Suriyenin Uluslararası Boyutu

Ahmet Varol

Tarihte Şam sadece bir şehrin değil bir beldenin adıdır. Şam denirken kastedilen bölge Suriye sınırlarını aşarak bugünkü şekliyle Lübnan, Filistin ve Ürdün'ü de kapsar. Burası İslâm öncesinde de önemli bir merkez, geçiş noktası ve etkin idare merkezlerini içinde barındıran bir beldedir.

Bu yüzden geçmişi bayağı eskilere gider. İslâm döneminde hilafetin babadan oğula geçmesi uygulamasının başladığı ve böylece bir tür saltanata dönüştüğü dönemde yönetim merkezi Şam'a yani Bilad-ı Şam'ın ana merkezi Dımeşk'e taşınmıştır.

Uluslararası güçler Bilad-ı Şam'ı stratejik bir merkez ve geçit olarak önemsemişlerdir. Son hadiselere de bazıları ilgisiz kalıyormuş gibi görünseler de gerçekte ilgisiz değiller ve çağımızın öne çıkan tüm güçleri burada bir hâkimiyet kavgası veriyor.

Fakat bugünkü Şam yani Suriye üzerindeki hesapların insanî boyuttan ziyade siyasi boyut kazandığını, bütün hâkim güçlerin kendi stratejik hesaplarına göre tavır takındığını ve tavrını haklı çıkarmaya yarayacak iddialardan yararlandığını söylemek mümkündür. O yüzden bazıları oradaki rejimin icra ettiği zulüm ve şiddeti geri plana iterek onun siyonist işgal karşısındaki tutumunun en azından diğer Arap rejimlerininkinden daha iyi olduğu iddiasını öne çıkarırken, diğer bazıları da onun zulmüne vurgu yaparken ciddi ve samimi davranmadıkları için katliamların sonlandırılmasını hedefleyen müşahhas bir adım atmaya yanaşmıyorlar.

Günümüzdeki hâkimiyet ve güç yarışında öne çıkan devletlerden Rusya ve Çin Suriye'deki kavgada mevcut rejimle menfaat ilişkileri ve stratejik hesaplar içinde olduklarından onun tümüyle bertaraf edilmesine olumlu yaklaşmıyorlar. Bu yüzden Suriye'yle ilgili diplomatik girişimlerinde ve bilgilendirme çabalarında muhalif güçlerin ABD bağlantılı olabileceği iddialarından yararlanmaya çalışıyorlar. Yönetimin doğrudan hedef alınması yerine ona reform için fırsat verilmesi gerektiğini ileri sürüyorlar. Ülkedeki muhalefet ise rejimin bu mühleti sadece vidaları daha fazla sıkmak, siyasi muhalefete daha çok yüklenmek ve onu tümüyle dağıtmak için değerlendirdiğini düşünüyor, tecrübenin de bunu gösterdiğini söylüyor.

ABD ve Avrupa her ne kadar mevcut yönetimle ilgili problemler yaşıyor olsa da yerine gelecek hakkında da net bir kanaate ulaşabilmiş değil. Geçiş döneminde Suriye sınırının siyonist işgal açısından güvensiz hale gelmesi onu sıkıntıya sokabilir. Üstelik yerine gelecek yönetim siyonist işgale karşı direnişi destekte çok daha net tavırlı olabilir. O durumda Mısır, Lübnan ve Suriye sınırlarında siyonist işgalle uzlaşmaya yanaşmayan bir siyasi iradenin güçlenmesi ihtimali doğabilir ve bu kısa sürede Ürdün'e de sıçrayabilir. O durumda gerçekten işgal devleti bir siyonist yorumcunun makalesinde de ifade ettiği şekilde kendini ateş denizi içinde hissedebilir. Bundan dolayı ABD ve AB kendisiyle uzlaşmaya müsait liberal anlayışlı muhaliflerin öne çıkmasına imkân tanıyacak ve İslâmî hareketi geri plana itecek bir statünün oluşmasına kadar hadiselere sadece bildirilerle, kınamalarla karşı koyma merhalesinde kalmayı ve pazarlık şartlarının kendi lehine oluşması için fırsatları değerlendirmeyi tercih edebilir.

ABD ve AB'nin endişeleri büyük ölçüde siyonist işgal devletinin hesaplarıyla ilgili olduğundan bu üçünün Suriye konusundaki tavrı aynı paralelde olacaktır.

ABD'nin global ekonomik krizden ciddi şekilde etkilenmesi ve kademeli olarak geri plana çekilmesiyle birlikte bölgesel güçler teorisi de önem kazanıyor. Bu merhalede Türkiye ve İran da birer bölgesel güç olma çabasındadır. Dolayısıyla her ikisinin tavrı Suriye'deki gidişatı birinci derecede etkiliyor. İran'ın Suriye'yle stratejik hesaplarının ve ortak faaliyetlerinin olduğu biliniyor. Dolayısıyla son hadiselerde de onu yalnız bırakmadı. Son dönemde dışa yansıyan tutumunda kısmen değişiklik olduysa da çözümü yine mevcut yönetimle bir reform sürecine girilmesinde arıyor. Türkiye, Baas diktasını katliamlarından vazgeçmeye zorlama amaçlı bazı diplomatik adımlar attı. Ama bunların hiçbiri Esed yönetimini zorlayacak baskıcı bir tutuma başvurmadığı için resmî şiddetin zayıflamasında dişe dokunur bir gelişme gözlenmedi.

Arap rejimleri ise her ne kadar ara sıra katliamlara tepki beyanatları yayınlasalar da halk direnişlerinin Suriye ve Bahreyn'de durdurulmasını, kendilerine doğru ilerlemesinin önüne geçilmesini istiyorlar.

YENİ AKİT