Susurluk’ta Medya Patronları da Var...

Elkatmış: “Susurluk’un içinde asker, jandarma, özel harekât, polis, mafya, siyasetçi, yargı, işadamı, üniversite, medya var...”

Neşe Düzel, Taraf'taki röportaj köşesinde bu hafta REFAHYOL döneminde Meclis Susurluk Araştırma Komisyonu’nun başkanlığını yapan Mehmet Elkatmış ile konuştu:

Ölüm listesine, MGK’da karar verildi bence. Ağar bana, ‘MGK’da bir değil, birçok karar alındı’ dedi. ‘Ayrılıkçılara yardım edenlerin hesabı görülsün. Böyle bir yöntem uygulayalım’ dendi kanaatimce.”

İstanbul Emniyeti’nden valisine, hâkimden savcısına, siyasetçisine... Kumarhanenin VIP bölümünde yemeklerini yerler, bütün ihtiyaçlarını görürlerdi. Karşılığında, Topal’ı koruma görevi yaparlardı.”

Beni kandırdılar. Yaşar Topçu ‘Koman Paşa, beni MİT Müsteşarı sıfatıyla çağırsınlar, gelip anlatayım diyor’ dedi. Öyle çağırdım. Koman’dan, cevap geldi: ‘MİT Kanunu’na göre Müsteşar’dan bilgi alamazsın!’”

NEDEN MEHMET ELKATMIŞ?

Savaşın, devletin içini nasıl çürüttüğü, barışın bu topraklara niye bir türlü gelmediği, savaşan güçlerin savaştan nasıl beslendikleri, savaştıkça nasıl zenginlik, güç ve iktidar devşirdikleri, savaşırken ne gibi hukuk dışılıklara battıkları, cinayetlerle ve uyuşturucu işiyle nasıl kirlendikleri, savaşı ve iktidarlarını nasıl finanse edip büyüttükleri, 1996 yılında Susurluk dosyasıyla kendini göstermişti ilk kez bu ülkede. Eğer on beş yıl önce Susurluk olayı ve ilişkileri dibine kadar araştırılsaydı, Susurluk dosyası kapatılmasaydı ve sorumlulardan hesap sorulsaydı, belki bu ülke yıllar önce temizlenecekti ve bu topraklara barış çok daha önce gelecekti, bu kadar insan ölmeyecekti. Ama Susurluk sisteminden hesap sorulmadı. Sorulmaması için de Susurluk çetelerinin üstü 28 Şubat darbesiyle örtüldü. Bu ülkede bir kez daha savaş kazandı ve ardından daha büyük dalga olan Ergenekon geldi. Şimdi Ergenekon deşildikçe, kardeşi olan Susurluk da daha net bir biçimde ortaya çıkıyor. Susurluk soruşturmaları ve itirafları hızlanıyor. Susurluk skandalını, ilk patladığı dönemde ürkütücü bir yalnızlık içinde büyük bir çaba ve cesaretle araştırmaya çalışan Mehmet Elkatmış’a Susurluk’ta yaşanan son gelişmeleri, itirafları, bu itirafların sonucunda nasıl gelişmeler yaşanacağını, soruşturmanın nereye ve kimlere uzanacağını, hangi faili meçhul cinayetlerin, uyuşturucu işlerinin, asker- polis- bürokrat- siyasetçi- yargı- mafya- işadamı- medya tezgâhında işlenen hangi suçların aydınlanabileceğini sorduk. Necmettin Erbakan’ın Refah Partisi’yle Tansu Çiller’in başkanlığını yaptığı Doğru Yol Partisi’nin koalisyon hükümeti olarak iktidarda oldukları dönemde patlayan Susurluk skandalı, Meclis’te kurulan bir komisyonla araştırılmaya çalışılmıştı. Susurluk Araştırma Komisyonu’nun başkanlığına da Refah Partisi milletvekili Mehmet Elkatmış seçilmişti. Elkatmış, bugün Susurluk dosyası açıldıkça hangi gizli olayların ortaya saçılacağını ilginç bilgiler vererek anlattı.

***

Susurluk soruşturmaları ve cinayet itirafları arttı son zamanlarda. Siz Ayhan Çarkın’ın ifadesini almış mıydınız?

