Abdullah Utaybi’nin Şarku’l Avsat’taki köşesinde yayımlanan konuyla alakalı makalesini (bazı tespit ve değerlendirmelerini tartışmalı bulmakla birlikte) okurlarımızın ilgisine sunuyoruz:
Suudi Arabistan'da Felsefe Öğretimi
Göreceli düşünce insanın zihnine girerse, radikalizm tüm biçimleriyle oradan çıkar. Bir kişi bilim, yaşam ve düşüncede kesinlik ifade eden şeylerin çok az olduğunu öğrenirse, tutumlarını ve görüşlerini dengeleyebilir. Felsefe, bilimin anasıdır. Medeniyetlerin ve ulusların tarihlerine baktığımızda eşsiz aşamalara felsefe sayesinde geçtiklerini görürüz. Ulusların ve milletlerin kalkınması, bilimin yaygınlığı, bilim adamlarının bolluğu, farklı bilim dallarının ve felsefenin varlığı sayesinde olmuştur. Bilim adamlarının bilimsel faaliyetlerinin tüm alanlarda yayılması ancak bu sayede gerçekleşebilir.
Felsefe -bir bakıma- insanın soru üretme kabiliyetinin tarihidir. Aynı zamanda bu sorulara verilen cevapları eleştiri süzgecinden geçirebilme kabiliyetidir. Zihin taşlarını heykeltıraş titizliği ile yontabilmektir. Sorular üretme, bu soruları yeniden formüle edebilme ve her dönem yeni bir şeyler ortaya koyabilme yeteneğinin sürekli hale gelebilmesidir. Her ne kadar matematik ve diğer bazı bilim dalları felsefe sistemi içinde gelişme göstermiş olsalar da elbette felsefe matematik gibi salt bir bilim dalı değildir.
Geçen hafta Suudi Arabistan'dan önemli bir haber geldi. Suudi Eğitim Bakanlığı liselerde felsefe öğretimini başlatacak. Okullarda öğrencilere felsefeyi en iyi şekilde öğretebilmek için uzmanlık alanı eğitim olan bir İngiliz şirketinden yardım alınacak. Felsefe dersini öğrencilere aktaracak öğretmenler, seçkin eğitmenler tarafından bir eğitime tabi tutulacak. Bu, doğru yönde atılan büyük bir adımdır.
Suudi Arabistan, diğer büyük adımlar gibi daha iyi bir gelecek için tarihi ve takdir edilmesi gereken bir adım atmıştır. Suudi Arabistan insanının zihinsel yetenekleri, entelektüel becerileri, bilimsel ve pratik potansiyeli gelişim gösterecektir. Bu, Suudi Arabistan Veliaht Prensi'nin “Vizyon 2030” çerçevesinde ortaya çıkan hayallerinin ve isteklerinin büyüklüğüyle uyumlu bir projedir.
Bu önemli adım, geleneksel fıkhi bakış açısı ile felsefe ilmi arasında yıllardır süren iç tartışma sürecini de sona erdirecektir. Bu geleneksel fıkhi anlayış, felsefeyi dine düşman, İslam’ı yıkan ve onunla ters düşen bir olgu olarak gördü. Bu konuda yayınlanmış birçok yazı ve fetva görmek mümkündür. Bunların çoğu Hanbelî fıkhının tanınmış âlimi İbn Teymiye’nin tutumlarına dayanmaktadır. Ama bu tutumlar, kendi içinde dahi bazı çelişkiler barındırır. Felsefe karşıtı bir tutum takındığı söylenen bu büyük fakihin bizzat kendisi felsefe, Aristo mantığı ve Kelam ilmi eğitimi almıştır. Bu ekolü takip eden öğrenciler, felsefe eğitimi alma hakkını belli şartlara bağlı kılmışlardır ki durum, bu şekilde bir eğitim almayı neredeyse imkânsız yapmaktadır. Bu kesime göre illa felsefe öğrenilecekse, felsefeden istifade etmek için değil onu tenkit etmek için öğrenilmelidir.
Diğer Arap ülkeleri gibi Suudi Arabistan da başta “Müslüman Kardeşler”(İhvan) olmak üzere siyasal İslamcı cemaatleri 1950'li yılların sonlarında ülkesine almaya başladığında bu konuda başka bir aşamaya geçilmiş oldu. Fakat bu unsurların eğitim ve öğretim sürecine bir bütün olarak girmesi Suudi Arabistan açısından olumlu sayılabilecek bir adımdı. Zira bu unsurlar, geleneksel kapalı yerel fıkhi anlayışla bir şekilde mücadele etmeye çalıştı. Geleneksel fıkıh anlayışının okutulduğu fakültelerde bir çözüm olarak “İslam kültürü” dersi kondu. Bu kesinlikle bir felsefe dersi değildi. Ancak geleneksel katı fıkhi anlayışın adeta kuşatma altına aldığı fıkhı biraz olsun esnetme girişimiydi.
