Murat Çelik’in konuyla ilgili Serbestiyet’te yayınlanan yazısı şöyle:
Suudi Arabistan’ın Yemen’de Karşı Karşıya Kaldığı Üç İmtihan: İran İle Dini Azınlıklar, Sınır ve Göç
İlk bakışta hem Yemen hem de Suudi Arabistan Türkiye’nin uzağındaymış gibi algılanabilirler. Oysa her iki ülke de hem kültürel hem tarihi hem de güvenlik ve benzeri hususlar bakımından memleketin yanı başında anlaşılmayı fazlasıyla hak etmekte. Daha geniş kapsamlı ve Oryantalist bir yaklaşımı bünyesinde barındırsa da, Orta Doğu, coğrafyası ve tarihi ile bir bütünü tanımlamakta. Bölgedeki farklılıklar kadar benzerlikler kuşkusuz doğal olarak aynılıkları ve tekrarları üretebilmekte. Öyle olunca bunca ardışıklık ve benzerlik ise coğrafyayı karşılıklı etkileşimlere açık bir duruma sokmakta. Etkileşimler kültürel ve tarihi bakımlardan anlamlı ve olumlu sonuçlar doğururken siyasi ve ekonomik bakımlardan da rekabete yol açacak imkanları oluşturmakta.
Suudi Arabistan’ın hem ekonomi hem de siyasi etkisi ile bölgenin en önemli ülkelerinden biri olması onun bu cüsseli varlığını kuşkusuz kırılganlaştırıyor. Artan nüfusu, beraberinde yeni beklentileri taşımakta, fikri arka plan ise siyasi pozisyonların değişmesine sebep olabilmektedir. Çünkü misyon taşıyıcılığı ile muttasıf olmak, burada sıralanamayacak kadar çok düşünsel zorluğun üretilmesini de mümkün kılmakta. Gerçekten de bölgede böylesi bir ülkeyi her bakımdan dönüştürmek kolay olmasa gerektir. Kaldı ki bu süreçte siyasi rekabetler yanında ekonomik mücadeleler de süreci bazen zorlaştırmakta bazen de kamu nezdinde olması gerekene getirmektedir. Neticede kimi zaman ittifaklar kurmak kimi zaman da sıcak temaslara girmek değişimin muharrik ya da etkili destekçilerine dönüşebilir. Ne var ki bu türlü destekler mutedil ve akıllıca yönetilseler bile bazen kaderin cilvesi olarak umulanın dışında sonuçlar ürettikleri de olur. Son tahlilde burası Orta Doğu’dur ve sürprizlere açık olmak ilk öğrenilmesi gereken husustur.
Suudi Arabistan bugün Yemen’de çoklu bir mücadele içerisinde belki de yüzyıllık bir hesabın peşinde askeri bir harekat sürdürüyor. Askeri görünümlü harekatın siyasi olduğu kadar, dil varmıyor ama, kültürel bir arka planı da mevcut. Bölgedeki hesaplar hem köklü hem çok taraflı hem de oldukça çetrefil. Öyle olunca kurmay zekanın birkaç hamle ötesini öngörebilmesi de o ölçüde zor. Mesela Arap Baharı’nın havası Yemen’i de çarpınca Ali Abdullah Salih’in kötü yönetimi yerini daha iyisine bırakamadan yıkılıverdi. Son tahlilde Yemen’de, her bakımdan rakip cephelerin arka bahçesi olması yüzünden, ötelenmiş hesapların görülmesine girişildi. Stratejik konumu, mezhebi çeşitliliği, çok katmanlı toplumu, girift ittifakları ve tarihi geçmişiyle de bahsi edilen girişim kolaylaştı. Bu çerçevede Yemen bir süre sonra, akla gelebilecek her türlü bağla sıkı sıkıya bağlı olduğu Suudi Arabistan için hayat memat niteliğinde bir sorun yumağına dönüştü. Riyad, ilk etapta tek başına müdahale etmekten çekinse de başını çektiği birlik ile meşruiyet zeminini oluşturarak mecburen zorlu süreci başlattı. Zira Yemen son tahlilde Riyad yönetimi için bir varlık imtihanıydı ve öyle de oldu. Başka bir açıdan bakıldığında ise İran, akıllı stratejik hamlelerle Yemen’i Suudi yönetiminin imtihanı haline dönüştürdü. Böylece kısa sürede Yemen, Suudi Arabistan’ın çözmek zorunda olduğu üç sorunun kendisi haline geldi.
