Tabiin Okulu’nda son namaz

SÜLEYMAN CERAN

Harâbât ehlini hor görme Zâkir, defîneye mâlik vîrâneler var."

Erzurumlu İbrahim Hakkı

Kayalardan çalılıklara düşen bir gölge gibi ansızın görünüp sonrasında kayboluyorlar. Bıraktıkları serinlik hissiyle hatırlıyoruz onları. Yerel ve ulusal haberlerde birkaç dakika konuşuluyorlar, o kadar. Güneş her yeri kavuruyor. Kimsenin bir ağaç dibinde soluklanmaya vakti yok. Tatilin tatlı koluna kendini bırakan insanlığın, Gazze’yi çok umursadığı yok. Oysa, “hadi evimize gidelim” cümlesini kuracak kaç Gazzeli kaldı şunun şurasında.

Camileri, hastaneleri, okulları, tarihi mekânları vurmakta tereddüt etmeyen işgalci İsrail, hiç görülmemiş vandallıkları, canilikleri soğukkanlılıkla icra ediyor. İşgalcinin gırtlağına oturuyor direniş, yutkunamıyor Netenyahu. Er meydanında mücahitlere diş geçiremeyen işgalciler, kadınların ve özellikle de çocukların peşindeler. Evlâdü iyalin sığındığı nere varsa, okulsa okul, hastaneyse hasta, camiyse cami, yakıp kavuruyor Firavun soylular. Başı olmayan çocuklar, lime lime olmuş cenazeler bile modern zaman insanını çarpmıyor artık. Kimsenin iştahtan kesildiği yok yahut dalıp dalıp uzaklara bakakaldığı. Bu kıyımlardan biri de Tabiin Okulu’nda yaşandı.

Tabiin Okulu, 7 Ekim 2023 sonrası işgalci İsrail’in vurduğu barınma merkezlerinin 175'incisi oldu. Bununla birlikte İsrail’in direkt hedef aldığı ve binlerce insanın can verdiği 155 okul da var. Şucaiyye Mahallesi’ndeki Delal el-Mağribi Okulu, Şeyh Rıdvan’da Hamame ve Hüda okulları, Tuffah Mahallesi’nde Ez-Zehra ve Abdulfettah Hamud isimli okullar içleri ağzına kadar çocuk dolu olduğu halde birer tonluk bombalarla alenen hedef alınmadı mı? Ortalama her gün 14 katliamın yaşandığı Gazze’de, işgal ordusu, 10 Ağustos 2024 günü fecr vakti, şehrin doğusundaki Derec Mahallesi'nde yerinden edilenlerin sığındığı Tabiin Okulu'na saldırı düzenledi. Binlerce kişinin sığındığı okulda yerinden edilenlerin sabah namazını kıldığı sırada gerçekleşen saldırıda en az 110 kişi şehid oldu, onlarcası yaralandı. İşgalci İsrail güçlerinin, uluslararası yasaklı ve büyük ölçüdeki bombaları kullandığı saldırıda en az 3 aile tamamen yok oldu, hiçbir şekilde parçalarına bile ulaşılamadı. Filistin Sivil Savunma Bakanlığı'na göre, işgalciler 7.000 santigrat dereceye kadar yüksek sıcaklık yayan, cesetlerin erimesine ve yangın çıkmasına neden olan Amerikan yapımı füzeler kullandı. Okulun tavanına yapışan cesetlerden, tanınmayacak hâle gelen onlarca bedene kadar korkunç bir katliam yaşandı Tabiin’de.

Evladını saldırıda kaybeden Ebu Salih, Tabiin Katliamı sonrası oğlunun cenazesini torbayla taşırken hissettiklerini şu cümlelerle paylaşıyordu: "Sabah namazına giden oğlumun cenazesini aramaya geldim. Birisi bana 23 kiloluk bir torba uzattı ve 'Bu senin oğlun, onu göm' dedi. Onu taşırken, pazardan ağır bir çanta taşıyarak döndüğüm bir günü hatırladım. O, tam bir evlatlık dindarlığıyla, çantayı benim için taşımak istedi. Annesinin yanına neşeyle gitti, erkekliğiyle övündü, kardeşlerinin önünde şarkı söyledi ve onlara tüm bu yükü babası için tek başına taşıdığını söyleyerek takıldı. Kardeşleri onu kucakladı ve annesi onun uzun ömürlü ve iyi olması için dua etti. Şimdi, bir kez daha çantayla eve doğru benden önce geliyorsun, oğlum. Ama onları, çantanın içindekinin sen olduğuna nasıl ikna edeceğim? Evi dolduran kahkahan, kardeşlerinle dövüşmek için kullandığın incecik kolların, büyükannenin kucağına koyduğun başın ve yorulmadan su arayan ayakların hepsi bu çantada bir oldu. Annen bana acı bir Gazze tonuyla, "Elektrik olup olmadığını biliyor musun, Ebu Salih? Bütün bunları nereye koyacağım?" diye sorduğunda "Oğlum, bu çantada bulunanların hayır kurumlarına bağışlanmaya uygun olmadığını, bu hafta 23 kilo kalıntının bizim ölüm payımıza düştüğünü biliyor musun? diye nasıl söyleyeceğim."

