Taha Abdurrahman Türkiye'de: Müslümanlar dayatılan düşünce kalıplarıyla tefekkür edemez!

Prof. Dr. Taha Abdurrahman, İstanbul ve Ankara ziyaretlerinde Müslümanların düşünce sorunlarına üzerine konferans verdi. 6 dil bilen Taha Abdurrahman yaşayan en önemli İslam düşünürlerinden birisi olarak gösteriliyor.

HAKSÖZ  HABER

Taha Abdurrahman'ın Türkiye'de gerçekleştirdiği iki programa gösterilen ilgi sadece Abdurrahman'ın var olan eserlerine yönelik ilgiyi artırma ihtimali için dahi büyük bir kazanım olarak değerlendirilebilir. İslam Düşünce Enstitüsü tarafından organize edilen programlarla Taha Abdurrahman'ın Türkiyeli okurlarla doğru bir zeminde buluşmasına imkan sağlandı. 

Taha Abdurrahman, Müslümanların düşünce sorunlarına çözüm üretmeye çalışan bunu yaparken de Müslümanca hassasiyetleri merkeze alan oldukça önemli bir isim. Abdurrahman'ın fikirleri etrafında yapılacak nitelikli tartışmaların bereketli bir ilmi atmosfer oluşturacağına şüphe yok. Taha Abdurrahman aynı zamanda Filistin başta olmak üzere Müslüman coğrafyadaki işgal ve katliamlara karşı da onurlu bir duruş ortaya koymuştu.

Abdurrahman'ın programlarını video içeriğini ve AA tarafından hazırlanan haberi okurlarımız için aktarıyoruz.


Filozof Taha Abdurrahman Türkiye'de: İnsanlığı çöküşten hikmete dayalı felsefe kurtarabilir / AA

Önde gelen Müslüman düşünürlerden filozof Prof. Dr. Taha Abdurrahman, başkent Ankara'da "Müslümanca Düşünmek Nasıl Olur? Tefkir ve Tefekkür" başlıklı konferansta konuştu. İslam Düşünce Enstitüsü (İDE) tarafından Gazi Üniversite Mimar Kemaleddin Salonu'nda gerçekleştirilen konferansa Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Serdar Çam, TBMM Milli Savunma Komisyonu Başkanı ve AK Parti Kayseri Milletvekili Hulusi Akar, Ankara Valisi Vasip Şahin, AK Parti Genel Başkanvekili Efkan Ala, eski TBMM Başkanı Bülent Arınç, İslam Düşünce Enstitüsü ve Uluslararası İslam Düşünce Vakfı Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez ile davetliler katıldı.

Abdurrahman, konferansta yaptığı konuşmada, fikri olgu ve düşünceye değer verilip gündemde tutulmadığında bunun sonucunun yokluk ve kayboluş olacağını söyledi.

Türkiye'de insanların aklı ve iradesiyle düşünsel eyleme destek verdiğini ve bu vasıftaki bir toplumun kesinlikle yok olmayacağını, daima ilerleyeceğini belirten Abdurrahman, Kur'an-ı Kerim'de tefekkür kelimesinin 17 ayette geçtiğini, tefkir kelimesinin ise bir ayette geçtiğini belirterek, "Bu durum tefekkürün tefkire kıyasla daha yaygın kullanımının olduğunu gösterir" dedi.

Abdurrahman, Kur'an-ı Kerim'de tefekkür ve tefkir kelimelerinin dört yönden birbirinden ayrıldığını belirterek, "Bunlar kullanımdaki yaygınlık; tutarlı, kapsamlı ve sonuç çıkarmaya yönelik derin düşünmeye atıf; fiilin ve doğrudan anlatım özelliği olması ve diri, canlı bir hakikat ifadesine göndermede bulunmasıdır" diye konuştu.

"Fikir ile amel" arasındaki bağlantıya değinen Abdurrahman, fikrin aslında amelin mahiyetini oluşturan bir olgu olduğunu, fikir ve amel arasındaki ilişkinin "ikili bir ilişki" olduğuna dikkati çekti.

Abdurrahman, şöyle devam etti:

"Eylem, mahiyeti itibarıyla düşünmeyle ilişkilidir. Bu suretle o, düşünmenin mahiyetinden bir cüzdür. Biz düşünme keyfiyetinin, eylem ile oluşturduğu bu sistematik bağlantıya 'asli bağlantı' adını vermekteyiz. Bu adlandırmayı yapmadaki amacımız, düşünme keyfiyetinin, kendisine dışarıdan dahil olduğu faydasız ve anlamsız eylemlerle oluşturduğu bağın, düşünme ve eylem arasındaki ayrılmaz gerçek bağdan farklı olduğunu ortaya çıkarmaktır. Bu bağlamda belirtmemiz gereken bir husus da düşünmeye ait eylemsel mahiyetin, basit bir mahiyet değil tam tersine kompleks ve çift yönlü bir bütünlük oluşturmasıdır."

