Son dört yıldır şahit olduğumuz kanlı gelişmeler “Ortadoğu’da Mısır olmadan savaş, Suriye olmadan barış olmaz” sözünün ne kadar yakıcı bir gerçek olduğunu teyit ediyor. Suriye’de 50 yıldır hâkim olan Esed/Baas askeri rejimi sadece Rusya ve İran açısından değil AB ve ABD açısından da bölgedeki statükonun muhafazası açısından vazgeçilmez bir kilit taşı mesabesinde. PKK-PYD’nin hem ABD öncülüğündeki koalisyon güçleri marifetiyle hem de Rusya ve İran’ın desteğiyle ayakta duran Esed/Baas rejiminin desteğiyle “demokratik ve ekolojik kantonlar koridoru” inşa etme girişimin hızlanması işte bu kilit taşının ömrünü uzatma planının da bir parçası.
Kan ve gözyaşı deryasına dönüştürülen Suriye’de bir yanda PKK-PYD’nin “demokratik ve ekolojik kantonlar” inşa etmek maskesiyle sömürgeciler adına giriştiği kirli bir savaş diğer yanda IŞİD’in “hilafet devleti” adına sergilediği barbarlıklar yarış yapıyor. Alenen “IŞİD’in vahşeti ve PYD/PKK’nın özgürlük savaşı” ikilemine sıkıştırılmış bir Suriye portresi dayatılıyor bütün bir kamuoyuna.
Oysa bu süreçte askeri ve diplomatik açıdan AB ve ABD kadar İran ve Rusya da bölgede despotizme karşı savaşan İslami hareketlere ve Türkiye’ye karşı stratejik üstünlük kuruyorlar. “Suriye’nin iç işlerine karışmama kuralı” sadece iki milyona yakın muhacire kucak açan Türkiye için sıkı sıkıya işletiliyor. Lakin bu psikolojik ve siyasi baskıya boyun eğdikçe Türkiye sahip olduğu, olabileceği bütün değerleri kaybedecek.
Eşzamanlı Destek
IŞİD’le mücadele adı altında her türlü askeri işgali ve katliam meşrulaştıran boğucu bir atmosfer teşekkül ettirildi. IŞİD’in bu atmosferin oluşumu için fazlasıyla kullanışlı bir örgüt olduğunu izaha ihtiyaç yok. Fakat buradaki temel sıkıntı şu: IŞİD’le mücadele adı altında hem Esed rejiminin tırmandırdığı katliamlara bir destek veriliyor hem de PYD-PKK üzerinden güya Cezire, Kamışlı, Haseki, Afrin hattında demokratik bir bölge inşasına hız veriliyor. Şam, Halep, Lazkiye, Dera, Hama gibi şehirlerdeki yıkım ve katliamların sürüp gitmesine karşı hiçbir eylem öngörülmüyor.
İran ve Rusya’nın AB ve ABD’yle en güçlü ortak paydası IŞİD’le askeri mücadele ve PYD/PKK’nın kuracağı özerk bölgenin desteklenerek Esed rejimine zaman kazandırılması. Sünni Arap ve Türkmenlerin etnik temizliğe tabi tutulmasına dolaylı ve doğrudan desteğin temel hedefi de bu zaman kazandırma stratejisi. Türkiye’nin dört yıldır süren çekimserliği, beyanatlarda ne fakat fiiliyatta çekimser ve edilgen tutumu bir taraftan Esed ve yandaşlarına cesaret kazandırdı. Diğer taraftan da Batı bloğunun IŞİD-PYD sarkacında istediği gibi sahayı dizayn etmesine fırsat verdi.
Türkiye’nin yapması gereken iş ta başından bu yana muhacirlere kapı açmakla yetinmek değildi. Bugün TSK’nın Suriye’nin içine müdahale senaryolarının yoğun olarak konuşulduğu bir vasattaysak bunun sebebi Suriye’deki İslamcı muhalif örgütlere ağır silah, teknik destek, lojistik imkân ve istihbarat akışına bir türlü karar verilemeyişindendir. İran ve Hizbullah on binlerce savaşçısıyla Suriye’yi adeta işgal etmiş durumda. AB ve ABD bir taraftan İslamcı muhaliflere silah akışını engelliyor ve hava kuvvetleriyle bombardıman ederek Esed muhalefetini çökertiyor. Diğer taraftan da PKK-PYD’yi kara kuvvetlerin ayağı gibi değerlendirip Türkiye ile Suriye arasına fonksiyonel bir koridor inşa etmek adım adım ilerliyor.
Şikâyet Etme, Silahlandır!
Peki, Türkiye’nin iki milyon muhacire dört yıllık zaman zarfında 5 milyar doları aşkın harcamasının Esed rejimine karşı halkın desteğiyle savaşan ve Fetih Ordusu çatısı altında birleşen muhalif örgütlere tanksavar ve füzesavar olarak gönderilmesi neden düşünülmedi veya göze alınmadı? Esed rejimi var oldukça hem katliam hem de bölgeden muhacir akışı devam edecektir. Türkiye’nin işi bu saatten sonra salt muhacirlere kucak açmak, yaralıları tedavi etmekten ibaret değildir, olmamalıdır.
Türkiye en az AB ve ABD’nin PYD’ye verdiği askeri destek kadar desteği Esed’e karşı savaşan Fetih Ordusu’na acilen temin etmelidir. Rusya, İran ve Hizbullah’ın Esed rejimine verdiği askeri, lojistik, istihbarat, diplomatik destek kadar Türkiye de Esed rejimine karşı savaşan örgütlere destek vermelidir. ABD ve Rusya bölgeyi altından kalkılması mümkün olmayan bir enkaza çevirme yarışına girmiş durumda. Zararın neresinden dönülürse kardır ve sahadaki gidişata askeri açıdan istikamet veremeyen bir devletin diplomatik açıdan başarı ede etmesi hiç mümkün değildir.
Türkiye’nin TSK’nın Suriye’ye girmesinden önce ağırlık vermesi gereken siyaset, fetih Ordusu’nun hem Esed rejimine hem de IŞİD ve PYD’ye karşı savaş kabiliyetini yükseltmektir. Uluslararası hukuk ne Esed rejimin katliamlarına, ne İran ve Hizbullah’ın binlerce savaşçıyla Suriye’yi işgaline ne de PYD/PKK’nın bölgede etnik temizliğe girişmesine ses ediyor. Tampon bölge kurulmasına, uçuşa yasak bölge ilan edilmesine, muhacirlerin yaşam standartlarının yükseltilmesine hiç ama hiç ilgi duymuyor.
Uluslararası toplum ve sözleşmelerin neden Suriye halkının ve ona sahip çıkan Türkiye’deki siyaset ve toplumun aleyhine işlemesine daha fazla göz yumulsun ki? Suriye halkının da ona kucak açan Türkiye halkının da güvenliği için Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti köklü bir siyaset değişikliği yapmalıdır. Katil rejime ve işbirlikçilerine karşı Suriye’deki İslamcı muhalif örgütleri çatısı altında toplayan Fetih Ordusu’nu mümkün olan en güçlü silahlarla takviye edilmeli, teknik ve lojistik desteklerle savaş kabiliyeti yükseltilmelidir. Ki daha fazla kan ve gözyaşı dökülmesin artık.