Tabiin Okulu’nda evladını yitiren bir anne ise içini şöyle döküyordu: “Onlara oğlum Ali’nin 6 yaşında olduğunu söyledim. Bana 18 kilo ceset parçası içeren bir poşet verdiler. Bu ceset parçalarını gömüyorum ama onların içinde Ali’ye ait bir parça var mı, bilmiyorum… Kalbim paramparça.” Gazze, çocuklarını kaybetmiş kalbi kırık annelerin; annelerini ve babalarını kaybetmiş mahzun çocukların yurdu değil mi artık?

Tarih böylesine iğrenç katliamı kaç kere görmüş olabilir acaba? Üst üste yığılan ve tanınamayacak durumda olan insan parçalarını ailelere teslim etmek için bir yol bulunmuş: her 15 kilogramlık et torbası bir çocuğa karşılık gelirken, 70 kilogramlık poşetler bir yetişkin kabul edilip ailelerine teslim edilmiş. Cenaze sahipleri poşetlerdeki parçaların kime ait olduğundan tam emin olmasa da, ruhlarını teskin etmek için gömüyorlar o etleri toprağa. Aklın, kalbin taşıyamayacağı yükler bunlar. Onca katliamı haberleştirmiş, Filistinli gazeteci İslâm Bader, saldırı sonrası Tabiin Okulu’na gelip de şiltelerdeki tonozları, kırmızıya boyanan duvarları ve seccadelerdeki insan parçalarını görünce; "Şaşkın kaldım... Tarif edemedim… Sözlerim kurudu, dilim kekeledi...” diyordu. Modern zamanlarda tüm bu kıyımları görmek bizim neslimize düştü.

Yaşanan her bir katliamda can veren insanlar sayılardan ibaret olarak görülmemeli. Her biri insan. Her biri bir ailenin parçası. Her biri büyük İslam ailesinin bir ferdi. Soykırım sürecinde rahatlıkla Mısır’a geçebilecek nice isim Gazze’de bile isteye kaldı.  10 bin dolar rüşvet verenin Refah sınır kapısından Gazze’yi terk ettiği aylarda on binlerce kişi çıktı gitti. Gazze lideri şehid İsmail Heniyye’nin çocukları ve torunları savaşın 7. Ayında, üstelik çatışmaların en yoğun olduğu Gazze’nin kuzeyinde, el-Şati Mülteci Kampı’nda direnirlerken şehid edilmişlerdi. Aylar boyunca durmaksızın can veren Gazzeliler, çıkmayı reddettikleri evlerinde, en yakınlarıyla birlikte bombalara hedef oldular. Kütüklerden sayısız aile, silinip gitti; ahirette hatırlanacak onlar. Tabiin Okulu’ndaki katliamda şehid olanlardan bazılarını paylaşmak bile yaşanan her faciada insanlığın ne kadar büyük isimleri yitirdiğini de anlamamızı sağlayacaktır.

