Yılmaz Bilgen / Haksöz-Haber
Son dönemde hükümetle yaşadıkları sorunları kimi zeminlerde karşı kampta konumlanarak fırsata dönüştüren Gülen Cemaatinin liberal kontenjandan yazarı İhsan Dağı, bugünkü makalesinde Türkiye’nin Suriye politikasını eleştirdi.
Suriye politikasının çıkmaza girdiğini ve yapılan hatalarla ülkede iç dengelerin olumsuz yönde değiştiğini belirten İhsan Dağı, “Suriye krizi Türkiye’yi istikrarsızlaştırıyor. Sadece Hatay değil, bütün bölge kaynıyor. Çöpe atıldığını sandığımız ‘iç düşman’ söylemi geri döndü. Köşe bucak ‘Esedçi’ arıyoruz. En önemlisi, Suriye krizi Türkiye’de mezhepsel fay hatlarında depremler yaratıyor.” diye yazdı.
Nusra Cephesi konusunda kullandığı itham edici dille dikkat çeken İhsan Dağı, geçmişte Gezici güruhun tahribatlarını görmezden gelerek onları anlamak gerektiğine dair yazdığı yazılarla da biliniyor.
Mısır konusunda bir diğer Zaman yazarı Kerim Balcı’nın İhvan’ı ve direnişi eleştiren yazılarından sonra Suriye meselesinde İhsan Dağı tarafından dile getirilen eleştirilerin Cemaatin geleneksel pragmatik ve ilkesiz tutumundan Suriye cephesinin de nasibini alabileceği ihtimalini hissettiriyor.
Zaman yazarı Dağı, El Nusra’yı Suriye cephesinin en vahşi ve en büyük cephesi ilan etmekte. Bu tahlil İhsan Dağı’nın Suriye meselesindeki cehaletini yeterince ortaya koyan bir değerlendirmedir. Zira El Nusra, Suriye cihadının etkili gruplarından olmakla birlikte en büyük grubu değildir. Dünyanın en büyük insanlık suçunu sistematik bir biçimde işleyen ABD ile adeta fikri birliktelik içerisinde olan bir yapının yazarlığını yapar durumdaki İhsan Dağı, Suriye’de mazlumların çağrısına koşan bir İslami oluşumu “vahşi” ilan ederek kimin safında durduğunu da belli etmekte...
Yazdığı doğruluğu kendinden menkul yazılarla İslam düşmanlarıyla aynı çizgide buluşan İhsan Dağı, Beşşar Esed’in zulüm değirmenine gönüllü su taşıyan ‘demokrat demagoglar’ olarak anılma yolunda ilerlediğinin farkında mı?
İşte söz konusu yazısı:
Suriye’nin Faturasını Biz mi Ödeyeceğiz?
İhsan Dağı / Zaman
Suriye yine bizim üzerimize kaldı. Amerika sınırlı operasyon konusunda bile tereddütlü; kimyasal silahların teslimi karşılığında vazgeçmeye hazır. Rusların Suriye desteği devam ediyor.
Hatta inisiyatifi ele geçirmiş durumdalar, diplomasiyi onlar yönetiyor. Acı ama gerçek; Esed kimyasal saldırı sonrası konumunu güçlendirmiş görünüyor. Kendi halkına ne yaparsa yapsın ABD liderliğinde bir koalisyonun rejimi sonlandırmaya yönelik bir operasyon içinde olmayacağını bu vesileyle anladılar. Kimyasal silah kullanmanın bile yaptırımı en fazla sınırlı hava operasyonu olacak ki bu bile artık düşük bir ihtimal. Esed’in karşısında dünyanın güçlüleri yok, hâlâ organize olamayan, hâlâ bölünmüş, etkisiz ve zayıf Suriye muhalefeti var. Bu muhalefetin en güçlüsü ise vahşetiyle dünyanın nefretini çeken El-Nusra...
