ABD’de cuma günü hayatını kaybeden İslam alimi ve Kuzey Amerika Fıkıh Konseyi kurucusu Prof. Dr. Taha Cabir el-Alvani'nin cenazesi Virginia eyaletinde defnedildi.
Sterling kasabasında bulunan Dulles Bölgesi Müslüman Toplumunun (ADAMS) merkezinde düzenlenen cenaze törenine Alvani’nin yakınları ile başkent Washington ve civarındaki Müslüman toplumunun önde gelen isimleri ve vatandaşlar katıldı.
Törende, Alvani’nin oğlu Ahmet ile kızları Rukiye ve Zeynep taziyeleri kabul etti.
Öğle namazını müteakip torunu Osman'ın kıldırdığı cenaze namazının ardından Alvani’nin cenazesi Sterling Mezarlığına defnedildi.
"Büyük bir alim, mütefekkir ve yenilikçi biriydi"
Törende AA muhabirinin sorularını yanıtlayan Amerikan İslam İlişkileri Konseyi (CAIR) Başkanı Nihad Awad, Alvani’nin vefatının Müslümanlar için büyük bir kayıp olduğunu söyledi. Alvani’yi dönemin en önemli İslam düşünürlerinden biri olarak nitelendiren Awad, şunları kaydetti:
“Profesör Alvani büyük bir alim, mütefekkir ve yenilikçi biriydi. Kendi jenerasyonunun başında gelen isimlerdendi. Hepimiz ondan, onun bilgisinden, ilmi zenginliğinden istifade ettik. Dünya genelinde binlerce öğrencisi oldu. Ardında uzlaşma ve fıkha ilişkin derin bir bilgi birikimi miraslarını bıraktı. Onun yokluğunu hissedeceğiz."
Mısır'da El Ezher Üniversitesinde eğitim aldı
Irak’ta 1935 yılında doğan Alvani, Mısır’da El Ezher Üniversitesinde Şeriat ve Hukuk Fakültesinden mezun oldu. Riyad’daki İmam Muhammed bin Suud Üniversitesinde yaklaşık 10 yıl fıkıh eğitimi veren Alvani, 1983 yılından beri ABD’de yaşıyordu.
Alvani, bir dönem Uluslararası İslam Düşüncesi Enstitüsünün başkanlığını üstlenmesinin yanı sıra Kuzey Amerika Fıkıh Konseyi’nin kuruculuğunu yaptı.
Son olarak Virginia eyaletindeki Cordoba Üniversitesinin rektörlüğünü de yapan Alvani, uzun süren rahatsızlığının ardından cuma günü yaşamını yitirmişti.
Alvani’nin Türkçeye çevrilen “İslam Düşüncesinin Bugünkü Meseleleri” isimli kitabının yanında İslami zihniyetin yeniden inşası, İslam hukuku ve sosyal değişim, vatandaşlık, eğitim ve kapitalizm gibi günümüz meselelerine İslami çözüm bulmaya yönelik çok sayıda eseri bulunuyor.
Taha Cabir el-Alvani ile Kasım 2014’te Perspektif Dergisinde gerçekleştirilen röportaj:
Taha Cabir Al-Alvani: “İslam Âlimlerinden Beklentilerimiz Var.”
Azınlık Fıkhı, özel şartlar altında yaşayan Müslüman azınlıkların ihtiyaçlarına yönelik farkındalığa vurgu yapan bir yaklaşım. Bu kavramsallaştırmanın öncüsü olan Prof. Dr. Taha Cabir al-Alvani sorularımızı yanıtladı.
“Azınlık Fıkhı” kavramına öncülük ettiniz. Bu kavram tam olarak ne anlama geliyor?
Fıkıh, Kur’an’da “anlayış” veya “bilgi” anlamına gelmektedir. Ancak ilgili bağlamda içtihat anlamına gelir. Hicretten sonraki ikinci yüzyılda, yani İslam hukukunun zenginleştiği dönemde Müslüman hukukçular, fıkıh terimini dinî bilginin anlaşılmasını ifade etmek için kullanmaya başladılar. Bizim durumumuzda bu terim, Almanya’da ya da Amerika’daki Müslümanlar örneğinde olduğu gibi, çoğunluğu gayrimüslim toplumlarda yaşayan Müslüman cemaatlere dair İslami hükümler çıkarma anlamına gelir.
