Suruç'un Ardından (1) Ortadoğu'nun 'Cenevre'si Nered

Halil Berktay

 

Daha yeni sormuştum, “IŞİD sırf Batı’nın meselesi mi?” diye (9 Temmuz). Sykkes-Picot düzeni ve parametrelerinin bu kadar dağıldığı bir Ortadoğu’ya Türkiye’nin şu veya bu şekilde bulaşmamasını imkânsız gördüğümü de vurgulamıştım.

Sonraki günlerde önce PKK hareketlendi. KCK “ateşkes bitti” diye yorumlanan bir bildiri yayınladı; onu yol kesme ve TIR yakmalar izledi (bkz Vahap Coşkun, Kabak tadı, 15.7.2015; A fare long grown stale, 19.7.2015). Derken Suruç’ta bir intihar saldırısı oldu. Şimdiki bilgilere göre, kadın olduğu sanılan bir canlı bomba, Kobani’ye geçmek üzere önceki gün İstanbul’dan gelen Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu mensubu 300 kadar gencin arasına girip kendini havaya uçurdu. Son durum itibariyle 32 ölü, bir kısmı hâlâ ağır 100’ü aşkın yaralı var. Televizyon ekranlarına gelen dehşet sahneleri insanın içini paralıyor.

Henüz net kanıtlar yoksa da, bütün oklar IŞİD’i göstermekte. Patlamadan hemen sonra gene Vahap Coşkun yazdı bunun neden böyle olduğunu (Çıkış kapısı, 20 Temmuz). Türkiye’nin IŞİD’e karşı aldığı önlemleri adım adım tırmandırmasının ardından, IŞİD’in de Türkiye’yi “tağut” ilân ettiğini hatırlattı. Sivillere acıma duygusu şöyle dursun, ne kadar çok olursa o kadar iyi mantığıyla masum genç ve çocukların canını almaya gönüllü başka bir fanatizm de pek gözükmüyor ortalıkta.

Ne denebilir? En iyisi susmak mı? Ama her türlü pis vicdansız oportünist bol bol konuşuyor zaten. Sanki insan değiller; sırf vicdansız ve ahlâksız birer politika piçi olmuşlar. Şiddetin üzerine yalan ekliyorlar. Çaresiz, böyle acılar karşısında dilim varmasa da dört beş nokta geliyor aklıma. Üçünü bugün yazacağım. Bunlar daha çok meselenin uluslararası boyutlarıyla ilgili.

(1) Temelde ve arkaplanda, Batının sorumluluğu muazzam boyutlarda. Gorbaçev yerden göğe haklıydı, Berlin Duvarı’nın yıkılışının 25. yıldönümü törenlerinde, Batı’nın bu “zafer”i kaldıramadığını, başının döndüğünü ve hubris’e kapıldığını söylediğinde.

Huntington’ın âdetâ felâket duâsına çıkmış “medeniyetler çatışması” kehanetinden bu yana Batı, züccaciye dükkânına girmiş bir fili andırıyor. Hele Ortadoğu’ya hemen her müdahale, istenenin zıddı sonuçlara yol açtı. Afganistan hem SSCB hem ABD’nin ortak marifeti kuşkusuz. Önce Sovyetler devrimi koruyacağız diye girdi; ardından ABD’nin “yeşil kuşak” teorisi ve uygulaması sonuçta Taliban’ı yarattı. Irak’ta Saddam tamamen uydurma olduğu anlaşılan gerekçelerle devrilince, Pandora’nın kutusundan demokrasi değil eşi görülmedik bir cihadçılık ve el-Kaide çıktı. Arap Baharı’nı önce destekleyip sonra İsrail’e ne olur diye geri çekilmek, Libya’yı kaosa sürükledi, Mısır’da askerî diktatörlüğü geri getirdi, Suriye’de ise Irak’tan bile kötü bir etnik ve mezhep çatışmaları ortamı yarattı. Bu cehennem de önce el-Nusra’yı, ardından IŞİD’i doğurdu.

(2) Bu böyle gitmez; Ortadoğu’daki yıkım, parçalanma ve çöküntü, gene Batı’nın tek yanlı, plânsız ve vizyonsuz, kısa vâdeli taktik müdahaleleriyle, “bugün Türkiye, yarın Kürtler, öbür gün İran” hesaplarıyla düzeltilemez. Öncelikle ABD’nin kendi başına toplum mühendisliği yapmaktan vazgeçmesi ve takkeyi önüne koyup uzun uzadıya düşünmesi lâzım.

Durum yeni bir uluslararası anlayış ve konsensüsü, çok-taraflı bir girişimi gerektirecek vahamette. Bu da belki büyük bir Ortadoğu konferansıyla mümkün olabilir. Ciddî kriz anlarında ülkeler bir araya gelebiliyorlar, spesifik sorunlara çözüm aramak için. Viet Minh’in Dien Bien Phu zaferinin ardından, 1954’te Cenevre Konferansı toplanmıştı, Hindiçini konusunda. Uyuldu uyulmadı, o ayrı. Ama o günün koşulları ve kuvvet dengeleri bazında, belirli bir barış ve istikrar denemesiydi. O tarihte Vietnam için gerekli sayılan, bugün Ortadoğu için on kere, yüz kere daha elzem. Birleşmiş Milletler’den, Güvenlik Konseyi’nin bu yapısıyla hiçbir şey çıkmaz. Sorunlara ancak sıkı bölge odaklı; ülkelerin yanı sıra çeşitli örgütleri de bir şekilde kapsayan, bağlayan ve masaya oturtan; çok iyi düşünülmüş ve hazırlanmış bir tür Ortadoğu “Cenevre”siyle, kabul edilebilir çözümler aranabilir.

(3) Fakat tabî Amerika’nın ve bütün Batı’nın önemli bir sıkıntısı var bu noktada: İsrail ne olacak? Filistin sorunu da gündeme gelecek mi? Irak ve Suriye’ye çözümler aranır ve önerilirken, Gazze Şeridi de masaya yatırılacak mı örneğin? Yoksa, aşırı İslâmcılığı ve cihadizmi besleyen bu tek en büyük kaynağın kurutulması gene Batı’nın göze alamayacağı bir adım olarak mı kalacak? Ve dolayısıyla yara hep kanamaya ve sırf kendi bedenini değil, bütün bölgeyi, en geniş Ortadoğu’yu kangrenleştirmeye devam mı edecek?

Yarın IŞİD, Türkiye ve HDP -- daha net olarak, HDP’nin artık ayyuka çıkan yalancılığı; dil ve üslûp sorunları değil, kastî ve içeriğe ilişkin yalancılığı - sorunlarına değinmeyi umuyorum.

serbestiyet.com