Aldık. İşin kritik noktası da bu zaten. Biz, muhtıranın verildiği gün cezaevine gittik. 28 Şubat 1997’de, İbrahim Şahin, Korkut Eken, Ayhan Çarkın, uyuşturucu kaçakçısı Hurşit Han dâhil olmak üzere İstanbul’da cezaevinde herkesin ifadelerini aldık. Her şeyi inkâr ettiler. Mesela Ayhan Çarkın ve İbrahim Şahin, bugün anlattıklarının hiçbirini o gün anlatmadılar. “Biz devletin bize verdiği görevlerin dışına çıkmadık” dediler. O görevlerin ne olduğu da belli değil zaten!

Peki, Çarkın’ın bu son itiraflarının ne tür gelişmelere yol açacağını düşünüyorsunuz?

Bu açıklamalar başka itirafları getirecek. Çarkın’ın suçladıkları da başkalarını suçlayacak. Nitekim İbrahim Şahin, Mehmet Ağar’ı suçladı. Önce Çarkın, “Biz operasyonlar yaptık, şu, şu cinayetlerin içinde yer aldık. Bütün bunlardan üstteki kişilerin bilgisi var. Mesela o dönemde Emniyet Özel Harekât Daire Başkanvekili İbrahim Şahin’in emriyle biz bu işleri yaptık” dedi. Bunun üzerine Şahin’in ifadesi alındı. O da, “Ben bu işleri kendiliğimden yapmadım. Benim de üstüm var. Daha yukarıda insanlar var” dedi ve dönemin İçişleri Bakanı eski Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’ı işaret etti.

Mehmet Ağar’ın ifadesi alınır mı sizce?

Savcılık bu ifadeleri dikkate alıp harekete geçecek mi bilmiyoruz. Çarkın ve Şahin bildiklerini daha da açıklayabilirler. Hâlbuki yargı daha önceki dönemlerde bütün bu olayları örtbas etti. Yüzeysel bir soruşturmayla yetinip, delil yetersizliğinden takipsizlik kararları verdi, suikastların üstünü kapattı. Mesela yargı, Susurlukçuların Mehmet Ali Yaprak’ı kaçırmasıyla ilgili dosyayı kapattı. Ortadoğu ve Balkanlar’da en büyük uyuşturucu hammaddesi ve Captagon hapları dağıtıcısı olan Mehmet Ali Yaprak’ı Haluk Kırcı, Müfit Samet gibi Abdullah Çatlı’yla irtibatı olan bir grup kaçırmıştı. Olayda parmak izleri de vardı.

Susurluk Komisyonu olarak siz Yaprak’ın ifadesini almadınız mı?

Aldık. Yaprak muhtemelen PKK’ya da para vermişti. Çünkü PKK, Güneydoğu’da yapılan bütün bu işlerden payını, rüşvetini alıyor. Susurlukçular bunu kaçırıyor ve “Biz bu memleket, millet için canımızı ortaya koyuyoruz. Sen ise bu kirli işlerden para kazanıyorsun. Bize de şu kadar para vereceksin” diyorlar. O da, “Şimdi hepsini veremem. Beni bırakın, size parayı taksitle ödeyeyim” diyor. Nitekim serbest bırakılıyor ve ama parayı kendisini kaçıranlara değil de, bu işleri organize eden daha üsttekine ödüyor. O kişi de, parayı alttakilere vermiyor.

Üstteki o Susurlukçu kişi kim?

Bu dosya daha açılmadı. Bunlar, Yaprak’ı sözünde durmadı diye tekrar kaçırıyorlar ve o da ödeme yaptığı kişinin ismini söylüyor. Savcılık bütün bu net bilgilere rağmen hem kaçıranları, hem de Yaprak’ın parayı ödediği kişiyi koruyor. Dosyayı takipsizlik kararıyla kapatıyor. O sırada Refahyol hükümetinin Adalet Bakanı Şevket Kazan, savcılığa “Dosyayı tekrar açın” diye bizzat yazılı emir veriyor. Açtılar ama gene takipsizlik kararı verdiler.

Peki, 28 Şubat günü size ifade verirken rahatlar mıydı? Devletin kendilerini koruyacağından eminler miydi?