Bu yaklaşımın ardında ne tür düşünceler var?
Geçmişte Müslüman hukukçular, Müslüman ümmetin yabancıların hükmü altında bulunduğu bazı dönemlerden bahsederken “Nevazil Fıkhı” terimini kullanmışlardır. Burada kavramın kendisi onur kırıcıdır; bir Müslüman’a içinde yaşadığı toplumdan ayrılıyormuş hissi vermektedir. Bu göndermeye göre Müslüman, geçici bir devlette, geçici bir hayat sürmektedir. Bu kavram Müslüman’ın yeni toplumda istikrarlı bir yaşam kuramayacağı ve bu toplumdaki refahın aktif parçası olamayacağı yönünde bir his vermektedir. Bu nedenle “Azınlık Fıkhı” kavramını kullanmak Batı’da yaşayan Müslüman azınlıkların deneyimlerini daha iyi yansıtmaktadır. Bu Müslüman azınlıklar, geldikleri ülkelerdeki siyasi ya da ekonomik şartlar hariç özgür iradeyle orada yaşamayı seçmişlerdir.
Bu kavram, gayrimüslim ülkelerde yaşayan Müslüman azınlıklara, sonradan edindikleri vatanlarındaki çoğunluğa uyum sağlama imkânı vermektedir. Öte yandan dinî mensubiyetlerini koruyup uygulamalarına; kendilerini, ülkelerinin ilerlemesine olumlu katkıda bulunan vatandaşlar olarak ifade etmelerine ve İslami değer ve ahlakla kendi kültürlerini zenginleştirirken sosyal dokunun parçası olmalarına imkân tanır.
Azınlık Fıkhı’ndaki temel bakış açısı nelerdir?
Azınlıklara dair fıkhi temellendirmenin arkasındaki amaç, Kur’an’ın ilkeleri, İslam hukuk ve yaşam tarzına göre İslami karakterlerini sürdürürken, yeni vatanlarına her alanda olumlu katkıda bulunma isteklerini gerçekleştirecekleri bir yol bulmak için mücadele eden Müslüman azınlıkların ihtiyaçlarına cevap vermektir.
Bu Müslüman azınlıklar, azınlıkların içinde bulundukları özel durumlara aşina olmamış ve kendi dar dünya görüşleri nedeniyle belli bir muhakemenin sonuçlarını anlamamış olabilecek, belki bir kısmı yakın dönemde Batılı ülkelere gitmiş ancak anavatanlarından taşıdıkları tecrübe ve koşullanmalarla fıkıhçılıklarını sürdürmeye devam eden hukukçuların görüş ayrılıklarından uzun süre muzdarip olmuşlardır.
Kur’an’ın değişen yaşamsal gerçekliklere göre yeniden okunması gerektiğini mi düşünüyorsunuz? Yoksa İslami ilimlerin zengin geleneği, meselelere ihtiyaç duyulan cevapları verebilir mi?
Müslümanlar olarak bizler, Kur’an’ın Allah’ın kelamı olduğuna ve zengin İslami geleneğin de Kur’an’ın belirli bir zaman ve çağdaki yorumu olduğuna inanırız. Tüm yorumları aşan tek mutlak şey Kur’an’ın kendisidir. Bundan hareketle, Müslümanların, kendi zaman ve koşullarının ışığında Kur’an’ı anlamak için tüm melekelerini kullanmaları gerektiğine inanıyorum. Önceki nesil İslam âlimleri sadece bunu yaptılar. Bizim günümüz âlimlerimizden beklediğimiz de budur; Kur’an’ı, kendi bireysel tercih ve ön yargılarından arındırarak, olası anlamlarının sınırları dâhilinde yorumlamaları.