İran ve Şii Azınlık
Suudi Arabistan’ın Yemen’de karşı karşıya kaldığı ve çözmekte zorlanacağı ilk ve en önemli sınavı İran’la girdiği rekabettir. Suudi Arabistan, Tahran’da rejimin değiştiği tarihten itibaren İran’la bazen açık bazen de gizli bir mücadeleye girişmiştir. Ancak Yemen, Arap Baharı’ndan sonra bu rekabetin en açık ve alenen sürdürüldüğü sahaya dönüşmüştür. Kuşkusuz rekabetin mezhebi arka planına ister istemez dikkat çekilmelidir. Öyle ki bölgenin kaderi olarak asıl meselenin politik bir duruş olduğunda şüphe yoktur. Her iki ülkenin de kendisine uygun gördükleri misyonlar dini çerçeveden çıkıp siyasi kıvam bulmuş halleriyle üstlerine oturmuş durumdadır. Diğer bir deyişle karmaşık ilişkiler ağı ve gelecek planları yeni bir dünya kurmanın arifesinde olmayı her iki ülke için bir hedef haline getirmiştir. Görünen o ki hedefin parlaklığı ise gözleri kamaştırmış, etkileyici vaatler ise amacı tek yaşam sebebine dönüştürmüştür. Tarihin bir cilvesi olarak coğrafyaya dağılmış olan azınlıklar ise bu oyunu kuralsız ya da bölgedekilerin bileceği bir kuralla oynanması anlamına gelmektedir. İşte Suudi Arabistan’ın birinci imtihanı bölgede İran ile oynadığı oyundur. Oyunun tek bir kazananı tarihen de bilindiği üzere olmayacaktır. Ancak üstün sürdüren taraf pekala kendisini gösterecektir. Bu yüzden oyunu başarıyla bitirmese bile üstün sürdüren tarafın kazançlı çıkacağına şüphe yoktur.
Rekabet olarak ifade edilen mücadele, politik, ekonomik, askeri ve de mezhebi bakımlardan çok katmanlı. Bu yüzden de alanlardaki mücadele çoğu defa oldukça sert bir kıvama erişmekte. Ekonomik faaliyetlerin neredeyse etkisi, bırakın bölgeyi, tüm dünyayı sarsacak vaziyette. Başlangıçta petrol fiyatlarının alabildiğine düşürülmesi ise Riyad yönetiminin Tahran idaresini zor durumda bırakmak için kullandığı bir enstrümana dönüştürüldüğü konuşuluyor. Böylesi bir ihtimalin çekiciliği şüphe götürmez. Obama yönetiminin giderayak İran ile yaptığı anlaşmanın, açık hükümlerinin yanı sıra varsa gizli hükümleri ile adeta İran yanlısı bir tutum takınması Suudileri sanki haklı çıkarıyor. Petrol gelirlerinin bir terbiye aracı olarak teşekkül ettirilmesi ise sadece bölgeye değil dünyayı da derinden etkilemesi muhtemel bir seviyeye yükseliyor. Ne var ki eğer böyle bir silah varsa bu silahın iki taraflı işlediğini varsaymak gerekir. Çünkü bol petrol gelirlerinden yoksunluğun İran kadar Suudi Arabistan’ı da köklü bir şekilde etkileyeceği aşikar.
Suudilerin Amerika Birleşik Devletleri ile kurduğu tüm ittifakların büyük yükü İran ile mücadelenin başarı ile sürdürülmesinde politik, ekonomik ve askeri dayanışma mecburiyetinin üstündedir. Birleşik Devletler’in ise Suudi Arabistan’ı da aşan küresel anlamda başka hesapları vardır ve bu hesaplar arasında Suudi Arabistan’ın destek talepleri, kütlesi oranında önem taşımaktadır. Zira Birleşik Devletler de başka sahalarda başka rekabetler içindedir ve kendisi için mühim olan menfaatlerinin en üst noktada bir araya getirilmesidir. Trump’ın son Riyad ziyaretini ve İslam ülkelerinin yöneticilerini toplayarak bir konuşma irat etmesini de bu çerçevede değerlendirmek gerekir.
