Suskun Bedenlerin Yükselttiği Ses

ASLI ATEŞ KAYA

Öfkenin ağır dili ile buluşuyoruz yine. Aklıselim bir yetiye sahip olmayışımız, bize ağır bedeller ödetiyor. İsteklerin konuşma diliyle değil de kaba kuvveti de geçtik, kesip biçerek kabul ettirilmeye çalışıldığı bir zaman tünelinden çıkmaya çalıştıkça batıyoruz / batırılıyoruz. ‘Keskin sirke küpüne zarar’ demiş büyüklerimiz.  Fakat bu sirke hepimizi zehirlemeye, öfke seline boğmaya, yürekleri dağlamaya, her gün dozajını arttırarak devam etmekte.

Ölü bedenlerle fani olan bu dünyadan ayrılmak hepimiz için kaçınılmaz bir son. Doğduğumuz andan ölüme kadarki süreçte, güzelliklerle, yalnızlıklarla, ezilmişliklerle, özlemlerle, acılarla ve anılarla dolup taşan insan, birden ölümün soğuk nefesiyle karşılaşır bir gün.

Feryat ve figanlar eşliğinde, siyasetin kirli emelleri uğruna canlarımızla ödediğimiz bedeller üzerinden, sistematik bir şekilde hesaplamalar yapılıyor.

Giden evlatların arkasından dökülen gözyaşlarının hesabı ise birkaç gün sonra unutuluyor. Bu nedenle ölülere ait bir sürü hikâye ve öykünün birbirini tamamlayıcı detaylarının izleri, kısa zamanda silinecek zihnimizde, ne yazık ki! Hayata dair öykülerimiz zamana yeniliyor er ya da geç. Geriye kalan silik fotoğraf kareleri, ağlayan çocukların tabut başındaki siluetleri, annelerin suskun dillerine karışıp, ansızın değil ama, yavaş yavaş kayboluyor.  Yaşamla ölüm arasındaki o ince çizgiyi, çelişkileri, karmaşık siyasi mesajları algılamak için zorlamaya çalıştığımız her kare, yüreğimize dokunup koşar adımlarla kaçıyor bizden. Yapmamız gereken irkilmeden, galeyana gelmeden, keskinleştireceğimiz algılarla, bütün ses ve sessizliklere karşı kulakları duyarlı bir hale getirmektir. Aklımızı aşan korkulardan ve tedirginliklerden beri olmanın yolu aranmalı bu demde. Nesneler arasında kaybolmaktan korkuyor olmanın, tedirginliklerimizi eksiltmenin yolunu aramak için, yeni sorular ve cevaplar üretmeyi dilimiz becermeli. Pişmanlıklardan, acı ve özlemlerden kendimize pay çıkarmalıyız.  

Irkçılık tarih sahnesinden bir bir silinerek, yerini yeni söylemlere terk etmeye başlayalı uzun zaman olmadı. Amerika’da kurulan Ku Klux Klan adlı siyahi karşıtı ırkçı zihniyet, tarihin tozlu sayfalarında yerini aldı. Almanya yıllarca Hitler’in ırkçı söylemlerini benimsedi. Şimdilerde yüzleşerek, bedel ödemek için çabalayan Almanların varlığı inkâr edilemez. Arap baharıyla ırkçı Baas rejimi çoktan yalpaladı. Bütün bu olup bitenlerden ders çıkarmak gerekirken, her bir şey yolunda gidiyormuş gibi yapıp, yapmacık hareketlerin dünyamıza daldırdığı faşizm kokan zihniyeti terk etmek için daha ne kadar bekleyeceğiz?  

Kan kusan silahların konuşması bizleri terk etmedikçe, yekdiğerine tanıyacağımız hayat hakkı mecrasında yürümeyecek, kaba kuvvet kendini her daim gösterecektir. Bütün sabır emarelerinin sınandığı, savaş pozisyonuna bürünüp pusulara yatanlar, adeta köşeye sıkışmanın tedirginliğini, içinden çıkamadıkları gerçekler karşısındaki sancıyı yaşıyorlar.

Irkçılığın en ilkel haliyle tanışıklığımız geçmişe dayansa da, gelinen noktayı sorgulamak, tahlil etmek ve olup bitenlere göz yummamak en doğrusu. Dillere dolanan din bezirgânlığı bir asırdır yok edilmeye çalışılan, yüzyıllardır İslam’la şereflenen bir halkın, duygularını hiçe saymak, alaya almak ve küskünlüklerinin devamına katkıda bulunmaktır. Hangi kavme bakarsak bakalım, geçmişinde mutlaka eski dinlerinden yeni din anlayışlarına bir geçiş süreci yaşamışlardır. İnsanoğlu farklı inançlardan geçip, doğru olan inanca yol almıştır. Bu Kürtlerde de Türklerde de böyle olmuş, dinin birleştirici rolüyle yoğrulmuşlardır. Hal böyleyken, doğruların buluşma noktasını yok saymak, eski ya da yeni değerlerle alay etmek, dalga geçmek bir müstağni havayı estirir üzerimize. Benzer söylemlerin Türkiye’nin önündeki sorunlara çözüm getirmediği, yaraları iyileştirmediği tecrübe ile sabittir.

Silahların susma hakkının kullanılmadığı bir dönemde, yeni anayasa hazırlığındaki partilerin oluşturacağı komisyon çalışmalarının güçleşeceği, sivrilen dilimizin de buna olumsuz katkı sağladığı aşikârdır.

Alınacak tavır ve duruşların bir hayli önem atfettiği bir süreci baltalamaya çalışmak, statükocu bir zihniyetin işleyişinin devamını gördürtür bizlere sadece. Safların netleştiği, ittifak arayışlarının sürdüğü yeni Ortadoğu ülkelerindeki gelişmelerin de bize gösterdiği, halkların kaderinin değişiminin kendi ellerinde olduğudur.

Barışın dilinin silahları konuşturmakla olamayacağını, güç gösterisine dönen ‘daha fazla daha fazla’ diyerek, ölümlerdeki rakamların yükseltilmeye çalışıldığını, beraber yaşama algısının dumura uğratıldığını hepimiz yaşayarak öğreniyoruz.

Gencecik bedenlerin toprağa düştükten sonra getireceği barışı, toplum psikoloji kaldıramayacaktır. Ne Kürtler ne de Türkler sabırlarının ve kanlarının sınanma malzemesi olarak kullanılmasına müsaade etmeyecek son tahlilde. Korkarım ki, suskun bedenlerin yükselttiği sese kulak vermekte geç kalınabilir.

Siyasetin dili yumuşak, temiz, şeffaf ve inandırıcı olmadıkça, geliştirilen politikalar çözüm üretemeyecek, yapılan ekonomik yatırımlar da güme gidecektir.