Çok rahatlardı. Başlarına bir şey geleceği endişesi yoktu. Zaten kısa süre yatıp çıktılar ve bu sürede de hiç seslerini çıkarmadılar. Ama Ergenekon soruşturmaları ve davalarından sonra Türkiye’de olaylar başka bir mecrada ilerliyor artık.

Ayhan Çarkın da, İbrahim Şahin de ifadelerinde Mehmet Ağar’ı işaret ettiler. İkisi de Ağar’ın emrinde çalışan yakın adamlarıydı. Neden Ağar’ı işaret ediyorlar şimdi?

Amirleriydi. Devlet yapısı içinde İbrahim Şahin, Özel Harekât Daire Başkanvekili... Amiri kim? Emniyet Genel Müdürü. O kim? Mehmet Ağar. Sonra İçişleri Bakanı oldu Ağar. Topal cinayetini örnek vereyim.

Topal cinayetinde ne oluyor?

Susurluk olayı patlayınca, Mesut Yılmaz, ana muhalefet partisinin başkanı olarak Cumhurbaşkanı Demirel’e gidiyor. “Devletin içinde sayısı 100-120 olan bir çete var. Bütün cinayetleri onlar işliyorlar, haraç topluyorlar. Bunun ortaya çıkarılması lazım. Ama bundan, devletin zarar göreceğinden de endişe ederim” diyor. Anlayacağınız ANAP’ın başkanı, hem “bu işler ortaya çıkarılsın” diyor, hem de “bu işler ortaya çıkarsa devlet zarar görür” diyor. Devlet ancak bu işleri organize etmişse zarar görür. Yoksa devlet neden zarar görsün ki?

Demirel, kendi emrindeki Devlet Denetleme Kurulu’nu çalıştırmıyor mu?

Çalıştırmıyor. Demirel, bu konuyu görüşmek üzere siyasi partilerin liderlerini topluyor. İşte o toplantının zabıtları açıklanmadı. Ne karar verildi belli değil. 72 sayfalık tutanak tutuluyor o toplantıda.

Komisyon olarak siz Topal cinayetiyle ilgili neler biliyorsunuz?

Dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Kemal Yazıcıoğlu bu işe el atıyor. Topal cinayetinin şüphelileri Ayhan Çarkın, Sami Hoştan gibi birçok insanı gözaltına alıyor. Biz Yazıcıoğlu’nu Komisyon’a çağırdık. “Ben Topal cinayetini tam çözeceğim sırada telefon geldi, bana, ‘Topal cinayetinden gözaltına aldığın bu kişileri Özel Harekât Daire Başkanvekili İbrahim Şahin’e teslim et’ dendi” dedi. İçişleri Bakanı Ağar talimat vermiş, Emniyet Genel Müdür Yardımcısı da Bakan’ın talimatını Yazıcıoğlu’na iletmiş. O da İstanbul çıkışındaki turnikelerde bu kişileri teslim etmiş. Suç yeri İstanbul. Kanuna göre, İstanbul Emniyeti delilleri toplayıp bu şüphelileri savcılığa götürecek. Ama bu şüphelileri savcılığa gitmeden, kanunsuz olarak Ankara’ya götürüyorlar ve serbest bırakıyorlar. “Zaten sonra da görevden alındım ben” dedi Yazıcıoğlu. Tarık Ümit cinayeti de böyle oldu.

MİT muhbiri Tarık Ümit’in cinayeti nasıl örtbas edildi?

Olay Jandarma bölgesinde işlendiği için Jandarma İstihbarat Astsubayı Ahmet Altıntaş cinayeti soruşturuyordu. Komisyon’a onu da çağırdık. O da, “Cinayeti tam çözmek üzereyken, beni görevden aldılar” dedi. Onu da görevden, Jandarma Genel Komutanlığı alıyor. Tarık Ümit, Mehmet Ali Yaprak, Topal cinayetlerinin çözülmesi istenmedi.

Tarık Ümit cinayeti çözüldüğü takdirde ortaya ne çıkacaktı?