Suudi yönetiminin Yemen’de karşı karşıya kaldığı en önemli hususlardan biri, belki de birincisi, askeri harekatta başarısız addedilebilecek sonuçlar almaya başlamasıdır. Resmen sorumluluğu olabildiğince Körfez ülkeleriyle paylaşarak üzerindeki sıkleti azaltmak istese de Yemen’deki askeri harekat her şekliyle Suudi Arabistan’ın hesabına bir bir yazılmakta. Zira Suudi askerleri teknolojik olarak teçhiz edilmiş olsalar da yetersiz beceri ve isteksizlikleri canlarına mal olmakta. Böylece tüm girişimlerine karşın askerlerinin deneyimsizliği yanında belki de savaşmaya olan isteksizlikleri Suudi Arabistan’a oldukça maliyetli bir sonuçla karşı karşıya bırakacak. Türkiye’de pek dikkat çekmese de Suudi Arabistan askerleri Husi güçlerince kolaylıkla pusuya düşürülebilmekte. Suudi askerlerinin Yemen dağlarında coğrafyaya hakim yerlilerce sıkıştırılması ve ağır kayıplar verdirilmesi Riyad’ı kara kara düşündürmüyorsa hiçbir şey düşündürmüyordur muhtemelen. Zaten Suudi güçlerinin verdikleri kayıplar resmi olarak paylaşılmasa da oldukça büyük rakamlara vardığını tahmin etmek zor olmasa gerek. Zaten son kraliyet emirnamesi ile Yemen’de savaşmakta olan askerlerin ödüllendirilmesi de bu çerçevede değerlendirilmeli. Kuşkusuz ekonomi alanındaki prensiplerin bir kenara bırakılarak sıkılan kemerlerin gevşetilmesi boşuna değildi. Pek çok alanda sıkışmakta olan Riyad yönetimi devlet meşruiyetine resmi olarak ihtiyaç duymasa da toplumsal destek ve onayın yaygın bir biçimde alınabilmesini önemsediği açık.
Suudi Arabistan’ın hem sınırdaki Husi akınlarını durdurmak hem de ülke içindeki garnizonlarını güvence altında tutabilmek için yeni yollar aradığını tahmin etmek güç değil. Diğer yandan Yemen’deki ittifak içinden çatlak seslerin çıkmaya başlaması Riyad yönetimini bir an evvel yeni bir çözüm yolu bulmaya doğru iterken askeri meselelerde geleneksel müttefiki olan Pakistan ile yeni bir yol haritası çizmeye de zorlamakta. Zaten İslamabad’ın Riyad’ın askeri işlerdeki yakın bağlarını bilmeyen yok. Bu defa da Suudilerin bu kartı sahaya sürmek istedikleri tahmin ediliyor. Ancak Pakistan’ın ciddi Şii nüfusunun olası bir işbirliğinde nasıl tepki vereceği tahmin edildiğinden buna sıcak bakılmadığı anlaşılıyor. Ne var ki bu sorun emekli bir genelkurmay başkanının istihdamı ile kurmay ve muvazzaf nitelikteki bir çözümle tamama erdirilmesi ilgililerini şaşırtmamalı. Çünkü Suudi Arabistan’ın Yemen’de askeri bakımlardan yenilmesi demek kapının bir defa açılması anlamına gelecek.
Suudi Arabistan’ı yönetenlerin Yemen ile karşı karşıya kaldıkları zorluklardan biri de Şii mezhebinden olan vatandaşlarına karşı takınacakları tavır olacak. Bilhassa petrol yataklarının bulunduğu ülkenin doğusu ile oldukça karmaşık sekter bir yapı çizen güneybatı bölgesi Arabistan Krallığı’nın gündemini neredeyse hiç boş bırakmamış durumda. Doğu bölgesinde petrol varken güney bölgesinde de ayrı bir kültürel doku Riyad için önemini koruyor. Bilhassa Cizan ve Necran’ın tarihi dokusu yanında Yemen ile olan köklü ilişkileri sonradan çizilmiş siyasi sınırları bölgenin pek çok yerlisi için önemsiz kılıyor. Şu an için yerli farklı Şii gruplar henüz bir ses çıkarmasa da Dammam ve Dahran’ın merkez olduğu Şii muhalefeti her defasında varlığını Riyad’a duyurabilecek etkinliği gösteriyor. İran ile girişilen karşılıklı meydan okumalarda mücadele alanı İran için Ahvaz’daki Arap ve doğudaki Sünniler, Suudiler için de doğu vilayetlerindeki Şii ileri gelenlerinin fiziki ve siyasi varlıkları oluyor. Karşılıklı olarak girişilen fatura ödetme eylemleri dini muhalefeti nispeten ve zamana uygun bir şekilde geriletiyor. Ancak, Yemen’deki olası bir başarısızlıkla Amerika Birleşik Devletleri’ni arkasına almış bir Suudi Arabistan’ın uygulamaya sokacağı kararlara İran’ın kayıtsız kalacağını düşünmek herhalde saflık olacaktır. Çünkü Suudi Arabistan tüm muhaberat imkanlarına karşın İran’ın kitlesel bir nümayişi örgütlemesi bölgede yapmadığı şeylerden değildir. Bu yüzden Suudi Arabistan’ın üstesinden gelmek zorunda olduğu hususlardan bir başkası ise kendi Şii azınlığının tepkilerinin önüne geçmek, bunun için de Yemen’deki ön almalarını İran’ın aleyhine genişletmek olacaktır. Yemen’in içlerindeki bu askeri ve politik adımların içeride de siyasi ve dini açılımlarla berkitilmesi ise Suudi Arabistan’ın elini kuşkusuz güçlendirecektir.