"İnsanın akıllı bir varlık" gibi tanımlandığını belirten Abdurrahman, insanın sözleşme yapan bir varlık olduğunu ve buradaki sözleşmenin insanı bütünüyle kapsadığını vurguladı. Abdurrahman, tefekkür seviyesinde düşünen kişinin, "emanet" şuurundan kaynaklanan ilişkiyi koruduğunu, "tefkir" seviyesinde düşünen kişinin ise "emanet" şuurundan kaynaklanan ilişkiyi ihlal ettiğine dikkati çekti.

İnsanın alemle iletişim halinde olduğunu belirten Abdurrahman, bu ilişkinin bir mülkiyet ilişkisi olmaması gerektiğini, insanın "hakiki sahip olan Allah'ı bilmesi" gerektiğini dile getirdi.

Abdurrahman, "mütefekkir ve müfekkir" arasındaki farka da değinerek, "Öncelikli iki asıl olan 'ilk tefekkür' ve 'ilk sorumluluk olgusunun' her ikisini de insanın hafızasında saklı tutup tutmaması ile ilgilidir. Böylece tefkir ölçülerine göre düşünen kişi, yapı ve değer olarak düşünce ile eylemi birbirinden ayırmıştır. Bu ise son tahlilde tefekkürü benimsemiş kişi ile tefkiri benimsemiş kişi arasındaki farkın, 'İlahi Misakın' hatırlanıp hatırlanmaması ile ilgili olduğunu gösterir" dedi.

"Mütefekkir bütün kalbiyle düşünürken müfekkir bir çıkar ilişkisi üzerinden düşünür." diyen Abdurrahman, mütefekkirin daima kalbiyle ve geçmişe bakarak düşündüğünü söyledi.

"Müslüman filozof tercüme fikirlerle felsefe yapamaz"

İslam Düşünce Enstitüsü ve Uluslararası İslam Düşünce Vakfı Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez ise bir zamanlar efendi durumda olan felsefenin hikmet ve ahlaktan çıkıp hizmetçisi konumundaki bilimin emrine girdiğini, bunun sonucunda bilimin pervasızlaştığını ve kendi mantığına uymayan hiçbir kriteri kabul etmez hale geldiğini söyledi.

Bu mantığın sınırsız güç, sınırsız üretim, sınırsız kar ve sınırsız tüketimin yolunu açtığını ifade eden Görmez, bu mantığa göre bilim için her şeyin mümkün ve yapılabilir hale geldiğini, bu sebeple zamanın Müslüman filozofuna olan ihtiyacın Müslüman olmayan filozofa göre çok daha fazla olduğunu anlattı.

Görmez, İslam'ın gelişinin ana gayesinin, insanı alçalmaktan ve süflileşmekten kurtarmanın yanı sıra insanlığa onur ve şeref bahşetmek olduğunu vurgulayarak, "Müslüman filozof başkalarının özgün bir çerçevede oluşturduğu felsefi problemleri kendine mal edemez, o tercüme fikirlerle felsefe yapamaz." diye konuştu.

Abdurrahman'a "2024 İDE Büyük Mütefekkir Ödülü" verildi

İDE tarafından "çağın sorunlarına özgün cevaplar veren bir İslam felsefesi inşa etmek, ahlakı İslam tefekkür hayatının merkezine yeniden yerleştirmek, dinin ahlaktan kopmasının aslında dinin kendi karakterinden kopması anlamına geldiğini vurgulamak, dil felsefesi ve mantık alanında seçkin eserler ortaya koymak, İslam ümmetinin fikri ve ameli sorunlarını çözmek üzere 'emanet şuurunu' ve 'İslam düşünce evreninin orijinalliğini' esas alan bir düşünce paradigması oluşturmak, aklı ve akıl etmeyi yeniden tanımlamak ve İslam düşünce pratiğine nice yeni kavramlar kazandırmak, Batı modernitesine yönelik sağlam bir ahlaki eleştiri sunmak ve bu anlamda modernitenin ve post-modernitenin mücessem hale gelmiş tezahürlerini derinlikli bir tahlile tabi tutmak, işgale ve sömürüye maruz kalmış mazlum milletlerin direnme hakkını ilmi ve ahlaki açıdan savunmak, özellikle Filistin halkının gasp edilen haklarını elde etmek için verdiği mücadeleye destek vermek" alanlarındaki çabalarından dolayı Abdurrahman'a "2024 İDE Büyük Mütefekkir Ödülü" verildi.

