Engin Çeber’in dövülerek öldürülmesi nedeniyle açılan cinayet davası Türkiye için bir ilerlemedir. Çünkü bu ülkede işkence, cinayet gibi fiillerle suçlanan polisler, askerler, gardiyanlar kolay kolay yargılanamazlar. Uzun uğraşlar sonrasında yargılansalar bile bu kez yargılama yürümez. İdare, kendi memurunu, polisini bir şekilde korur.
Bu konuda küçük bir araştırmayla yüzlerce örneğe ulaşabilirsiniz. Yurttaşa şahin, suç işleyen devletliye ise kuzu gibi davranmak devletimizin temel gelenekleri arasındadır. Gazi Mahallesi’nde 1995 yılında bir Ergenekon provokasyonu olduğu anlaşılan çatışmalarda polisler, özel timciler, Ergenekoncular gösteri yapan insanların üzerine ateş açarak 15 kişiyi öldürdüler.
Adalet dağıtan devletimiz, öldürülen gençlerin aileleri ve avukatları mahkemelerde sesini çıkaramasın diye duruşmaları Trabzon’a aldı. Metin Göktepe’nin öldürülmesi sonrası polisler hakkında açılan dava da Afyon’a gönderilmişti. Bu davalar büyük takiplere rağmen bir nehrin çölün ortasında kumlara karışması gibi neredeyse yok olup gitti.
Engin Çeber’in vahşice öldürülmesi sonunda büyük ölçüde ortaya çıkarıldı. Sırf bir gösteriye katıldığı için yakalanan, gözaltına alınan ve sonra tutuklanan genç bir insanımız, Türkiye’de pek de sürpriz sayılmayacak yöntemlerle öldürüldü.
Burada sürpriz olan Adalet Bakanı’nın bu cinayet nedeniyle özür dilemesiydi. Burada sürpriz olan bu cinayete bulaştığı iddia edilen devlet görevlilerine, polislere, gardiyanlara, cezaevi görevlilerine suçüstü yapılabilmesiydi. Haklarında dava açılmasıydı, açılabilmesiydi. Bu kez dava Trabzon’a, Afyon’a da gönderilmemişti. Duruşmalar İstanbul’da görülüyordu.
***
Cinayet davasının önceki günkü duruşmasında tutuksuz yargılanan sanıklardan bir infaz koruma memurunun Engin Çeber’in ablası Şerife Tekin’e tacizde bulunduğu gazetelere haber olarak yansıdı. Öldürdükleri yetmemiş gibi öfkeleri dinmemiş, kardeş acısı çeken kadını da taciz etmekten çekinmemişlerdi. İşte bu sürpriz değildi. Daha önceki birçok davada da cinayetten yargılanan polisler, gardiyanlar, katil sanıkları, onların avukatları, mağdurların acılı ailelerine saldırmaktan geri durmadılar.
Hrant Dink davasındaki cinayet sanıklarına ve onların avukatlarına bakın ne demek istediğimi anlarsınız. Başka birçok davada da benzer tablolarla yüz yüze geliriz. Engin Çeber davasındaki küstah ve korkusuz tacizci, aslında bir anlayışı, kendinden emin bir saldırganlığı sembolize ediyor. “Biz devletin görevlisiyiz, her şeyi yapmamız mümkündür” diyerek topluma bu davranışıyla bir mesaj da veriyor.
***
Devlet yurttaş ilişkisi, ülkemizde sorunlu bir ilişkidir. Anayasamızda ifadesini bulan şu hüküm her şeyi açıklamaya yetiyor aslında: ‘Devletin, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü.’ Yani hepimiz devletin ‘milletiyiz.’ Halbuki demokratik ülkelerde milletlerin devleti vardır, bizde ise devletin milleti var. Biz onun milletiyiz, yüce devletimizin.
Sorunu baştan böyle koyunca gerisi geliyor. Devlet görevlisi kendisini milletin efendisi kabul ediyor. Yurttaşı ise güdülmesi gereken bir sürü olarak görüyor.
Burada köklü ve baştan sona bozuk bir devlet-yurttaş ilişkisi bulunuyor. Bir ülkenin demokratikleşmesinin temel kriterlerinden birisi devletin yurttaşın ne kadar hizmetinde olduğudur.
Bizde sürekli devlet kutsanır, devlete ‘sadakat’ten söz edilir. Böyle olunca da devlet görevlisi kendisini başka yerlere koyuyor. Hele bu görevli yetkilerle donatılmışsa o zaman daha da ceberut hale geliyor.
Bir devlet dairesine gittiğinizde ‘devletin çıkarlarını yurttaşa karşı savunmak’la şartlanmış görevliler topluluğuyla karşılaşıyorsunuz. Birçok kez ben devlet görevlilerine “benim vergimle maaş alıyorsun, devleti korumak adı altında benim haklarımı elimden almaya kalkışma, önce yurttaş olarak beni kolla” dediğimde yüzüme şaşkın şaşkın bakıldığına tanık olmuşumdur.
***
Engin Çeber’in acı içindeki ablasını hâlâ büyük bir hınçla tacize kalkışan kişinin bir devlet görevlisi olması acaba tesadüf mü? Bu kadar cüreti ve küstahlığı nereden alıyor? Bunca kamuoyu ilgisine ve Adalet Bakanı’nın açıklamasına rağmen hâlâ cezaevindeki tanıklar ‘can güvenlikleri’ olmadığı gerekçesiyle ifade vermeye korkuyorlar.
Bu bir devlet yurttaş sorunu değil mi?
RADİKAL