Analiz: Necmettin Acar / AA
Suudi Arabistan veliaht prensi ve ülkenin de facto yöneticisi olan Muhammed bin Selman’ın bugün başlayan, Asya ülkelerini kapsayan dört günlük ziyaretinin iki gününü geçireceği Pakistan’da heyecanlı bir bekleyişin olduğu ve Suudi prensin İslamabad’da şimdiye kadar hiçbir yabancı ülkeye uygulanmayan bir protokolle gösterişli bir şekilde karşılanacağı geniş bir şekilde medyaya yansıdı. Birkaç gün önce Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) veliaht prensinin de İslamabad’a bir ziyaret gerçekleştirmiş olması ve karşılıklı anlaşmaların imzalanması, “Pakistan BAE-Suudi Arabistan eksenine mi kayıyor” sorusunu akıllara getiriyor
Her iki veliaht prensin ziyaretlerinin zamanlaması, bu ziyaretlerin uluslararası kamuoyu tarafından daha da dikkatle izlenmesine yol açıyor. Son bir haftada bölgede yaşanan iki bombalı saldırı bu ziyaretlerin zamanlamasını anlamı kılıyor. Bu saldırıların ilki Hindistan ordusuna yönelik Keşmir bölgesinde, diğeri ise İran ordusuna yönelik Belucistan eyaletinde gerçekleşmişti. Hindistan ordusuna yönelik saldırı Pakistan-Hindistan ilişkilerinde zaten var olan tansiyonu yükseltirken, İran ordusuna yönelik saldırılar ise İran ile Pakistan arasında yeni bir gerilimin ilk işaretlerini veriyor. Bütün bu yaşananlara ilaveten, geçen hafta Varşova’da düzenlenen İran karşıtı konferansın hemen akabinde gerçekleşiyor olması da ziyarete ayrı bir değer katıyor.
Geçmişten günümüze Suudi Arabistan-Pakistan ilişkileri
İki ülke arasındaki ilişkilerin tarihi eski olsa da, Pakistan’da Ziya ül-Hak 1975’te iktidara geldikten sonra, Riyad İslamabad ile daha yakın ilişkiler geliştirmeye özel önem göstermişti. Bu dönemdeki yakınlaşma, İran devrimine ve Afganistan’daki Marksist rejime karşı ortak tehdit algısına dayanıyordu. Suudi Arabistan bu dönemde Pakistan tarafından satın alınan ABD silahlarının parasını ödemiş ve bu silahların kısmen Afganistan’daki silahlı muhalefete transfer edilmesini sağlamıştı.
Sovyetler Birliği Afganistan’ı işgal ettiğinde de Suudi Arabistan ve ABD Sovyetlerle savaşmak için yerel savaşçılardan oluşan bir ordu kurmuştu. Pakistan istihbaratının desteğiyle eğitilen ve parası Suudi Arabistan tarafından ödenen ABD silahlarıyla donatılmış bu ordu Sovyetlerin Afganistan işgaline uzun yıllar boyunca direnmeyi başarmıştı. Suudi Arabistan bu süreçte sadece parasal yardımlarla yetinmeyip ülkedeki gönüllülerin Pakistan üzerinden çatışma bölgelerine akmasını da teşvik etmişti. Yine bu dönemde Riyad ile İslamabad arasındaki askeri işbirliği artmış ve basında Suudi hava kuvvetlerinde Pakistan ordusuna mensup pilotlarının görev yaptığına dair haberler çıkmaya başlamıştı.
Suudi Arabistan-Pakistan ilişkilerinin düzeyini gösteren en önemli kanıt, Riyad’ın en büyük ikinci elçilik binasının Pakistan’da bulunması ve Suudi büyükelçiliğinin İslamabad’daki en büyük elçilik olmasıdır. İki ülke arasındaki yakın ilişkilerin başka bir göstergesi ise 1998’de nükleer denemeler yaptığında uluslararası toplum Pakistan’a yaptırımlar uygularken Suudi Arabistan’ın ücretsiz petrol sağlamasıdır.