Tarık Ümit yeraltında serbestçe iş yapan biri. Önce Emniyet İstihbarat’a, daha sonra da MİT’e çalışıyor. Zaten bu konuda devletin içinde bir garabet var. Jandarma ayrı bir âlem. MİT ayrı bir âlem. Emniyet ayrı bir âlem. Hepsi birbirine güç gösterisi yapıyor. Tarık Ümit, Emniyet’e çalışırken, Mehmet Eymür bunu MİT’e transfer ediyor. Abdullah Çatlı ve Korkut Eken MİT’e çalışırlarken de, Mehmet Ağar bunları Emniyet’e alıyor. İddiaya göre Çatlı’nın ekibi Tarık Ümit’i kaçırıp yok ediyor. Yanı Tarık Ümit, bazı bilgilerin ortaya dökülmemesi için MİT’le Emniyet’in çekişmesinde öldürülüyor. Çatlı’nın ölümü de, Susurluk kazası da bir suikast zaten.

Niye böyle düşünüyorsunuz?

Susurluk kazasında arabadan canlı çıkan DYP Milletvekili Sedat Bucak’ın korumalığını yapan Ayhan Akça ve arkadaşlarını Komisyon’da biz dinledik. “O gün takip ediliyorduk. Bundan şüphelendik ve endişelendik. Kuşadası’nda biraz daha kalacaktık, bu yüzden kalmadık, oradan ayrıldık” dediler.

Kimden şüpheleniyorlar?

Bunların ifadeleri tekrar alınırsa şimdi kimden ve neden şüphelendiklerini söyleyebilirler. Yolda Çatlı’nın arabasının peşinden giderken bir rampada bir arabayı sollamak zorunda kalıyorlar! Çatlı’yı ve bunları yolda birileri takip ediyor. Zaten Çatlı’nın eşi Meral Çatlı da Komisyon’da bize “Abdullah son zamanlarda korku içindeydi. Kazadan birkaç ay evvel bir sabah, evimizin önünde park ettiği arabanın altında bomba buldu. Emniyet gelip bombayı tesirsiz hale getirdi” dedi. İlk suikast evinin önünde planlanmış. Bir de kamyon arabaya önden sol taraftan çarptı. Önde sağda oturan Sedat Bucak kurtuldu. Arkada sağda oturan Çatlı öldü. Çatlı’nın kazadan sonra öldürüldüğü iddiaları var. Anlayacağınız Çatlı’nın ölümü de bir muamma.

Topal neden öldürüldü?

Topal çok enteresan biri. Herkesle ilişkisi var ve bunların hepsini besliyor. Adamın VİP kartı var, bütün havaalanlarından aranmadan geçiyor. Topal’ın, ismini “ölüm listesi”nden sildirmek için birine çok büyük paralar verdiği ve buna rağmen öldürüldüğü söyleniyor. Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş raporunda, “Eğer bu adam öldürülmeseydi, devlet içinde devlet olacaktı” diyor. Topal sadece kumarhaneci değil. Dünya çapında bir uyuşturucu tüccarı o. Amerika’da yedi-sekiz yıl hapis yatıyor. Buna rağmen HAVAŞ ihalesine giriyor ve bunu duyan ABD, Türk Dışişleri’ne, “Eğer HAVAŞ’ı alırsa, uyuşturucu ticaretini çok kolay yapar ve biz de bundan Türkiye’yi sorumlu tutarız” diye nota veriyor. Topal ihaleden çekiliyor ama, bir süre sonra İstanbul’da bir limanın özelleştirilmesi ihalesine giriyor ve o limanın işletmesini alıyor. Ondan sonra da zaten öldürülüyor. Avukatı Ekrem Marakoğlu Komisyon’a geldi.

Ne anlattı?

“Topal’ın kumarhanelerinde VİP bölümü vardı. Bu bölüme, o yerin üst düzey bürokrasisi, hâkimler, savcılar gelir giderlerdi. İstanbul Emniyeti’nden valisine, siyasetçisine, hâkiminden savcısına orada yemeklerini yerler, orada bütün ihtiyaçlarını görürlerdi. Karşılığında da Topal’ı koruma görevini yerine getirirlerdi. Bunların hepsini Topal kameraya alırdı. Gerektiğinde tehdit için kullanırdı. Oğlumla Topal’ın oteline tatile gitmiştik. “Hâkim, savcı, Emniyet müdürü herkes burada. Baba devlet burada” dedi oğlum bana. Evet öyleydi. “Topal hepsini besledi” dedi.

Neden öldürüldü peki?