Bu cemaatler ve onların sembol isimleri hiçbir durumda felsefe veya felsefi düşüncenin ya da sorgulayıcı soruların yanında yer almadı. Fakat devletin ve toplumun gelişmesini ve kalkınmasını engelleyen geleneksel fıkıh anlayışla şiddetli bir çatışmaya girdiler. Söz konusu dersi fakültelere koydurarak karar verici organlara kendilerinin sivil gelişimden ve devlet mantığından yana olduğunu göstermek istemişlerdi. Bu dersi, yerel fıkhi çatışmada üstünlük sağlama aracı olarak kullanmaya çalıştılar. Bunun nedenlerinin bazılarına bu makale sütunlarında daha önce değinmiştik.
Ülkenin bu şekilde bir tarihi aşamadan geçmesinin pek çok nedenleri vardı. Fıkıh sahasında muazzam bir fazlalık söz konusuydu. Yani fıkhi dini söylemleri dillendirebilecek gereğinden fazla davetçi vardı. İnsan hayatında gereğinden fazla bir role sahip olmuşlardı. Bu da diğer rollere üstün gelen bir durumdu. Yani entelektüelin, düşünürün ve filozofun rolünün gitgide azalması anlamına gelmekteydi. Birbiriyle rekabetin olmadığı tekdüze bir düşünce sistemi kurulmuştu. Bu durum, İhvancıların alternatif davetçiler oluşturmasına fırsat verdi.
Geleneksel fıkıhçı ile davetçi ya da İhvancı arasındaki farkı burada ifade etmekte yayar var. Geleneksel fıkıhçılar, devletin dini yönden bazı hataları işlediğini görseler dahi devlet yanlısıdırlar. Devlet başkanını üstü kapalı bir şekilde ikaz ederler. İhvancı liderin zihninde ise her zaman siyasi ve dini bir proje vardır. Kendisini devletin alternatifi olarak görür. İktidara ulaşmak için inandığı bütün veya bir kısım değerlerden feragat etmeye de hazırdır. Aralarındaki bu farklara rağmen her iki akım da diğer akımlara düşmandırlar.
Felsefe karşıtı bir söylemin oluşturduğu toplumsal bir tutum da vardı. Halk arasında bu daha ziyade “felsefe yapmanın” reddedilmesi şeklinde tezahür etti. Bunu felsefe ilmi karşıtlığı olarak anlamamak lazım. Zira “felsefe yapma” denirken bundan “kafa karışıklığına neden olma” kastedilmektedir. “Felsefe yapma” söylemi, ‘sıradan bir insanın anlayamayacağı kadar zor ve derin bir mesele reddedilmelidir’ anlamındadır. Bir konuşmacı herhangi bir konuda muhatap kitlenin kolayca anlayamayacağı bir söylem kullanırsa aynı ikaza muhatap olur. Tartışmada tartışılacak herhangi bir konunun veya meselenin hassas anlamlarının zihinsel delaletlerinin ve sistematik inşasının bir kenara bırakılması anlamında da kullanılır.
Suudi Arabistan'da felsefeye dair tutumun tarihi ve kültürel kökenini biraz uzatmış olabilirim. Ancak bunlar, Suudi Arabistan'da felsefe öğretme kararırının gelişimsel, insani ve tarihsel olarak ne kadar büyük bir adım olduğunu anlamada yararlı bilgilerdir. Suudi insanı gelecekte kendisine sunulan herhangi bir soruyu veya fikri hemen kabullenmeyecektir. Eleştirebilen ve reddeden bir zihin yapısına sahip olacaktır. Bu, Suudi insanını bilimsel ve eleştirel akıl ile silahlandıracak bir adımdır.
Yıllar önce, bir grup Suudi genç Riyad'daki edebiyat kulübüne bağlı olarak "felsefi halkalar” oluşturdu. Sadece geleneksel fıkhi akımlar tarafından değil, edebiyat ve kültür kulüplerine de mensup muhafazakâr kitleler tarafından birçok saldırıya ve kışkırtmaya maruz kaldılar. Bir kısmı isminde “felsefe” kelimesinin kullanılmasını bahane ederken diğer bazıları da kafa karışıklığına ve tartışmalara neden olabileceğini öne sürdüler. Elbette bu karşı çıkışların başka nedenleri de olmuş olabilir. Ancak, bu gençlerin bir kısmı şu anda akademik, kültürel ve medya alanlarının iyi bilinen ve tanınan isimleri oldular.
Tarihsel olarak, felsefe ve bilimler İslam medeniyeti üzerinde önemli bir etkiye sahipti. Bu medeniyetin zayıflamasından sonra bile İslam ve Arap düşüncesinde yer etmiş sembol isimler ve akımlar vardı. Suudi Arabistan'da İhvan’a yakın sembol isimlerden birisi, "İslam Medeniyeti Gerçeği" adlı küçük bir kitapçık çıkardı. Kitapçığın içeriğine baktığımızda felsefe alanında meşhur Müslüman düşünürlerin nasıl tekfir edildiğini ve dinden çıkarıldığını gösteren onlarca sayfalık metinler görüyoruz.
Son olarak; felsefenin gelişmesi ile kentleşme, ulusların, halkların ve milletlerin gelişimi arasındaki ilişki muhakkak gözlemlenmelidir. Felsefe, medenileşmenin ve gelişimin en büyük destekçilerinden biridir.