Sınırlar ve anlaşmazlıklar
Suudi Arabistan’ın Kuveyt ile Karuh ve Ummü’l-Maradim, Birleşik Arap Emirlikleri ve ayrıca Mısır ile olan Tiran ve Sanafir adaları üzerindeki anlaşmazlıkların hiç biri Yemen ile olan sınır anlaşmazlığına benzememekte. Çünkü her üç devletle olan anlaşmazlıklar büyük ağabey olarak Suudi Arabistan’ın kontrolünde gelişen politik manevraların gündemini oluşturuyor. Bununla beraber Yemen ile Suudi Arabistan’ın arasındaki sınır anlaşmazlığı diğer sorunlara benzememekte. Zira sorunun kökeni 1934 gibi yaklaşık bir asır ötesine gidiyor. Suudi Arabistan kurulurken ortaya çıkan sorunun ancak 2000 yılındaki Cidde Anlaşması ile sonuçlandığı düşünülürse de öyle olmadığı acı bir şekilde görüldü.
Suudi Arabistan’ın doğal sınırları çizilecek olsaydı Yemen’in önemli bir kısmının bu sınırlar içinde kalması gerekirdi. Çünkü hem Rub’ü’l-hali’nin hem de Tihame’nin devamı Yemen’in içlerine kadar sokulmakta; çöl, Hadramut’a ulaşırken Tihame Aden’e kadar uzamakta. İşin şaşırtıcı olmayan tarafı ise bu yaygınlığın sadece coğrafi olarak kalmaması. Yemen konusunda meraklı olanların da yakından bileceği üzere asıl ilgi çekici yanı yaygınlığın kültürel, tarihi ve soy gibi son derece insani meseleler alanında da kendisini alenen göstermesi. Bu çerçevede Suudi Arabistan’ı Yemen’de bekleyen başka bir imtihan ise daha yakın zamanda kapanmış olduğu düşünülen sınır meselesinin yeniden önüne koyulması olacaktır. Çünkü Husilerin bunu kullanacağını bilmek için Yemen konusunda behre sahibi olmaya gerek de yoktur.
Suudi Arabistan-Yemen arasındaki sınırın diğer sınırlarda olduğu gibi siyasi bir kuvvetle güçsüzlerin aleyhine çizildiği tartışılmaktan bir an geri kalmadı. Arabistan Yarımadası’ndaki önemli siyasi güçler olan kabilelerin bu hususta da etkin bir siyaset belirledikleri kuşkusuz biliniyor. 1934 yılında sınır çizilirken kabul edilmeyen sınır sonrasında da Yemen tarafında bulunan güçlü kabileler tarafından asla onaylanmadı. Anlaşmazlık yıllarca sürse de Güney Yemen ile Kuzey Yemen birleşir birleşmez Suudi Arabistan yönetiminin ilk yaptığı işlerden biri Cidde Anlaşması ile güneybatı sınırını güvence altına almak oldu. Aslında o zamanki Suudi yönetiminin böyle bir anlaşmaya varmakla ne kadar haklı bir öngörü sahibi olduğunun kabulü gerekir. Daha 2000’li yıllarda işin bu denli sarpa saracağı düşünülmemiş olsa bile başlarına iş açacağı tahmin edilmişti muhtemelen.
