlerce basında tartışma konusu yapıldı.

Siyasetçiler de meseleyi politik malzemeye dönüştürmekte bir beis görmediler. Bu tartışmalara PKK lideri Öcalan da, eleştiri sınırlarını aşan ve tehdit kokan açıklamalarla katıldı. Öcalan’ın açıklamaları ile basının konuyu ele alış biçimi ve sürekli gündemde tutması, kamuoyunun verili korkularını harekete geçirerek eski çatışma sürecine geri dönülebileceği algısı oluşturdu.

Fakat kamuoyu, üretilen bir şeydir. Dolayısıyla kamuoyu algısı da üretilmekte, provoke ve manipüle edilmektedir. Nitekim kamuoyunu üreten, şekillendiren medya, siyaset, sermaye ve bürokrasi gibi yapılar bir kamuoyu mühendisliği işlevi görmekte, toplumsal korkuları besleyip, refleksleri belirleyebilmektedir. Medya bu misyonun merkezi enstrümanıdır.

Kamuoyu bir toplumsal çatışma çıkacağına inandırılmışsa bu toplumun örgütlü temsilcilerine de sağduyu çağrıları yapmak düşecektir. Oysa istenen acaba biraz da bu değil midir? Çünkü çatışma çıkacağı inancına dayalı her açıklama bu toplumsal algıyı derinleştirecektir.

Bu öyle bir algıdır ki, bundan çatışacağı varsayılan kesimler de ilginç bir şekilde etkilenmekte, yekdiğerinin bir çatışma başlatacağına inanabilmektedir. Bu da karşı açıklamaları, meşru savunma söylemlerini gündeme getirmektedir. Sonuçta tüm bunlar üretilen çatışma algısını kökleştirmektedir.

Açıkçası bu hadisede söz konusu kesimlerin tavrı, oluşan algıda Öcalan’ın açıklamalarından daha fazla belirleyici olmuştur.

Hatta çatışma söylemini güçlendiren açıklamaların sahibi olarak Öcalan’a, bu açıklamayı yaptıran yine medyanın tahliyeleri sunuş biçimidir.

Meseleye, bu bindirilmiş gündemin biraz dışına çıkarak serinkanlı bir şekilde bakıldığında ise manzaranın oldukça farklı olduğu görülebilecektir.

Ne Öcalan’ın ne de Hizbullah/İlim örgütünün açıklamalarından bir çatışma ihtimali çıkmamaktadır. Fakat medya üzerinden yapılan yönlendirme, herkesi çatışmanın an meselesi olduğuna inandırmaktadır. Bu algıyı güçlendirmek için yalan haberlere de başvurulabilmektedir; mesela Öcalan’ın söylediği iddia edilen (ve örgüt medyasınca yalanlanan) tahliye edilenlerin evlerinin on binlerce kişi tarafından kuşatılması sözleri bu kabildendir.

Tahliyelerle birlikte adeta tüm toplum, Hizbullah/İlim grubunun tekrar silaha sarılacağına inandırıldı. Oysa 2002’den beri silah kullanmayan bir örgüt, tekrar silaha sarılmak için yöneticilerinin tahliyesine ihtiyacı yoktur.

Sonuç olarak çatışma algısı tamamen yapay ve üretilmiş bir algıdır. Elbette bu algının oluşmasında doksanlı yıllardaki kanlı çatışmaların hafızalarda bıraktığı derin izlerin kolaylaştırıcı etkisi yadsınamaz. Fakat ortaya çıkan algının aksine PKK ile Hizbullah/İlim grubu arasında yakın/uzak bir çatışma tehlikesi görünmemekte.

Buna karşın bazı bilgiler çarpıtılarak, bazıları abartılarak, bazıları da üretilerek toplumda yakın bir çatışma algısı yaratılmak isteniyor.

Yıllardır çeşitli oyunlarla çıkarılan çatışmalardan sadece derin güçlerin faydalandığı biliniyor. Toplum da provoke edilen kesimler de bu durumun farkındalar ve bunu itiraf ediyorlar. Yüzyıldır bölünme, irtica, işgal gibi suni korkularla iktidar asasını elinde tutan siyasi akıl, yine bir suni korku üretme peşinde gibi görünüyor. Medya ise yine baş taşeron.

Toplumun ilgisi bu yolla manipüle edilirken temel birçok sorun da maskelenmiş oluyor. Bunların başında da, rüşvetlerle gündeme gelen, siyasete derin müdahalelerde bulunan ve fakat buna karşın bir davayı on yılda tamamlayamayan ve hukuk cinayetleri işleyen yargının durumu geliyor.

Ayrıca bu çatışmalarla Kemalizmin enkazından yeni bir Kemalist iktidar kotarılmak isteniyor. Evet, hesaplar derin olabilir ancak bu kez hem derin devlet kendi derdine düşmüş halde hem de medya bölünmüş, sermaye çeşitlenmiş, sivil toplumda dengeler değişmiş durumda.

Ortada bir hesap varsa bile bunun muhal olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

------

Bu yazı Özgün Duruş Gazetesinin 71. sayısında da yayınlanmıştır.