Merve Şebnem Oruç - Sykes Picot'ta Versiyon Güncellenirken... / Yeni Şafak
Senaryosunu kimlerin yazdığını tahmin etmekte hiç de zorlanmadığımız, nereye doğru gittiğini de artık herkesin bildiği bir filmi izlemekteyiz hep birlikte.
Suruç'ta 32 kişinin hayatını kaybettiği canlı bomba saldırısının ardından dakikalar geçmeden birbirine doğrultulan parmaklar bunun bir göstergesi. 140 karakterlik bir tweet'e sığdırılan, bir tek 'ne kadar provokatif olursa o kadar çok paylaşılır' realitesine titizlenerek yazılıp hızla gönderilen saldırgan mesajlar da öyle. Ve onları takip eden ve sağduyu gösterip toplumu aklıselime davet edeceği yerde galeyana getiren kanaat önderlerinin ideolojik sloganları... Medyada pişkin pişkin gülüşlerini bile saklamadan “Şekerim biz söylemiştik. İktidarın dış politikası yanlış,” diye başlayıp “göstereceğiz” deyip bir türlü göstermedikleri delillerin yine eksik kaldığı ve fakat “biz itham ettik, siz aksini ispat etmekle mükellefsiniz,” diye devam ettirdikleri “Ankara IŞİD'i destekliyor” iddiaları... Ve normalde tüm ülkeye diyalog ve birliktelik çağrısı yapmasını bekleyeceğiniz, Türkiye'nin partisi olacağını iddia eden bazı siyasîlerin, “kendi güvenliğini sağlamak” adı altında yaptığı silahlanma çağrıları, katliamdan kaos çıkarma çabaları... Ve daha çok ölüm... Adıyaman'da güvenlik güçleri ve PKK arasında yaşanan çatışmada şehit düşen bir genç... Dün HPG'nin “Suruç katliamına misilleme” diye böbürlenerek üstlendiği kafalarına kurşun sıkılmak suretiyle infaz edilen iki polis... Ardına sığınılan bahane “IŞİD'le işbirliği yaptıkları gerekçesi”...
Lakin öte yanda, Türkiye'de hareket alanı bulmaya çalışırken kapatılan IŞİD yayın organları ve bu yayınların takipçisi IŞİD destekçilerinden Ankara'yı Kobani'de PYD'yi desteklemekle suçlayan ve açıkça tehdit eden mesajlar...
Domino taşları birer birer düşerken, ne çok kişinin bir taş daha itmeye, düşüşü hızlandırmaya ya da düşen bir taş olmaya çalıştığını görmekle yetiniyoruz. Çağlayan Adliyesi'nde Savcı Mehmet Kiraz'ın hunharca katledilmesinden Kobani'ye, biraz daha geriye gidip Gezi kalkışmasına ve hemen öncesindeki Reyhanlı saldırısına baktığımızda gördüğümüz tablo hep aynı.
Hafıza-i beşer nisyan ile malül, o nedenle hatırlatalım. “Türkiye'nin yanlış dış politikası” senfonisi malum isimler tarafından söylenmeye başladığında daha IŞİD icat edilmemişti. O günlerde ağızlarına sakız yaptıkları Suriye'deki “sakallı ÖSOcu”lardı. Bugün Selefî-Sünni radikal bir hareket olarak bile tanımlanamayacak, bölge ve İslâm tarihinden bir benzetme yapılacaksa ancak Hariciler'e benzetilebilecek IŞİD'in varlığından bihaber olanların iki ortak öcüsü, siyasal İslâm ve Müslüman Kardeşler hareketiydi.
İran ve Esed yanlılarını, Batı'nın çizdiği rotadan sapmayanlarla birleştirip hepsini PKK/PYD ve destekçileriyle bir araya getiren, ABD liderliğindeki Batı'nın bölgeye ilişkin politikalarının değişmesi olmadı mı? Dün hükûmeti, Suriye politikasını eleştirirken 'emperyalist hizmetçisi' ya da 'Acem uşağı' olmakla suçlayan farklı kesimlerin bugün hep bir ağızdan kâh “Biji Hamaney” kâh “Biji Obama” diye slogan atmalarıyla, Batı ve İran arasında nükleer müzakereleriyle başlayan yeni dönemin aynı zamana denk gelmesi bir tesadüf mü sizce? Zaten 2013 yazında indirilen bir darbeyle, İslâmî kimliğiyle siyaset yapmak isteyen Müslüman Kardeşler terörist, siyasal İslâm baş şeytan ilan edilmedi mi; IŞİD gibi Şii, Sünni, Hıristiyan, Ezidi, kendine biat etmeyen kim varsa yok etmekten geri durmayacak yapıların önü açılmadı mı? Satranç tahtasındaki yeni oyun o günden belli değil miydi?