Ödülü Cumhurbaşkanı Yardımcısı Yılmaz takdim etti. Abdurrahman, 2021'de Necip Fazıl Ödülleri'nde ödüle layık görülmüştü.

Abdurrahman, Arapların "ahlak filozofu", "mutasavvıf filozof" ve "felsefe fakihi" gibi isimlerle andığı önemli bir ilim ve düşünce adamı olarak biliniyor. Abdurrahman'a "İslam düşüncesinin ihyasına yönelik yüksek felsefi çabası, disiplinler arası yaklaşımın yanı sıra geleneksel birikimi dikkate alan kuşatıcı yöntemi" dolayısıyla Necip Fazıl Uluslararası Kültür Sanat Ödülü verilmişti.

"Müslüman filozof, kendi felsefi problemlerini bizatihi kendi oluşturmalıdır"

Prof. Dr. Taha Abdurrahman, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi'nde (İSAM) "Özgün Bir İslam Felsefesini Nasıl Kurarız?" başlıklı konferans da verdi. Konferansın "Özgün Bir İslam Felsefini Nasıl Kurarız?" başlığına işaret eden Abdurrahman, İslam felsefesinde üç ana esasın olduğunu belirterek, şunları kaydetti:

"Bunlardan ilki, Müslümanların kendi özgünlüğünü önemsemeleri ve bunu bir hareket noktası olarak almaları. İkincisi bu özgünlüğü evrensel boyuta taşımak ve onu bu çerçevede açımlamak. Üçüncüsü ise bu özgünlüğü evrensellikle birleştirmek üzere felsefeyi tavzif etmek ve ondan yararlanmaktır. Öyleyse bu konuşmada 'özgün bir İslam felsefesini konu etmekteki amacımız, 19. yüzyılın ikinci yarısından bu yana hem Batılı hem de Doğulu akademisyenleri meşgul eden ve kabaca 'İslam felsefesi diye bir şey var mıdır?' sorusu etrafında şekillenen İslam felsefesi sorununu ele almak değildir. Amacımız daha ziyade, 'İslam düşünce evreni' ile bağlantı kuran bir felsefi düşünce geliştirmede muasır Müslüman filozofa rehberlik edebilecek bazı temel hususlara işaret etmektir."

Faslı düşünür, İslam ile felsefe arasındaki ilişkiye dair birçok temel hususun bulunduğunun altını çizerek, "Müslüman filozof, başkalarının özgün bir çerçevede oluşturduğu felsefi problemleri kendine mal etmemelidir. O kendi felsefi problemlerini bizatihi kendi oluşturmalıdır. Aksi takdirde, başkalarından aldığı şeyleri İslam düşünce dünyasına adapte etmenin ötesine geçemez. İster içeriğe isterse biçime dair olsun, filozofun tasarladığı sorun, kendi gerçekliğiyle ve ümmetin yaşamıyla ne kadar ilişkili ise o kadar özgündür." değerlendirmesini yaptı.

"İslam'ın gelişinin ana gayesi, sadece insanı alçalmaktan kurtarmakla sınırlı değildir"

Müslüman filozofların bugün karşı karşıya olduğu temel iki felsefi sorunun olduğuna da dikkati çeken Abdurrahman, şunları anlattı:

"Birincisi 'insanın alemdeki yeri', ikincisi ise 'dünyada egemen olan felsefi tasavvur'dur. Buna göre 'filozof kendi zamanının çocuğudur' sözü doğruysa, onu bugün dünyanın içinden geçtiği zaman kadar meşgul etmesi gereken başka bir zaman yoktur. Çünkü dünya çiğnenen değerlere, ihanet edilen emanetlere ve bozulan ahitlere şahit oldukça insan da onurunu kaybetmekte ve süflileşmektedir. Zamanın Müslüman filozofa olan ihtiyacı, Müslüman olmayan filozofa olan ihtiyacından daha az değildir. Hatta ondan çok daha fazladır. İslam'ın gelişinin ana gayesi, sadece insanı alçalmaktan kurtarmakla sınırlı değildir. Aynı zamanda ona en yüksek mertebede onur ve şeref kazandırmaktır. İkinci nokta ise 'insanın süflileşmesi"dir. Müslüman filozof çağımızda 'insanın süflileşmesinin' iki büyük musibetten kaynaklandığını saptamak durumundadır. Bunlardan ilki 'bilimin kural tanımaz hale gelmesi', ikincisi ise 'öznel bilginin değerden soyutlanması'dır. Bu saptama, insanın süflileşmesi sorununa cevap verme konumunda bulunan filozofun ilk temel argümanı olmalıdır."

