Susma ey Vecd-i Gönül

Yıldıray Oğur

Yıllarca maslahatı ne de güzel idare etmişti hâlbuki

Ne akmıştı, ne kokmuştu. Ne köy olmuştu ne kasaba.

Ne akan ne de kokan, ne köy olan ne de kasaba olan tüm pozisyonların aranan ismiydi.

Koskoca bir hayat hep böyle kontrolünü kaybetmeden geçer miydi?

Geçmedi. Gün geldi bünye artık kaldıramadı bu dengeciliği.

Tek meziyet olan kontrol de gitti bir gün.

Gurbette mütevazı bir 10 Kasım töreninde vecde geldi ve konuştu:

“Şimdi ‘nation building’ yani ulus oluşturma sürecinde en önemli adım mübadele olmuştur. Düşünün Ege’de Rumlar devam etseydi veya Türkiye’nin pek çok yerinde Ermeniler devam etseydi, bugün acaba böyle milli bir devlet olabilir miydik? Bugün dahi Güneydoğu’da verilen mücadele tehcir sebebiyle kendini mağdur sayanların katkısını hep biliyoruz.”

Herhalde “her doğru her yerde söylenmez bakanım” diyen gün görmüş danışmanları uyardı. Dün söylediklerini şu sözlerle düzeltmeye çalıştı Bakan:

“Sanki ben bugünkü azınlıklardan bahsediyormuşum gibi yazılmış ama ben tamamen 80 sene öncesini kastettim.”

Oh şükürler olsun. Biz de tam yeni bir tehcir kararı için bakan Brüksel’de kulis mi yapıyor diye düşünmeye başlamıştık. Ekonomik krize karşı hükümetin rahatlığının sebebi gayrimüslimlerden alınacak yeni Varlık Vergisi mi diye şüphelenmiştik.

Demek ki savunma bakanımız 80 yıl önce yaşamış olsaymış faşist ve ırkçı olurmuş. Yoksa bugün için hâlâ AB yolunda ilerleyen bir ülkenin halim selim savunma bakanıymış.

Geç gelmiş demek ki bu dünyaya. Yetenekleri köreliyormuş bu post modern zamanlarda. En verimli çağları 1915’lermiş, Varlık Vergisi günleriymiş, 6-7 Eylüllermiş.

Halbuki biz ağır diye molla sanmıştık. Ne fırtınalar kopuyormuş içinde, ne Talatlar, ne Enverler atlarıyla fink atıyormuş. O sakin mizacın altında ne Mahmut Esatlar, ne Recep Pekerler yuva yapmış.

Biz safça devletin onu en çok cumhurbaşkanı adaylığına yakıştırdığını sanmıştık. Halbuki Boğazlıyan Kaymakamlığı’ndan, Tek parti döneminde İstanbul’da mal müdürlüğü yapmaya kadar başka pek çok pozisyon için de biçilmiş kaftanmış.

Ne kadar ağır değil mi yazdıklarım?

Affedin bir vecd halidir benim de yaşadığım.

Ama bir gün boyunca bekledim.

Tüm gün bu açıklama üzerine bakanı istifa ettirecek karşı bir toplumsal vecd hali için bekledim.

Çok az gazete gördü. Hâlbuki pek çok gazetenin baskı saatine yetişmişti haber. Günün sürprizi Hürriyet’in haberi verirken kullandığı eleştirel dildi. Bir de Ruşen Çakır’ın NTV’de dil sürçmesi tespiti. Vatan’da Okay Gönensin’in yazısı gayet iyiydi. Başyazar Güngör Mengi ise bu sözlerin Türkiye’nin soykırım mücadelesinde elini zayıflatacağının derdine düşmüştü:

“Vecdi Gönül, sözlerini vakit yitirmeden geri almalıdır. Çünkü sözlerini bölücü ihanetten yana sömüreceklerdir. Bu zihniyetin Kürt sorununu çözemeyeceğini söyleyeceklerdir. Çok da haksız olmayacaklardır!”

‘Haklılar ama ben söylemiyorum. Faydalı bir hakikat değil bu çünkü,’ diyor. Hakikatimiz ne kadar da yolunu kaybetmiş.

Sonra bir ümit soluma baktım. “Biz dememiş miydik, AKP faşist” diye eski bir plak takılmış, kalmış. İçi geçmiş bir sürü insan sesi. Bu ülkeye dair bütün inancını kaybetmiş bir karamsarlar korosu. Kafayı bu bakana takıp onu düşürerek aşılacak psikolojik eşiğin önemi gibi küçük meselelerle ilgilenmeyen büyük devrimciler mezarlığı. Hayalet gibi mailler, tepkiler. Tıss.

Sonra korkarak sağıma baktım. Ergenekon iktidara gelse haklarında “İran’a, Suudi Arabistan’a” tehcir kararı çıkacaklardan da bir tıs sesi yükseldi. Fırat’ın kıyısında bir kuzuyu kapan kurttan hesap sorması beklenenler, Ermenilerin, Rumların topraklarından, mallarından nasıl edildiğini “milli devletin kuruluş hikâyesi” diye anlatan bakanı dinlerken uyuyup kalmışlardı. Bakanın sözleri çoğu için haber bile değildi. Cesaret edip haber yapanların sitelerine okuyucular “Ne var, yanlış mı söylemiş bakan, masonların oyununa gelmeyin,” diye tepki notları düşmüşlerdi.

“Başörtülüleri üniversiteye almayan rektörler Ermeni dönmesi çıkmamış mıydı?” Bakan haklıydı; “PKK’lılar da zaten sünnetsizdi”. Ergenekoncular, darbeciler de “ya sabetayistti, ya alevi”. Niye bakana tepki göstersinlerdi ki.

Güzel kafamızı Kürt sorunu, demokratikleşme, sivilleşme, insan hakları gibi ağır meselelere yormamızın da hiçbir âlemi yoktu. Hayat böyle de güzeldi. “Masum Sünni Türkler” dünyasında her şeyin bu kadar basit bir açıklaması vardı. Zaten bir Sünni Türk mehdi gelip hepimizi kurtaracaktı. Sağımdan gelen tıs sesi işte böyle söylüyordu. Kulakları değil vicdanları sağır etmişti bu tıs sesi. Beyinleri dumura uğratmıştı. Cehennemin dibinden geliyordu sanki.

Akşam saatlerinde başbakan da konuştu. Kendisinden iki açıklamadan birini bekliyorduk.

Ya “söz konusu bakan arkadaşımızın istifasını istedim,” diyecekti.

O olmazsa “hükümetimizin gündeminde yeni bir Ermeni Tehciri, bir Varlık Vergisi uygulaması yoktur,” gibi bir açıklamaya da tavdık.

Hiçbirini demedi.

Ben de utanç içinde bir Sünni Türk olarak kendimi kaybettim ve vecd içinde bu yazıyı yazdım.

Peki, söyleyin başımızda böylesine bir savunma bakanı varken, kimse de bu sözlerine şaşırıp, öfkelenmemişken bu ülkenin Krikorları, Nikoları ne yapsın?
Onların vecd-i gönüllerini kim dindirsin?

TARAF