Yani Suriye’de kaos kolay kolay bitmeyecek. Yanıbaşımızda bir Afganistan oluştu. Esed, El-Kaide, Hizbullah, savaş lordları... Suriye’yi ‘iç işimiz’ olarak niteleyenler haklı çıktı! Suriye’nin bütün sorunları artık bize uzanmış, bizim de sorunumuz haline gelmiş durumda. Önümüzdeki yıllarda Türkiye’nin başını en çok ağrıtan konu, Suriye krizi bağlantılı sorunlar olacak. Umarım bu aşamadan sonra hayalî ve hamasî Suriye okumalarına bir son verilir. Türkiye destekli bir rejim değişikliği politikası Suriye’de iflas etti. Biz Suriye’yi değiştirmeye çalışırken Suriye, Türkiye’yi derinden etkileyecek sorunlarını bize ihraç etti. Siyasal ve sosyal riskler anlamında karşımıza çıkan maliyet çok büyük. İzlenilen politikaları gözden geçirmeli hükümet. Önce, başlangıçta yapılan hataları tespit etmek şart. Öngörüler gerçekleşmedi. Esed ikna edilemedi. Ortak strateji toplantıları yapılan, kişisel ve ailevi dostluklar geliştirilen Esed, Türkiye’nin telkinlerini dinlemedi. Bölgeyi bildiğini sananlar, rejimin muhtemel tepkisini doğru okuyamadı. Rejimin birkaç haftada, olmadı ayda yıkılacağı hesap edilerek bütün köprüler atıldı. Doğrusu, Esed rejimi ‘kolay hedef’ olarak görüldü. Türkiye’nin ana destekçisi olan muhalefet güçleri Esed’i gönderecek, yerine kimlik olarak Türkiye’yi yönetenlere yakın birileri gelecek ve böylece bölgede lider olduğumuzu kanıtlayacaktık. Suriye bizim iç işimizdi; ‘arka bahçemiz’ diyen, Şam’a 82. ilimiz muamelesi yapan, birkaç saatte Şam’a ineriz diyen de oldu.
Sadece haftalar değil iki yıl geçti. 100 bin Suriyeli öldü, 2 milyonu kaçarak hayatlarını kurtardı. Ülke yerle bir... Üstelik hâlâ bir çıkış yolu, bir çözüm ihtimali görünmüyor. 500 bin Suriyeli Türkiye’ye sığındı. Kamplara sığmayıp kentlere yayıldılar. Bölgenin demografisi değişti; belki de kalıcı olarak... Adeta silahlı kaçakçı orduları kuruldu. Sınır bölgesinde yaşayan vatandaşlar rahatsız, çünkü güvende değiller. Ülke hem Hizbullah’ın hem de El-Kaide’nin hedefinde. İran ve Irak’la yaşadığımız gerginlikleri saymıyorum bile. Suriye konusunda yaptığımız hataların ve sorunun Türkiye’ye dayattığı faturanın farkında mıyız? Pek sanmıyorum.
Suriye krizi Türkiye’yi istikrarsızlaştırıyor. Sadece Hatay değil, bütün bölge kaynıyor. Çöpe atıldığını sandığımız ‘iç düşman’ söylemi geri döndü. Köşe bucak ‘Esedçi’ arıyoruz. En önemlisi, Suriye krizi Türkiye’de mezhepsel fay hatlarında depremler yaratıyor. ‘Mezhep savaşları’nın bir uzantısı olarak görülen Suriye olaylarında Türkiye’deki insanlar da ‘mezhebi’ pozisyonlar alıyor. Her şeye rağmen ‘uykuda’ olan Sünni-Alevi ayrışması ve hatta gerginliği yeniden toplumun gündemine taşınıyor. Genelde devletle ‘uyumlu’ bir görüntü veren Türkiye Alevileri içeride yaşanan sorunların üzerine gelen Suriye krizi üzerinden yeni bir siyasallaşma süreci yaşıyorlar. Sıkıntılılar. Belki de Cumhuriyet boyunca ilk kez kendilerini bu kadar dışlanmış, bastırılmış hissediyorlar. Türkiye bir yerden daha yırtılıyor. Durdurmak gerek. Demokrasi ve özgürlük istiyorsak önce barış şart. Suriye’nin faturasını biz ödemeyelim...