Arap Baharı süreciyle sarsılan bölgesel statüko ve Suudi Arabistan’ın artan güvenlik ihtiyacı, Pakistan’ı Ortadoğunun güvenliği açısından kritik bir aktör haline getirdi. Kral Selman’ın tahta çıktıktan kısa bir süre sonra, 2016 yılında Pakistan’a yaptığı ziyarette iki ülkenin askeri işbirliğini geliştirmeye dönük birçok anlaşma imzalanmıştı. İki milyon Pakistanlının Suudi Arabistan’da çalışıyor olması ve Pakistan’a yurt dışından en büyük döviz girdisinin Suudi Arabistan kaynaklı olması, iki ülkeyi ekonomik olarak yakınlaştıran en önemli sebeplerden birini teşkil ediyor.
Suudi Arabistan-Pakistan yakınlaşmasının gerekçeleri
Pakistan’ı Suudi Arabistan’a yakınlaştıran en önemli sebep ülkenin yaşadığı ekonomik sorunlar. 1980 yılından beri IMF’den 12 defa yardım alan Pakistan, içinde bulunduğu ekonomik darboğazı aşmak için önemli miktarda dış kaynağa muhtaç durumda. Hızla artan nüfusun ekonomi üzerinde oluşturduğu istihdam baskısı ve Pakistan-Hindistan gerginliğine ilaveten artan Afganistan kaynaklı tehdit, ülkeyi en verimli kaynaklarını savunma sektörüne yönlendirmeye mecbur bıraktı. Özellikle son dönemde ABD ile ilişkilerin bozulması ve ABD’nin ekonomik yardımlarını askıya alması ülke ekonomisini oldukça olumsuz etkiledi; merkez bankasının 8 milyar dolara kadar gerileyen rezervleri dış kaynak ihtiyacının aciliyetini artırdı. Ayrıca geçen hafta Keşmir ve Belucistan’da yaşanan bombalı saldırılar, Pakistan’ın hem doğudaki hem de batıdaki güçlü komşularıyla ilişkilerindeki gerginliği tırmandırdı. Pakistan açısından BAE-Suudi Arabistan ekseniyle yakınlaşmak, sağlayacağı muazzam ekonomik katkıya ilaveten, ülkenin bölgedeki yalnızlığını aşabilme imkanı sağlayabileceği gibi, ABD ile bozulan ilişkilerini onarmasına de imkan sağlayabilir.
Suudi Arabistan ise Pakistan ile ilişkilerine stratejik bir önem atfediyor. Öncelikle Pakistan konvansiyonel savaş tecrübesi olan, bölgenin en güçlü ordularından birine sahip. Özellikle İran’ın nükleer silah geliştirmenin peşinde olduğu bir dönemde, nükleer güç olan Pakistan’ın Suudi Arabistan’ın yanında olması son derece önemli. Pakistan Suudi Arabistan’a nükleer caydırıcılık kazandırabileceği gibi, İran’ı da doğudan çevreleyebilir. Pakistan ile geliştirileceği yakın ilişkiler sayesinde Suudi Arabistan, Yemen savaşında ve içeride çıkabilecek bir isyan durumunda rejimin güvenliğini sağlamakta yaşayacağı askeri kapasite sorununu da aşabilir.
Yemen savaşı ve Katar krizi de ortaya koydu ki bölgesel krizleri, hele de bu krizlerin çözümü askeri kapasiteye dayanıyorsa, BAE-Suudi ekseninin kendi imkanlarıyla aşmaları olanak dışıdır. Hem Katar’da hem de Yemen’de BAE-Suudi ekseni çok önemli askeri/diplomatik/ekonomik kaynaklarını devreye koysalar da Pakistan ve Mısır gibi bölgenin iki önemli askeri gücünün aktif desteğini sağlayamadıkları için, 2019 yılı başları itibariyle, kendi lehlerine politik bir sonuç elde etmekte son derece başarısız oldular. Kısacası Pakistan’ın nükleer güçle desteklenen askeri kapasitesi, Suudi Arabistan’ın kendi güvenliğini sağlaması ve Ortadoğu bölgesinde kendi lehine politik bir düzen kurması için vazgeçilmez önemde.