Ya parayı Ahmet’e vereceği yerde Mehmet’e verdi. Mehmet de bu parayı sakladı ve ötekilere paylarını vermedi. Ya da ismi ölüm listesinde olduğu için öldürüldü.

Kim öldürttü Topal’ı?

Yargı ortaya çıkaracak. Yorum yok. Ben olayları anlatıyorum. Telefon trafiğinden ve itiraflardan Çarkın ve arkadaşlarının öldürdüğü anlaşılıyor. Çatlı ve Özel Harekât’ın adamları Veli Küçük’le o sırada defalarca görüşüyorlar. O dönemde Topal cinayetiyle ilgili Veli Küçük hakkında da soruşturma izni istendi ama Genelkurmay izin vermedi. Topal’ın devlette açmadığı kapı yok. Sabıkası var ama, silah ruhsatı, kumarhane açma izni için defalarca iyi hâl kâğıdı alıyor. Koca kumarhane makineleri izinsiz gümrükten geçiyor. Birinde yakalanıyor. Yüklü bir ceza ödemesi gerekirken, Topal için yönetmelik değiştiriliyor ve küçük bir para cezasıyla kurtuluyor. Zaten sonradan Topal’a ait bir liste ele geçirildi, ismi şifreli yazılan pek çok kişiye paralar, silahlar dağıtmış. Mesela Kuşadası’nda Sit alanında otel yapıyor. Anıtlar Yüksek Kurulu buna izin veriyor.

Susurluk çetesi hangi gruplardan oluşuyordu?

Susurluk’un içinde asker, jandarma, özel tim, özel harekât, özel kuvvetler, polis, mafya, siyasetçi, yargı, bürokrasi, işadamı, üniversite, medya herkes var. Medya bazı olayları örtbas ediyor. Kurtlar Vadisi dizisindeki gibi işin içinde olan patronlar var. Susurluk bir kokteyl. Zaten bütün bu ayaklar olmasaydı, bu yapı bu kadar pervasızca hareket edemezdi. Susurluk’un bir kolu da bugünkü Ergenekon’dur.

Çetenin yöneticisi kimdi? Ya da kimlerdi?

Görünüşte Abdullah Çatlı. Ama Çatlı bu kadar işi kendi inisiyatifiyle yapamaz. Çatlı’ya imkânlar veriliyor. Ondan fazla pasaportu var. Bunlarda Mehmet Ağar’ın imzası var. Maliye Bakanlığı’nda ve Emniyet’te uzman diye kimlikleri var. Çatlı’nın, İbrahim Şahin’e bağlı olduğu iddia ediliyor. Mesut Yılmaz da, Cumhurbaşkanı Demirel’e “İbrahim Şahin bu işin başında” diyor. Şahin de şimdi “Benim de üstüm var” deyip Ağar’ı işaret ediyor. “Her şeyden Ağar’ın da haberi vardı” diyor.

Mehmet Ağar’ın üstü yok mu?

Onun da üstü vardır tabii. Bunu hiyerarşik olarak yukarıya kadar götürün artık. Yarın belki Ağar da çıkıp, “benim de üstümde şu, şu kişiler var” diyecek. Ya da hiçbir söylemeyecek. Ağar belki yine korunur. İş sürüncemeye bırakılır ve zamanaşımına girer. Biliyorsunuz, Ceza Kanunu’nda belli suçlar belli sürelerde zamanaşımına uğruyor.

Bu çetenin amacı neydi?

Güya amaç, ayrılıkçı PKK’yı yok etmek, ona destek verenleri ortadan kaldırmak, zayıflatmak. Ama bunu yaparken de rant ve güç sağlamak. Öyle ki, bu çeteler, DYP ve ANAP gibi siyasi partilerin içine de girmeye çalıştılar. Çatlı, ANAP’ın kongresinde rol aldı.

Susurluk çetesinin uyuşturucu işlerine ve cinayet girişimlerine devlet mi karar vermişti?