Tabiin Okulu’nda şehid olanlardan birisi Profesör Muhammed Ramazan El-Gharfi idi. Muazzam kıraati ve yüksek ahlakıyla tanınan Gazze Vakıfları Müdürü Vaiz Şeyh Muhammed Ebu Sa'da da oradaydı ve sabah namazını o kıldırıyordu. Beyrut'taki Al İmam Al Ouzai Üniversitesi'nde İslam bilimleri alanında doktorası olan İmam ve Vaiz Dr. Eşref El-Gafri de saftaki yerini almıştı. Gazze İslam Üniversitesi'nde Arapça Profesörü olan Dr. Yusuf Şehade El-Kahlut, Profesör Muhammed Hamid El-Tayr da paramparça olan isimler arasındaydı. Beyt Hanun Belediye Başkan Yardımcısı Abdulaziz El-Kafarna, Şeyh Abdulkadir El-Besyuni, El-Ezher Üniversitesi'nde talebe olan Yusuf Şvaidih de cenazesi teşhis edilebilenler içindeydi. Kur'an ilimleri alanında yüksek lisans derecesine sahip Abdülkerim Rüşdi Hamad, yüksek inşaat mühendisi olan Muntasır Nasr Daher ve üniversitede eğitim görürken bir yanda da trafik polisi olarak çalışan Amjad El-Yemeni alnı secdede iken şehid edildiler. Yaralarına rağmen hayır çalışmalarına devam eden, hastanelerde ve okullarda yerinden edilmiş kişilere kendisini adamış olan Barham Ziad Al-Jabari, Profesör Moataz Recep, mühendis Muhammed Zeki Ebu Haya, Muhammed ve Mümin Cabr Habib kardeşler de Tabiin şehitleri arasında hatırlanmayı bekliyorlar. Bu saydığımız isimlerin eşleri, kardeşleri, çocukları da Tabiin Okulu’nda kılınan son namazda şehid düştüler. Hiçbir cenazenin vücut bütünlüğü olmadığı bu saldırı işgalcinin vahşetini gözler önüne sermesi açısından önemlidir. Ve yine bu saldırı bize yapılan her katliamda alem-i İslam’ın en değerli evlatlarının nasıl kitlesel olarak can verdiklerini acı bir şekilde ispatlamaktadır.

İşgalci İsrail’in Gazzelilerin telefon hareketliliklerini yapay zekâ ile takip edip insanların yoğunlaştığı yerleri hedef göstermeksizin vurması yeni bir şey değil. Kaçacak, saklanacak, güvenli olan tek bir metrekare kalmadığını bilen her Gazzeli, olacak her şeye teslim olmuş durumda. Soykırımın 10. Ayında, herkesin ailesinden büyük kayıpların verildiği, açlığın, yokluğun, salgın hastalıkların kol gezdiği zamanlarda kadın, erkek, çoluk çocuk sabah namazını cemaatle kılmayı ihmal etmiyorlar. Modern zaman sahabeleri, insanlığa ders vermeye devam ediyor.

Yaşadığımız kaybın büyüklüğünü ve derinliğini anlamak vakit alacak; yitirdiklerimizi idrak ettiğimiz zaman Gazze’deki insanları kurtarmak için keşke milyonlarca insanı feda etseymişiz diyeceğiz ama çok geç olacak.

Yeryüzünün en görkemli, en donanımlı ve en güzel şehri Gazze, 1 yıldır durmaksızın vuruluyor. Gazze tümden yıkılmış, viraneye dönmüş olabilir. İşgalci 80 bin ton bombayla baştan sona Gazze’yi tarumar etmiş gibi görünebilir. Bu viraneler içinde defineye mâlik, Allah’a teslim olmuş, kendini yetiştirmiş, bir davanın eri olmuş, sevmiş sevilmiş, üst düzey inanç halesiyle adanmış her biri hazine değerinde milyonla Gazzeli; Akdeniz’e nazır şehirlerini yeni baştan imar edebilir, camileri, okulları, hastaneleri birer birer ayağa kaldırabilirler ama bizi kim toplayacak, kim kendimize getirecek o bilinmez? Gazze dışında yaşayan, Gazze’deki soykırıma müdahale edemeyen ve yaşananları izlemekle yetinen bizlerin tedavisi mümkün olacak mı?

Bir roket geliyor. Büyük bir teslimiyetle bekliyorlar namazda. Seccadeler üzerinde kıyama duranlar kumdan korku, betondan inanç hâleleriyle bezenmişler. Yaz çeşmelerine yüzlerini uzatır gibi bırakıyorlar kendilerini ölümün kucağına. Onlarca ülke korkudan işgalci İsrail’e müdahale edemezken, bir avuç insan Gazze’de ayakta; direniş roketleri de Han Yunus’tan Tel Aviv’e ışık saçarak ilerlemekte. İşgalci için kötü haber: Herkes ölmüş değil. Gazze’nin nabzı hâlâ atıyor. Demek ki nehirden denize Filistin özgür olacak!