Geleneksel fıkıh yöntemleri yeterli mi sizce? Günümüz fukahasına nasıl görevler düşüyor?
Büyük âlim ve müçtehidlerin bize bıraktığı İslam geleneği günümüz ihtiyaçlarına yeterli cevap veremiyor. Bu içtihatlar, müçtehidin içinde yaşadığı dönem ve sosyoekonomik koşullar için üretiliyordu. Bu koşullar, çağımızda ortadan kalkmış olabilir, belki aynı müçtehid zamanımızda yaşıyor olsaydı çıkardığı hükümler de farklı olacaktı. Kur’an’ı anlamak isteyen, bunun için vakit harcayan ve onun değerleri -yani tevhid, tezkiye (arınma), imran (medeniyet), ümmet ve dava- çerçevesinde sunduğu açıklamalara kendisini açan kişiler için anlamını ayan eden Kur’an, bu denklemdeki tek sabitedir.
Bir Avrupa, Amerika veya Çin İslam’ından söz etmek mümkün mü sizce?
Azınlık Fıkhı, her toplum için farklı bir İslam anlayışı olacağı anlamına gelmiyor. İslam Hz. Âdem’le başlayıp Hz. Muhammed (s.a.v.)’le biten bir dindir. İnsanlık da ırk, renk ve etnisite açısından farklı tezahürleri olan tek bir ailedir. Bu farklılıklar İslam’ın hayat anlayışı içerisindeki insani deneyimin zenginleşmesi içindir ve değişik bağlamlar içerisinde Kur’an’ı anlamada zenginlik sağlar. Bizler İslam’ın Hz. Âdem’den bizim modern zamanımıza uzanan bir din olduğuna, Allah’ın tüm nebi ve resullerinin aynı aileye ait olduğuna ve insanlığın dünyayı işleyip onda yerleşecek tek bir aile olduğuna inanırız.
Avrupa’da yaşayan Müslümanlar, Mekke, Medine, Habeşistan ve Endülüs’teki İslam toplumlarının deneyimlerinden nasıl faydalanabilir?
Peygamberimiz ashabına Habeşistan’a gitmelerini emretti ve onlara dedi ki: “Eğer Habeş’e giderseniz sizin için daha iyi olacaktır, ta ki Allah sizden sıkıntıyı alana dek; çünkü oranın hükümdarının haksızlığa tahammülü yoktur ve orası dost ülkedir.” Bu, kendi vatanlarında zulme uğrayan ve göç ettikleri ülkelerde özgürlüğü ve ekonomik refahı bulmak amacıyla, ekonomik ve muhtemelen siyasi zorluklar altında Avrupa’ya göç etmek zorunda kalanlar için alınabilecek bir derstir.
Müslümanların yönetilene karşı muamelelerinde en yüce ahlaki standartları sergilediği Endülüs’ten ders çıkarabiliriz. Müslüman yöneticiler “herkese adalet” anlayışından saparak maddi kazanımlar için birbirleriyle savaşmaya başladıklarında, Endülüs’ten zorla çıkartılmış ve Kuzey Afrika civarındaki bölgelere azınlık hâlinde dağıtılmışlardır. Benzer şekilde, Avrupa ile Kuzey ve Güney Amerika’daki Müslümanlar, davranışlarında en yüksek ahlaki ve etik standartları sergilerlerse yeni ülkelerindeki yurttaşları tarafından kabul edilip saygı göreceklerdir.
Avrupa’daki Müslümanlar, sorunsuz bir yaşamları ve iyi bir gelecekleri olsun istiyorlarsa İslami etik ve Kur’ani değerlere bağlı olmalı ve adalet, özgürlük, eşitlik ve ahlaki değerlere destek vermelidirler. Yalan söylemez, hırsızlık yapmaz, zulmetmez, zinaya teşebbüs etmezlerse, bu diğerleri için iyi bir örnek olur. Zira unutulmamalıdır ki İslam, ahlaki değerlerini sergileyen bir Müslüman topluluk yoluyla savaşa gerek kalmaksızın Mısır’da yayılmıştır.