Hatırlayalım, 2013 yazının sonunda New York Times'da Orta Doğu haritasının yeniden çizilebileceğini ve 5 devletten 14 yeni devlet çıkabileceğini iddia eden haritalı bir analize yer verildiğinde, yazının içeriğinde değil IŞİD, el-Kaide bile yer almıyordu. Libya'dan iki hatta üç devlet çıkacağı, Yemen'in ikiye bölüneceği söylendiğinde kimse bu kadar çabuk olabileceğini düşünmüyordu.
Suudi Arabistan'ın bölünme fikri belki de analizin en uçuk parçasıydı ancak kraliyet çevrelerince daha önce hiç yapılmayan bir şeyin, Kral Abdullah'ın ölümünden sonra yeni Kral Selman'ın ve politikalarını kamuya açık alanda, sosyal medya hesaplarında eleştirilmeye başlanması bir çatırdamanın başladığını gösteriyor ve “Acaba?” dedirtiyor. Analizdeki Irak ve Suriye'nin dörde bölünüp Alevî, Sünni, Şii ve Kürt devletlerinin ortaya çıkışı teorisini dün öngörüp uyaranlar 'komplo teorisyeni' ilan ediliyordu; bugünse 'kabullenmemek', 'suyun akışına direnmek' ve 'yanlış politika yürütmek'le suçlanıyor.
İşte daha çok yakın zamanda olan bir tartışmada, Suriye'de Türkiye sınırı boyunca Irak'tan Akdeniz'e uzanan bir Kürt Koridoruyla enerji oyununda değişiklik yapılacağı tezlerine AK Parti'yi destekleyen liberaller dahi “O kadar da değil, Lazkiye'yi nereye koyacaksınız?” diyerek burun kıvırırken bugün Selahattin Demirtaş, “Suriye'deki Kürt oluşumu, Lazkiye'yi de içine alırsa Kürtlerin büyük bir sorunu ortadan kalkar. Denize ulaşırlar ve Türkiye'ye tam bağımlılık ortadan kalkar,” diyerek bu tezi doğruluyor da Arap ve Türk Alevilerinden New York Times'da yukarıda bahsettiğim haritayı doğrularcasına “Hop, orası bizim” tepkisi alınca “Emperyal değil ilkesel bir açıklama yapmıştım” kıvamında anlaşılmaz bir açıklamayla geri adım atıyor.
Söz konusu harita ve buna bağlı analiz, “Sykes Picot'un sonu mu geldi?” tartışmalarının yapıldığı günlerde ortaya çıkmış, New York Times'ın ardından en çok İran medyasında geniş yer bulmuş, üzerine bolca heyecanlı senaryo çizilmişti. Analizi eleştirenlerin ortaklaşa düşüncesiyse, Sykes Picot'un ikinci versiyonunun gelmekte olduğuydu; cetvelle çizilen sınırların üzerine yeni sınırlar çizilecekti. IŞİD geçen yıl, malum haritada birleşen tek toprak tezine de uygun şekilde, Suriye ve Irak'ta elinde bulundurduğu toprakların arasındaki sınırı kaldırıp büyük bir şovla 'Sykes Picot'u yıktık” gösterisini yaptığında aslında, Sykes Picot'un güncellenmiş versiyonunun önündeki engelleri kaldırmış oldu.
Ankara ise, kurulan oyunun uzun süre evvel farkına vararak karşı bir oyun kurmayı başarmış ve bölgedeki yürüttüğü insanî ve vicdanî politikasına paralel olarak ülke içinde de “çözüm süreci”ni başlatmış, Sykes Picot'un sonunda doğrunun yanında olmayı seçmişti. Ancak bu satranç tahtasında tek oyunla kalmak, ardı ardına gelen iç ve dış saldırılarda savunmada kalmak, yeni bir oyun kurmayı başaramamak ve yer yer kendi ayağına sıkmak, birbirine düşmek Türkiye'yi erken gördüğü oyunda geride bıraktı.
Şimdi koalisyona veya bir erken seçime mahkûm, içine kapanmak zorunda bırakılmış Türkiye, oyunun sonuna gelinirken hedef tahtasına bir kez daha oturtuluyor, bakalım aklımız başımıza gelecek mi?