Suudi stratejistler, Suudi Arabistan’ın bölgesel güvenlik stratejisinde Pakistan’ın önemli bir rol oynadığını ittifakla kabul ediyorlar. Hatta Suudi Arabistan, içeride çıkacak rejim karşıtı bir ayaklanmayı bastırma konusunda da Pakistan askeri gücüne güveniyor. Bu amaçla, Arap Baharı sürecinin başlarında, 100 bin Pakistan askerinin Suudi Arabistan’da iç güvenlik hizmetinde konuşlandırılması için uzun süren görüşmeler yapılmıştı. Pakistan hükümeti her ne kadar Suudi iç güvenliği için askeri birlik konuşlandırma fikrine mesafeli davransa da, bu süreçte Pakistan ordusunun çok sayıda emekli mensubu Suudi güvenlik kuvvetlerinin yanında görev almıştı. Aralık 2015’te “terörle savaşmak” için Suudi Arabistan liderliğinde kurulan ve çok sayıda Sünni Müslüman ülkenin katıldığı “İslam Ordusu”na Pakistan’ın askeri desteğini alabilmek için, Pakistan eski genelkurmay başkanı Rahil Şerif 2017 yılının başında Suudi inisiyatifiyle başkomutan olarak atanmıştı.
Suudi Arabistan-Pakistan ilişkilerinin geleceği
Hindistan ile tarihsel ve jeopolitik bir rekabete odaklanan Pakistan’ın Ortadoğu ve İslam dünyasına dönük geleneksel politikası tarafsızlık olmuştur. Bu ilke, mezhepsel gerilimi içeren durumlarda daha katı bir şekilde uygulanmaktadır. Pakistan 1980’lerde ve 1990’ların başında, sırasıyla Suudi Arabistan ve İran tarafından desteklendiği iddia edilen Sünni ve Şii mezhep grupları arasındaki çatışmalara tanık olmuştu. Ülkeyi yönetenler, her bölgesel krizde ülkenin bu tarafsızlık politikasını sürdürmeye ve bölgesel krizlere müdahil olamamaya itina göstermişlerdir. Suudi Arabistan 2014 yılında başlattığı Yemen’e dönük hava saldırılarından olumlu bir netice alamayınca Pakistan kara kuvvetlerinin kara savaşına destek olmasını istemiş, fakat Pakistan parlamentosu tarafsızlık ilkesine dayanarak Suudi Arabistan’ın bu talebini oybirliğiyle reddetmişti. Suudi Arabistan’ın uzun süre tüm gücüyle bastırmasına rağmen Pakistan’ın Yemen’e kara gücü gönderme konusunda ikna olmaması, Suudi Arabistan açısından Yemen savaşını çıkmaza sokan en önemli unsur olmuştur. Pakistan parlamentosunun bu kararı İran dışişleri bakanı Cevad Zarif’in Pakistan ziyaretinden sonra vermiş olması da ayrıca önemli bir husustur.
Pakistan’ın bölgesel ittifaklardaki tarafsızlık politikasından vaz geçerek Suudi Arabistan’ın istediği şekilde İran karşıtı bir koalisyona katılmasına engel olan en önemli husus, Pakistan-İran ilişkileri ve Pakistan nüfusunun önemli bir kısmını teşkil eden Şiilerdir. İran Pakistan için önemli bir ekonomik partnerdir ve ülkenin enerji ihtiyacının önemli bir kısmı İran’dan sağlanmaktadır. Ülkede yaşayan önemli orandaki Şii nüfus (yaklaşık yüzde 20) Pakistan’da kırılgan bir mezhep dengesine neden olmaktadır. Suudi Arabistan Pakistan’ın Keşmir ve Hindistan konusundaki endişelerini paylaşmadığı gibi, Pakistan da İran karşısında Suudi Arabistan’ın hassasiyetlerini paylaşmamaktadır. Bu durumun önemli göstergesi Suudi Arabistan’ın, 2014 yılında Hindistan ile hidrografi ve güvenlikten lojistiğe kadar uzanan alanlarda, askeri eğitim, öğrenci değişimi ve işbirliğine izin veren bir anlaşmayı rahat bir şekilde imzalayabilmiş olmasıdır. Burada dikkat çekici olan ise Hindistan’ın, Suudi Arabistan’ın yıllardır çok güçlü ilişkiler geliştirmek istediği Pakistan’ın bölgedeki en önemli rakibi olmasıdır. Nitekim bu anlaşma İslamabad’da hayal kırıklığına yol açmıştır.
