Susurluk skandalı ile Ergenekon operasyonu arasında ne gibi benzerlikler ve farklılıklar bulunuyor? Susurluk döneminde ‘Susurluk çetesi’nin üzerine gidilmesini isteyenlerin, protesto amacıyla ışık söndürenlerin bir kesimi Ergenekon konusunda bugün neden farklı bir tutum içinde? O zaman operasyona destek veren, aktif çaba gösterenler bugün neden ‘Ergenekon operasyonu’ndan mutlu değiller? Ortaya çıkan bilgi ve belgelerden neden hoşlanmıyorlar? Neden bu operasyonun ABD tarafından özel olarak düzenlediğini söylüyorlar, neden bu tür iddialara inanıyorlar?
Susurluk kazasının ardından ortaya çıkan toplumsal öfkeyi, REFAHYOL hükümetine ve tabii özellikle Erbakan’a duyulan tepki tetiklemişti. Erbakan, ortağı DYP ile ilişkileri bozmamak, Türk Silahlı Kuvvetleri ile sert çatışmalara girmemek amacıyla ‘Susurluk’ kazasında ortaya çıkan gerçeklerin üzerine gitmek yerine üstünü örtmeye çalışanlarla işbirliği yaptı. Susurluk kazasının ardından ortaya çıkan bilgi ve belgelere rağmen, hukuki süreç tıkanmış ve birçok sorumlu hakkında dava bile açılamamıştı. Susurluk bütün bunlara rağmen yine de devlet içindeki çeteleşme açısından bir dönüm noktası olmuştu.
Susurluk kazası 3 Kasım 1996 tarihinde gerçekleşmiş, hemen bu kazanın ardından 28 Şubat 1997’de ise ünlü Milli Güvenlik Kurulu bildirisi yayımlanmış, askerin siyaset üzerindeki ağırlığı yeni bir dönemi başlatmıştı. Susurluk kazası krizini kolay atlatan militarist kesimler Erbakan’ı daha kolay sıkıştırabilecekleri ‘şeriat’ tartışmasının içine çekerek inisiyatif kazanmışlardı. Bu nedenle Erbakan’a tepki ile Susurluk’a tepki birbirinin içine geçmiş ve bir demokratikleşme talebi olarak derinleşememişti.
***
Bugün daha değişik bir tabloyla karşı karşıyayız: bu kez hükümet ‘Ergenekon operasyonu’nu desteklediği, yönlendirdiği, savcıları etkilediği gerekçesiyle eleştiriliyor. Susurluk’ta operasyon çok sınırlı kalmışken bugün çok yükseklere tırmandı, güçlü isimleri hedef aldı. Susurluk’takinin tersine hükümetle muhalefet sanki yer değiştirmiş durumda. CHP muhalefeti Ergenekon soruşturmasından hoşlanmadığını ifade ediyor. Bu soruşturmaya muhatap olanların avukatlığını üstlendiğini söylüyor.
Her iki operasyonda da devlet içindeki bazı güçlerin yasadışı eylemleri söz konusu. Her iki olayda da demokratik parlamenter rejime yönelik girişimlerle karşı karşıyayız.
Bu açıdan bakıldığında operasyonların hedefi açısında bir fark yok. Ama tepkiler çok farklı.
Peki fark ne?
Fark, AKP ile Refahyol arasındaki fark olabilir mi? AKP, AB yanlısı iken, Erbakan AB karşıtıydı? AKP, ‘çeteleşme’nin kendisini de hedef aldığını düşünüp ona göre bir siyaset belirlerken, Erbakan kendisini bu konuda belki de ‘güçlü’ görmediği için üstünü örtmeyi tercih etmişti? Çetenin üzerine gitmesi halinde ortaya çıkan tablodan çekinmişti.
AKP’ye duyulan öfke ve çaresizliğin bazı kesimlerinin tutum değiştirmesine neden olduğu da söylenebilir. Toplumun bazı kesimleri AKP’ye karşı bir askeri darbe girişimini bile hoş görecek noktadalar.
‘Bunlar gitsin de nasıl giderse gitsin’ anlayışı yabana atılmayacak ölçüde taraftar buluyor.
Tabii bu durum özellikle bazı sol kesimler açısından büyük bir kayma ve anlayış değişikliğini de gösteriyor. Geçmişte askeri darbelerin muhatabı olmuş, bunun acısını çekmiş solcuların bir kesimi umudunu bir anlamda bu tür demokrasi dışı,
yasadışı girişimlere bağlıyor.
Solun bir kesimi kendisini “Darbeci de olsa ulusalcı, AKP’ye gününü gösterecek” diyerek darbecilerle ideolojik ve siyasi akrabalık içinde hissediyor. Tabii bu çaresizliğin derininde ‘halka güvensizlik’ yatıyor. Solun asıl çözmesi gereken işte bu büyük zaaf...
Halk olmadan sol olur mu?
RADİKAL