Taha Kılınç / Yeni Şafak
Tâif’in serinliğinde…
Öğle namazını Mescid-i Harâm’da eda edip Mekke-i Mükerreme’den yola çıktığımızda, hava sıcaklığı 45 derece civarındaydı. Yaklaşık 1,5 saat sonra Tâif’e adım attığımızda ise, sadece coğrafî ve kültürel açıdan farklı bir bölgeye gelmiş olmadık, aynı zamanda son derece latif ve serin bir atmosfer de bizi karşıladı. Tâif’te önce “Tercümânu’l-Kur’ân” (Kur’ân’ın tercümanı) unvanlı meşhur sahabî Abdullah İbn Abbâs’ın kabrini ve mescidini ziyaret ettik, ardından Siyer-i Nebî’nin çok önemli ve dokunaklı bir sahnesinin gerçekleştiği o alana yöneldik:
Şehrin biraz dışında, iki tarafında kerpiç sıvalı duvarların yükseldiği bahçe ve bostanların iç kısmına doğru yürüdük. Az sonra “Mescid-i Addâs” yazılı Arapça bir tabelanın önündeydik. Evet, burası, Mekke’de eza ve işkence gören Müslümanlara güvenli bir yurt bulabilmek ümidiyle Tâif’e gerçekleştirdiği seyahatin tatsız bir şekilde neticelenmesi üzerine, Hz. Peygamber’in gönül kırıklığı içinde sığındığı bağdı. Kendisini Addâs isimli Ninovalı Hristiyan bir köle karşılamış, ona üzüm ikram etmiş, aralarında geçen konuşmaların ardından Addâs İslâm’la şereflenmişti. Mescid-i Addâs, işte tam bu noktaya inşa edilmiş şirin bir camiydi, tabelada da bahsettiğim hadisenin özeti yer alıyordu.
2012’deki Tâif ziyaretimiz sırasında, burayı sora sora bulmuş, caminin önünde herhangi bir tanıtım yazısıyla karşılaşmamıştık. O zaman senaryosunu yazıp danışmanlığını yürüttüğüm bir Siyer-i Nebî belgeseli kapsamında Suudi Arabistan’ın çok farklı bölgelerini adımlamış, resmî izinlerimiz de bulunduğu halde, birçok noktada engelleme girişimleriyle karşılaşmıştık. Tarihî mekânları gezmek, merak etmek, buralarla ilgili çalışmalar yapmak, kayıt almak veya çekim yapmak çok ciddi bir tabu halindeydi. Resmî makamlar müsaade etmiş olsa bile, yerel memurlarda ve sıradan vatandaşta direniş had safhadaydı.
Bugünkü Suudi Arabistan ise artık bambaşka bir çizgiye ilerliyor: Turizm, ülkenin ana gelir kaynaklarından birine dönüştürülürken, tarihî ve kültürel eserlere de büyük ihtimam gösterildiğine şahit olunuyor. Tâif’ten sonra Bedir’de de aynı şeyi gözlemledim. Daha önce gidişlerin engellenmeye çalışıldığı, hasbelkader gidenlerin ise yerel halk tarafından hiç de sıcak karşılanmadığı Bedir, bugün rahatça ulaşılan, ferah bir şehir. Bedir Şehitliği yeniden düzenlenmiş, etrafı şık bir duvarla çevrilmiş, savaşın yaşandığı alana büyük bir cami yapılmış, her yere tabelalar ve açıklayıcı notlar yerleştirilmiş. Hatta “Cebelu’l-Melâike” (Savaş sırasında meleklerin indiği tepe) önüne bile, yanında ziyaretçiler durabilsin diye araç park edilecek alan inşa edilmiş.
Mekke, Medine, Tâif ve diğer şehirlerde açılan müzeler de cabası. Müzecilik anlamında Suudi Arabistan’ın kat edeceği oldukça uzun bir mesafe var, ancak tarih ve kültüre yönelik bu gecikmeli ilgiyi görmek gerçekten güzel. Gecikmeli, zira Suudiler 1920’lerden itibaren sistematik bir biçimde Arabistan’ın dört bir yanındaki tarihî eserleri ya yok ettiler ya da unutulmaya bırakıp yok olmasına göz yumdular. “Bidatlerle savaşma” adına, tarihî mirasın nice muhteşem detayı acımasızca ortadan kaldırıldı. Mekke ve Medine dışında, diğer şehirleri rahatça gezmek adeta imkânsızdı. Şimdi “ba’de harâbi’l-Basra” bile olsa, kaybedilenlerin telafisine çalışılıyor.
Suudi Arabistan’daki turizm açılımı, elbette sadece İslâm tarihi ve kültürüyle sınırlı değil. Batılı turistler de “Arabistan’ın güzelliklerinden” faydalanacaklar. Schengen, ABD veya İngiltere vizesi olup bu ülkelere seyahat edenler, Suudi Arabistan havaalanlarında artık şipşak turist vizesi alabiliyor. Mekke dışında, gayrimüslimlere Arabistan’ın bütün şehirleri şu anda açık. Suudi yönetimi, kısa süre önce Medine-i Münevvere’ye giden yollardaki “Yalnızca Müslümanlar için” yazılı işaretleri kaldırdı. Medine’yi ziyaret eden gayri Müslimlerin haber ve fotoğrafları ara ara sosyal medya mecralarında yer buluyor.
Tüm bunlara ilaveten, Kızıldeniz kıyısı boyunca inşa edilecek turistik resortlar, oteller ve plajlar için de hazırlıklar çoktan tamamlandı. Yakın zamanda Suudi Arabistan’ın turist ağırlama bakımından Dubai ve Şarm eş-Şeyh’le yarışmaya başlaması bekleniyor.
Tabii, Suudi Arabistan’ı dışarıdan izleyen Müslümanların aklındaki temel soru şu: “Bütün bu turizm hamleleri içinde, Harameyn’in manevî ve uhrevî dokusu nasıl muhafaza edilecek? Suudi yönetimi, Hicaz’ın maneviyatını koruma adına hangi tedbirleri alacak?” Cevapları da herhalde hep beraber yaşayarak göreceğiz.