Pakistan Müslüman Kardeşler konusunda da Suudi Arabistan ile aynı endişeleri paylaşmamaktadır. Pakistan’da, özellikle yönetim kademesinde önemli bir ağrılığı olan Cemaat-i İslami’nin Müslüman Kardeşler ile oldukça yakın ilişkileri bulunmaktadır. Pakistan yönetimi, Suudi Arabistan ile yakınlaşarak Müslüman Kardeşler karşıtı bir kampanyada yer alması halinde, ülke içinde ciddi sorunlarla karşı karşıya kalabilir.
Pakistan Ortadoğu’ya yönelik tarafsızlık politikasını değiştiriyor mu?
Son bir haftada yaşanan gelişmeler, Pakistan’ın tarafsızlık politikasından vazgeçerek BAE-Suudi Arabistan eksenindeki İran karşıtı koalisyona katılabileceği izlenimini veriyor. Bu gelişmenin en önemli sebebi ise Pakistan’ın son dönemde İran ve Hindistan ile yaşadığı gerginlik ve ülkede aratan ekonomik sorunlar. Özellikle İran ordusuna yönelik saldırıların İran’ın doğu vilayeti Belucistan’da meydana gelmesi ve saldırıyı gerçekleştiren Ceyşu’l-Adl isimli örgütün Pakistan tarafından desteklendiğini açıklayan İran’ın Pakistan’a yönelik suçlayıcı ifadeler kullanması, Pakistan’ın İran karşısındaki tutumunu sorgulamasına yol açmış görünüyor.
İkinci olarak, ülkede artan ekonomik sorunlar Pakistan’ın politik tercihlerini sınırlandırmış görünüyor. Suudi veliaht prensinden kısa bir süre önce BAE veliaht prensi Zayed el-Nahyan’ı ağırlayan Pakistan’ın, bu ziyaret sırasında prensten 6 milyar dolarlık bir yardım sözü aldığı basına yansıdı. Muhammed bin Selman’ın ise Pakistan ziyaretinin ilk günü 20 milyar doları aşan bir ekonomik destek ve yatırım anlaşması imzaladığı açıklandı.
Keşmir ve Belucistan’da yaşanan gerginlikle birlikte düşünüldüğünde, Pakistan hem ekonomik olarak zor günler geçiriyor hem de doğu/batı yönündeki güçlü komşularıyla ciddi bir kriz yaşıyor. BAE-Suudi Arabistan ekseni ise Pakistan’ın içinde bulunduğu bu ekonomik ve politik krizleri kullanarak Pakistan’ın askeri kapasitesini İran karşıtı koalisyona katıp İran’ı çevrelemek istiyor. Önümüzdeki günler BAE-Suudi Arabistan ekseninin “riyal-politiğinin” Asya’da işe yarayıp yaramayacağını gösterecek.
Eğer İran karşıtı koalisyona katılarsa, Pakistan kendisini Şii-Sünni çatışmasına benzer istikrarsızlıkların ve (tarihsel olarak kendisini Müslüman Kardeşler hareketine yakın gören) Cemaat-i İslami cephesinden yönetime karşı yönelen bir kampanyanın içinde bulabilir. Pakistanlı politikacıların oldukça sınırlı olan seçeneklerden hangisini tercih edeceklerini ve bu tercihin ülke içinde ve dışında nasıl yankılarının olacağını önümüzdeki günler gösterecek. Her ne kadar Pakistan Başbakanı İmran Han veliaht prensin ziyaretinden birkaç saat önce yayınlanan röportajında “Pakistan başına gelen her sıkıntıda Suudi Arabistan’ı savunacaktır, fakat biz bölgede ayrıştırıcı değil birleştirici bir rol üstlenmek istiyoruz” demek suretiyle bir orta yol arayışında olsa da, ülkenin politika yapıcılarının sınırlı seçenekleri olduğu aşikar.
[Doktora tezinde Suudi Arabistan’ın güvenlik algısı ve dış politikasının değişimini konu alan Dr. Necmettin Acar Ortadoğu’da bölgesel güvenlik ve dış politika konularında çalışmaktadır]