Susurluk çetesinin bir amacı da ölüm listesini gerçekleştirmekti. Dönemin Başbakanı Tansu Çiller, “PKK’ya yardım ve yataklık yapan kişilerin isimlerini biliyoruz. Listesini hazırladık” diye bir açıklama yaptı ve 50-70 kişilik bir listeden bahsetti. Bu işe Milli Güvenlik Kurulu’nda karar verildiği kanaatindeyim ben. Ayrıca İbrahim Şahin’in ve Mehmet Ağar’ın da her işi kendi başlarına yaptıklarını, talimatlar verdiklerini düşünmüyorum. Bu işlere de Milli Güvenlik Kurulu’nda karar verildiğini düşünüyorum

Devletin, Kürt işadamlarını alt alta dizdiği suikast listesine mi MGK’da karar verildi?

Tabii. Liste MGK’da hazırlanmadı, listeyi hazırlaması için birine görev verildi belki ama... “Ayrılıkçılara yardım eden kişilerin hesabı görülsün. Böyle bir yöntem uygulayalım” gibi kararlar MGK’da verildi bence. Nitekim bunu Kutlu Savaş da hazırladığı Susurluk Raporu’nda doğruluyor. “Devlet adam öldürebilir ama bunun da bir yöntemi olması lazım” diyor.

Siz Ağar’ı Komisyon’da dinlediniz değil mi? Ona listeyi sormadınız mı?

Komisyon’a ifadeye geldiğinde ben Ağar’a listeyle ilgili olarak “MGK’da birtakım kararlar alınmış, doğru mu” diye sordum. “Bir karar değil, birçok karar alındı” dedi. Bu konularla ilgili olarak MGK’da kararların verildiğini ve kendisinin de bu kararları uyguladığını açıkça ima etti. Anladım ki bu işler MGK’da kararlaştırılmış. Zaten faili meçhul cinayete kurban giden kişilere baktığınızda, adı o listede geçen kişiler oldukları görülüyor. Yani o ölüm listesinin uygulandığı ortaya çıkıyor. Şimdi Ayhan Çarkın’ın açıklamalarıyla da bu iş netleşiyor. Ağar, Ertuğrul Özkök’e “Biz bin tane operasyon yaptık” demişti. Bu bin operasyon nedir? Nerelerde yapıldı? Sonuç ne oldu hâlâ bilmiyoruz. Ama bu listeden ismini sildiren insanlar olduğunu biliyoruz.

Kim bunlar?

İsim vermeyeceğim. Mesela o dönemde Kürt kökenli bir siyasetçi-işadamı bana geldi ve “Benim de o listede ismim vardı. Ben ismimi listeden sildirdim” dedi.

Milletvekili miydi o sırada?

Tabii... “Ama beni Komisyon’a çağırırsanız bunu söylemem” dedi. İsmini, Çiller’in yakınındaki önemli bir siyasetçi vasıtasıyla sildirmiş.

Çillerin partisinden miydi bu siyasetçi?

Yok... O kadar detaya girmeyeyim...

Susurluk Milli Güvenlik Kurulu’nun kararıyla mı kuruldu?

Bunu söylemek biraz uç bir şey olur ama bilgisi vardır. MGK’da her şey görüşülüyor, kararlar alınıyor. Zaten biz Susurluk’u araştırdıktan sonra, vardığımız sonuç şu oldu: “Bu devleti yönetenlerin hepsinin bundan bilgisi var” dedik. Çatlı’yı tetikçi olarak kullanmışlar. Mesela bir de kayıp silahlar meselesi var. Başbakan Ecevit, ilk öğrendiğinde “Vahim silahlar bunlar” demişti.

Suikast silahları da vardı aralarında değil mi? O silahlar hâlâ bulunmadı mı?

Bir kısmı hâlâ kayıp. Milyonlarca dolarlık silahın kime dağıtıldığı belli değil. Bu işle Batman Valisi suçlandı. Adam, işin kendi üstüne yıkılacağını anlayınca konuşmaya başladı. “Bu silahlar askerî havaalanına geldi ve oradan dağıtıldı. Dağıtım yaptığımız yerler belli. Niye ben suçlanıyorum?” deyince, Demirel baktı ki olay büyüyecek, bütün işler ortaya dökülecek hemen o noktada bir düğüm attı ve “Devlet rutinin dışına çıkabilir” dedi. Bu cümle çok önemli! Demirel’in bu sözü, bütün Susurluk’u açıklıyor. Susurluk’un devletin işi olduğunu bize bu söz açıklıyor!