Abdurrahman, İslam ile felsefe arasında üçüncü olarak Müslüman filozofun vazifesinin, "nesnel bilimin kural tanımazlığı" ve "öznel bilginin değerden soyutlanması" sorunlarını bertaraf edecek yöntemler üzerine düşünmek olduğunu vurguladı.

"Sadece hikmete dayalı felsefe, insanlığı şimdiki ve gelecekteki çöküşten kurtarabilir"

Ahlaki değerlerin fıtrat üzerine kurulmasını ve yaygınlaştırılması gerektiğini de ifade eden Taha Abdurrahman, "Müslüman filozof kendini tanımalı, düşünce ve davranışlarında Hz. Peygamber'in ahlakını takip etmelidir. Müslüman bir filozofun Hz. Peygamber'i örnek alarak ulaşabileceği en yüksek mertebe 'sıddıkiyettir'" dedi.

Faslı düşünür, Müslüman filozoflara felsefeyi aslına, yani hikmete döndürmek için çalışma çağrısında bulunarak, "Herhangi bir çağdaş İslam felsefesi, Müslüman bir filozofun eseri olmadığı sürece orijinalliğe sahip değildir. İslam düşüncesinin orijinalliği, ancak filozofun güncel felsefi kavramlarla ve güncel küresel sorunlarla etkileşime girmesi, bu ikili etkileşimin sonuçlarını İslami müzakerenin özgüllüğü temelinde formüle etmesiyle mümkündür" görüşünü paylaştı.

Felsefenin bilimsel görüntüsünün felsefeyi aslından uzaklaştırdığına işaret eden Abdurrahman, "Bir diğer sorumluluğumuz da 'soyut akıl ile rasyonel akıl' arasında ayrım yapan ve ahlakı fıtrata dayandıran hikmet felsefesinin yenilenmesidir. Sadece hikmete dayalı felsefe, insanlığı şimdiki ve gelecekteki çöküşten kurtarabilir" şeklinde konuştu.

Yoğun ilginin yaşandığı konferans sonunda İSAM Başkanı Prof. Dr. Mürteza Bedir, Taha Abdurrahman'a hediye takdiminde bulundu.

Filozof Taha Abdurrahman kimdir?

Faslı düşünür Taha Abdurrahman, 1944 yılında Cedîde'de doğmuş ve Cedîde’de ilkokul ve ortaokula giderken bir yandan da babasından İslâmî ilimler ve hafızlık eğitimi almıştır. Babasının desteğiyle geleneksel İslamî eğitim alırken, bağımsızlık sonrası eğitimine V. Muhammed Üniversitesinde devam etmiş ve daha sonra Oxford ve Sorbonne Üniversitesinde dil felsefesi ve mantık çalışmaları yapmıştır. Abdurrahman, İslam dünyasında sömürgecilik sonrası dönemde Batılı düşünce formlarına karşı Müslüman kimliğini koruyarak nasıl bir irtibat kurulması gerektiği meselesine odaklanmıştır.

Abdurrahman, teori-pratik, iman-amel gibi kavramların İslam düşüncesindeki diyalektik ilişkisini vurgular ve bu bağlamda Batılı düşünce biçimlerini eleştirir. "Tagyib" ve "teşhid" kavramları üzerinden, İslam'da teori ve pratiğin birbirini tamamlayan unsurlar olduğunu savunur. Ayrıca, iletişimsel eylem kuramı ve toplum sözleşmesi teorileri gibi Batılı düşünceleri, metafizik boyut merkezli bir müzakere ahlakına dönüştürerek "i’timan" kavramını geliştirir.

Taha Abdurrahman, Batı ve Doğu düşüncesini karşılaştırarak, İslam felsefesinin evrensel boyutlarını araştırır. Kendi özgün kavramsal dünyasında, Grek düşüncesinin İslam'a aktarılmasındaki tercüme hatalarını ve bilgi hiyerarşisini eleştirir. "İlahî sözleşme ve emanet paradigması" olarak tanımladığı i’timan kavramıyla, insanların Allah ile ve birbirleriyle olan ilişkilerini müzakere ve ahlâk temelinde yeniden değerlendirir. Bu özgün yaklaşımı, onun "Asrın Gazalisi" olarak anılmasına neden olmuştur.

Gündem Haberleri

ABD'den Türkiye'ye "Hamas'a ev sahipliği yapmayın" uyarısı
10 Kasım dayatmasında yeni dönem: Törene katılmayan öğrenci için veliden savunma istediler
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan: UCM'nin kararı "umut verici"
Orhan Miroğlu: Bilimsel düşüncenin önündeki en büyük engel Kemalizmdir
HÜDA PAR’dan İslam âlimi Şeyh Said için soru önergesi