Suudiler zaten sınır bölgesinde sona ermeyen tartışma ve Yemen tarafında kalan kabilelerin inatları karşısında zor durumda kalacağı aşikardı. Çeşitli diplomatik girişimleri olsa da Tihame’den çöle kadarki bölgede yaşayan yerli kabilelerin hoşnutsuzlukları bir türlü giderilemedi. Sonradan öğrenilmiş olsa da Riyad yönetiminin bölgenin kaderini ellerinde bulunduran yerel kabile güçlerini finansal açıdan destekledikleri su yüzüne çıktı. Açıkçası Riyad’ın bu türlü girişimleri bölge için ne bilinmedik ne de sonuç odaklıydı. Zira benzer girişimleri 1918’lere dek götürülebilecek kadar eski. İran, Osmanlı Devleti arasında yine aynı bölgede baş ağrıtan konuların müzakeresinde İngilizler tarafından kullanılmış ancak başarılı olamamıştı mesela.
Burada sınır meselesine yerel kabilelerin iddiaları ve bu iddiaları savaşmaya götürecek denli ilerlettikleri üzerine tekrarla durup not etmek yerinde olacaktır. Zira Yemen sınırının yeniden tartışmaya başlanması demek Suudi Arabistan’ın Abdülaziz bin Suud döneminde çizilmeye başlanan siyasi sınırlarının yeniden ele alınmaya zorlanması anlamına gelecektir. Şu an için böyle bir tehlike sezilmese bile daha geçenlerde bir anlaşma ile Sanafir ile Tiran adalarının Suudi Arabistan’a bırakılması karşısında Mısır’da gösterilen tepkiler hatırlanabilir. Her ne kadar diğer ülkelerle şimdilik bir sınır ihtilafı gelecekte görünmüyorsa da Irak ile ihtilafların Yemen’i takip edeceğini öngörmek muhtemeldir. Yemen ile Suudi Arabistan’ın karşılaşacağı çetin sorunlardan biri sınır meselesinin yeniden her hal ve şartta Riyad yönetiminin önüne koyulacak olmasıdır. Suudi Arabistan’ın askeri manevralarının bu durumun ne denli üstesinden gelebileceğini zaman gösterecektir. Kuşkusuz Arabistan Krallığı’nın da bu mücadelede elinin boş olmadığını tahmin etmek zor olmasa gerek. Zira Suudi yönetimi öteden beri hem sınır boyundaki kabileleri hem de Yemen’in Sünni güçlerini desteklemekte ve bu grupları her bakımdan gözetmektedir. Yerel ittifakların ise bu çerçevede Suudi Arabistan’ın siyasi pazarlıkta önemli bir unsur şeklinde masaya konulacağına kuşku yoktur. Suudi Arabistan bu imkanlarını muhakkak kullanacaktır. Ancak olası bir sınır ihtilafının açılması en basit ifade ile 2000’li yıllarda biraz da zorlukla varılan anlaşmanın ve sürecin yenilenmesi anlamına gelecektir ki bunun Riyad için tercih edilebilecek bir şey olmayacağı da açıktır.
Yemen ve Göç
Suudi Arabistan yeniden yapılanma arayışlarında olan ekonomisi ile yeni sorunları göğüsleyebilecek sistemik yeterliliği ne yazık ki taşımıyor. Bunun için de bilhassa gelir kaynaklarını çeşitlendirmek ve petrol sonrası döneme hazırlık kapsamında yapısal düzenlemelere gidiliyor. Bu kapsamda Vision 2030 ile hem fiziki hem de zihni bir değişimin zorunlu olduğunun işaretlerinin verilmesinden de geri durulmuyor. Suudi Arabistan’ın yeni yönetici kuşağının aşağı yukarı ileride ne ile karşı karşıya kalacaklarını öngörebilmekte oldukları söylenebilir. Bunun için de başarılı addedilmese bile dönüşümü sağlayıcı önlemleri almak hedef ve amacında oldukları görülüyor. Genç Suudi yöneticilerinin ilk yapmaya çalıştıkları şey ise muhtemelen iş gücünün çeşitlendirilerek nitelikleştirilmesi olacak.