Susurluk ile Ergenekon arasında nasıl bir bağ var?

Aynı mekanizmanın içinde ayrı bölümler bunlar. Bazısı faili meçhullerde, bazısı soygun, vurgun, ihalelerde, bazısı da hükümete karşı kullanılıyor. Aynı sistem bu. Derin devletin kolları bunlar ve iç içe geçmişler.

Siz soruşturma yaptığınız halde sonuç alamadınız. Sizi engellediler mi? Sizin başında bulunduğunuz Susurluk Komisyonu, bu çeteyle ilgili bütün bilgileri toplayabilmiş miydi?

Hayır toplayamadı. Zaten işin özü de burada. Komisyon, “devlet sırrı” duvarına çarptı. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin içtüzüğünün 105. maddesinin son fıkrasında “Devlet sırları ve ticari sırlar araştırma kapsamı dışındadır” diyor. Kendi içtüzüğümüz zaten bize sen bu konuyu araştıramazsın diyor. Ayrıca 105. Madde, Meclis Araştırma Komisyonu’nun nerelerden bilgi alabileceğini de söylüyor. Buna göre, Silahlı Kuvvetler’den bilgi alınamıyor. Meclis, Anayasa’dan evvel, içtüzüğünü değiştirsin. Çünkü Anayasa değişse bile, bu içtüzüğün üçüncü ve son fıkrası durdukça Meclis güçlenemez.

Devlet sırrı tanımı değişmedi mi?

Hayır. Hâlâ her şey devlet sırrına giriyor. Nedir devlet sırrı? Bu sırları kim bilecek? Belge ve tutanaklar ne kadar süreyle sır olarak kalacak? Bunlar belli değil. Bir konuda bilgi istediğin makam, sana “bu devlet sırrıdır” dese, o konuyu öğrenme imkânın yok. Devlet sırrının bir tarifinin yapılması şart. Ayrıca bir de ticari sır var. Bizim karşımıza bu da çıktı. Bize gelip, “Ben Yeşil adına şu hesaba para yatırdım” diyenler oldu ama biz tetikçi Yeşil’in banka hesabını bile öğrenemedik. Bankalar, “ticari sır” diye cevap vermediler. Oysa hesap hareketleri birçok gerçeği daha o gün çözerdi. Bir de biz dönemin Jandarma Komutanı Teoman Koman’ı da Komisyon’a ifadeye çağırdık.

Gelmedi ama. Teoman Koman’ı Komisyon’a niye getiremediniz?

Koman o sırada Jandarma Genel Komutanı’ydı. O dönemde bütün faili meçhuller onun bölgesinde Sapanca-İzmit-Sakarya üçgeninde oluyor. Koman’a sormayıp da kime soracağız? Kendisini çağırdık. Tam o sırada Komisyon’un ANAP’lı üyesi Yaşar Topçu devreye girdi. “Koman Paşa, beni MİT Müsteşarı sıfatıyla çağırsınlar, gelip bildiklerimizi anlatalım diyor” dedi. Ben de, “Ama şimdi MİT Müsteşarı değil ki. Ayrıca ona sadece MİT’teki dönemini değil, her şeyi soracağız” dedim. Topçu, “Olsun,” dedi “sen öyle yaz” dedi. Meğer beni kandırmışlar.

Sizi nasıl kandırdılar?

Ben MİT Müsteşarı sıfatıyla Koman’a Komisyon’a davet yazısı yazdım. Ertesi gün Koman’dan, “MİT Kanunu’na göre, Meclis Araştırma Komisyonu olarak MİT Müsteşarı’ndan bilgi alamazsınız” diye tehditkâr bir cevap geldi. Bana o yazıyı yazdırarak, Yaşar Topçu’yla birlikte Komisyon’u işte böyle oyuna getirdiler!

 

Röportaj Haberleri

“Suriye’ye geri dönüş tartışması, empati yoksunu ve yersiz”
Türkiyeli bir mücahid ile Suriye devrimi üzerine…
"Solun bir kısmı mezhepçilikten bir kısmı da İslam düşmanlığından Esed'i destekliyor"
Suriye'nin korku hapishaneleri: Sednaya, Tedmur ve Suriye’nin yeni hafızası
"Suriye devrimi Türkiye'nin de zaferidir!"