Genç kuşağın ilk giriştiği önlem ise muhtemelen iş gücünün yerlileştirilmesi. Ancak Suudileştirme çabalarının uzun dönem boyunca devlet sübvansiyonları ile bir araya geldiğinde toplumun kabul ve onayını almakta zorlanacağı söylenebilir. Bilhassa büyük şehirlerin arka mahallelerinde görünür olan fakirliğin azaltılabilmesi için çeşitli önlemlerin alınması dikkat çekici ancak yetersiz. Hizmet sektörü yanında Suudi vatandaşlarının yapmak istemedikleri işler için büyük oranlarda Asyalı ve Afrikalı işçi çalıştırmanın mali bedelleri olmasa da Suudi yönetimini güvenlik, demografi ve hukuki alanlarda düşündüren sorunları mevcut. Ne var ki Suudilerin bu konfordan vazgeçemeyecekleri de tartışılan konular arasında.
Suudi Arabistan’ın öteden beri karşı karşıya kaldığı bilinen ancak Yemen meselesi ile zirveye oturan ve baş etmesi gereken önemli konulardan biri, iş gücü problemi içinde ele alınacak göçmen meselesidir. Göçmen denilince Avrupa ülkeleri akla gelse de Suudi Arabistan’ın da ciddi anlamda büyük bir göç baskısına maruz kaldığı ne yazık ki göz ardı edilmekte. Özellikle kayıtların tutulmaması ya da tutulamaması yüzünden Suudi Arabistan’a doğru olan göçün büyüklüğü ne yazık ki tevsik edilebilir bir durumda değil. Afrika kıtasının coğrafi yakınlığı, Türkiye’de henüz dikkati çekmeyen bir yoğunluktaki göç hareketini, Cibuti, Somali üzerinden önce Yemen oradan da Suudi Arabistan’a doğru akmakta olan bir insan seline kaynaklık etmekte. Özellikle Etiyopya, Sudan ve Afrika’nın ilk bahsedilen ülkelerine göre nispeten diğer fakir ülkelerinden Yemen’e doğru hareket halinde bir insan kitlesinin varlığından bahsediliyor. Bu yüzden Yemen bugün için göç koridorunda önemli bir durak noktası olmayı sürdürmekte. Biraz da savaşın gereklilikleri yüzünden sınırı geçmekte zorlanan yüz binlerce insanın Yemen’de toplanmakta olduğu Riyad’ın bilgisi dahilinde olup en azından Aden ve Taiz gibi şehirler üzerinden insani nitelikte müdahalelerle imkanların çoğaltılmaya çalışıldığı anlaşılıyor.
Yemen’deki siyasi karışıklık hali ile birlikte Suudi Arabistan’ın askeri müdahalesi bahsi edilen göçü yavaşlatmak şöyle dursun Yemen için büyük bir zorluğa dönüştürmüş durumda. Bununla birlikte Yemen’in fiili anlamda ikiye ayrılmış yönetiminde göçmenler büyük zorluklarla karşı karşıya kalmakta, bu zorluklar Suudi Arabistan’ın sunduğu insani yardım imkanları ile bile giderilememektedir. Özellikle Husi bölgesinde karşı karşıya kaldıkları kaçırılma, fidye, işkence ve angarya gibi uygulamalar göçmenlerin yaşamlarını tehdit etmekte ama bunların üstesinden gelinebilecek önlemler alınamamaktadır. Keza zorlu Kızıldeniz geçişine rağmen Yemen’e ulaşan Afrikalı göçmenlerin, farklı şehirlerden ve kendilerini çoğu defa aldatan kaçakçılardan kaçarak Suudi Arabistan sınırına doğru hareket ettikleri bilinmektedir. Bununla birlikte Sokotra üzerinden daha büyük bir kavis çizerek Mukalla limanına varan şanslı göçmenler ise zorlu coğrafi şartlar yüzünden henüz sınıra erişmekte diğerleri oranında şanslı olmamaktadır.
Afrika’dan yeni umutlarla Yemen’e akmakta olan insanlar buradan Suudi Arabistan’a geçerek ya burada kalmayı ya da zengin Körfez ülkelerine geçmeyi umut etmektedirler. Bahsi edilen umudu taşıyan göçmenlerin büyük çoğunluğu Etiyopyalı olup farklı hikayelerle göçlerini sürdürmeyi yeğlemekteler. Yemen’in savaş öncesi Somali ile yaptığı karşılıklı anlaşma ile Somalilere tanıdığı sığınma hakkından Etiyopyalılar ne yazık ki yararlanamamakta ve sayıları ise on binlere eriştiği ifade edilmektedir. Açıkçası bu durum son derece ciddi bir insani dram olarak Suudi Arabistan’ın çözmek durumunda kaldığı bir sorun niteliğine erişmiştir. Keza bu dramın bir başka boyutu ise Kızıldeniz’i geçen göçmen teknelerinin maruz kaldığı askeri müdahalelerdir. Çoğu defa Suudi donanması ile birlikte hava kuvvetlerinin Husi güçleri olarak algıladığı bu basit göçmen tekneleri hedef olmakta, sonuç olarak pek çok Afrikalı göçmen daha Yemen’e sağ salim ulaşamadan hayatını kaybetmektedir. Suudi askeri manevralarının bu türlü yanlış anlamalar karşısında kaldığı tepkilerin göğüslenmesi ise başka bir mesele olarak Riyad’ın gündeminde henüz yerini almadığı anlaşılıyor. Ancak yukarıda da işaret edildiği üzere Suudi Arabistan bakımından asıl sorun sınırı geçmeyi kendisine hedef tayin etmiş ve Yemen’de hızla gelişen Afrikalı göçmen nüfusundaki artıştır. Çoğunluğu Etiyopyalı olan göçmen nüfusu bugün savaş dolayısıyla pek çok kötü muameleye maruz kalarak sınıra erişmekte zorlanıyor olabilir. Ne var ki Husilerin karar değiştirmesi ve bunu bir politika olarak belirlemeleri Suudi Arabistan’ı savaş koşulunda bile zor durumda bırakmaya kafi gelecektir. Hele bu durumun askeri başarı ile taçlanması durumunda göçmen nüfusun sınıra daha rahat ulaşma imkanlarına kavuşmaları Suudi yönetimini sınırlarını koruma konusunda zor durumda bırakabilecektir. Yemen’deki göçmen nüfusu ve niteliği, hiçbir kaybetme riski taşımayan büyük bir insan topluluğu olarak tavsif edilebilir. Göçmen problemi şimdi baş ağrıtmasa bile Suudi Arabistan’ın uzun vadede karşı karşıya kalabileceği insani bir drama dönüşme ihtimali ise oldukça yüksektir.
Sonuç
Suudi Arabistan Yemen’de, son tahlilde, İran’la rekabet halindedir. İran’ın Orta Doğu’daki etkinliği Yemen’de de kendini göstermekte ve Suudi Arabistan’ın göreceli müreffeh ve kontrol altındaki gelişimini tehdit etmektedir. Tehdit altında bulunduğunun gayet farkında olan Suudi Arabistan ise çözmek zorunda olduğu bu üç hususla kendisini stres altında hissetmektedir. Ne var ki söz konusu bu üç alan, yeni sorunlar olmadığı gibi köklerinin geçmişte yer alması yüzünden karmaşık ilişkiler ağıyla son derece muğlak bir yapı arz ediyor olması dertleri büyütmektedir. Coğrafya ile tarihin çeşitli ve derinlikli bir sonucu olan Yemen meselesinin halli bir bakıma Suudi Arabistan’ın varlığıyla yakından alakalı bir duruma karşılık gelmektedir. Muhtemeldir ki Yemen’in halli Suudi Arabistan’ı derinden etkileyecek bir mevzudur. Suudi Arabistan, görünür olan iç savaş rekabetiyle problemin kaynağında tuzağa çekilmiştir. Yemen üzerinden kanalize olan Afrika kökenli göç ise orta vadede Riyad yönetimini zor durumda bırakacak şekilde sürdürülmektedir. Keza sınır problemi ile birlikte Şii azınlık meselesi ise Suudi yönetiminin duymak ve görmek istemediği bir sorunlar yumağıdır. Son tahlilde Suudi Arabistan ve özellikle Yemen, ötelerde ve türkülerde kaldığı için henüz ülkedeki entelektüel gündemin bir parçası olmaktan uzaktadır. Oysa Suudi Arabistan meselesi geniş kapsamlı bir değerlendirme yapıldığında büyük politik havzayı çok yakından alakadar etmektedir. Çünkü Riyad’ın Yemen’deki olası başarısızlığının faturası bölge için çok ağır olacaktır. Bu yüzden bölgedeki herkesin cevaplamak zorunda olduğu asıl soru şudur: Riyad güçsüz duruma düştüğünde ya da düşürüldüğünde Orta Doğu’nun karşı karşıya kalacağı gelecek nedir?