Suriyenin çıkış yolu: Türkiye

Ali Bulaç

Suriye'de 15 Mart 2011'den bu yana süren olaylarda hayatını kaybedenlerin sayısı 1.660'a ulaştı. 3 bin kişi kayıp, tutuklu sayısı 12 bin.

Altını çizmemiz gereken bir nokta var:

Suriye'deki toplumsal patlamanın meşru bir zemini var. Rejim askerî diktatörlüğe dayanıyor, çoğunluğu yönetime katmıyor, anakronik bir siyasi zihniyetin taşıyıcısı. Arap milliyetçiliği, sosyalizm, radikal laiklik ve mezhep asabiyetinin karışımı olan Baasçı ideolojinin yaşama şansı yoktur, eninde sonunda ikiz kardeşi Irak'taki Saddam rejimi gibi sona erecek. Bölgenin temel yönelimi demokrasi, hukuk devleti, müzakereci siyaset, sivil katılım ve şeffaflık ile bölgesel işbirliğine doğrudur. 1982 Halep, Hama ve Humus olaylarından bu yana rejimin toplumsal meşru talepleri kan akıtarak bastırması hiçbir şekilde kabul edilemez.

İç toplumsal ve politik yapısı böyle iken, bölge siyaseti açısından bakıldığında Suriye, kilit rol oynayan bir ülkedir. Bölge politikası ABD-İsrail hattının tarafında kalan bloka karşı İran, Lübnan-Hizbullah'ı ve Hamas çizgisini pekiştirir. 2003'ten bu yana da aslında Batı İttifakı'nın bir üyesi olan Türkiye ile iyi ilişkiler kurmaktadır. Bilad-ı Şam'ın bu en etkili ülkesinin Türkiye ile olan ilişkilerinin devamını mümkün kılan iki şartı vardır: Biri, Türkiye'nin Suriye'nin iç politik düzenine müdahalelerde bulunmaması; diğeri İran'a karşı Batı'dan yana hasmane bir tutum takınmaması.

Türkiye, bugüne kadar bu iki kırmızı çizgiye azami riayet ederek Suriye ile ilişkilerini geliştirdi, Suriye yardımıyla bölgeye girdi. Vize muafiyeti sağlandı, gidiş gelişler hızlandı, ticari ve ekonomik ilişkiler arttı vs.

Toplumsal muhalefetin Suriye yönetimine karşı başlattığı ayaklanma Türkiye'yi zor duruma soktu. Öyle oldu, çünkü muhalefetin talepleri meşrudur, diğer yandan Türkiye, Tunus ve Mısır'daki ayaklanmalara referans teşkil ettiği gibi Suriye'de de referans olmaktadır. Kısaca bütün Ortadoğu halkları, en azından Türkiye gibi yumuşak yöntemlerle demokrasiye geçmek, yönetim üzerinde etkili olmak istiyorlar, kapalı rejimlerin yol açtığı faili meçhullerin, suikastların, tutuklama, sürgün ve yolsuzlukların sona ermesini talep ediyorlar. Türkiye, Suriye yönetimi ile ilişkilerini "iyi tutmalıyım" diye bu meşru taleplere sırtını dönemez.

Ancak aynı Türkiye, bölgede İran'a, Lübnan ve Filistin davasına da sırtını dönemez. Daha doğrusu, bildik bazı bölge ülkeleri gibi kayıtsız şartsız ABD-İsrail blokunun "her şeye evet diyen" figüranı olamaz.

Türkiye ve İslam dünyasında milyonlarca insanı, süren katliamlar karşısında mütereddit tutan husus, Suriye'de yönetimin değişmesi durumunda, bu ülkenin ABD-İsrail safına geçmesi, dolayısıyla İran'ın kolunun kanadının kırılmasıyla Lübnan ve Hamas'ın İsrail karşısında savunmasız ve korumasız kalması kaygısıdır. Burada tam bir dilemma söz konusudur.

Bu böyle olmakla beraber ihmal ettiğimiz küçük bir nokta, başta Beşşar Esad olmak üzere Suriye yönetimi içinde bu gidişin devam edemeyeceğini gören küçük bir grubun varlığıdır. Bu grup belirleyici konumda değilse bile, reformların zaruretine inanıyor, bu konuda Türkiye'yi örnek alıyor. Burada Türkiye'nin atması gereken iki önemli adım söz konusu:

a) Suriye yönetimiyle köprüleri tümüyle atmaması. Evet, bugüne kadar reformlar yönünde telkinlerde bulundu, ama köprüleri atmanın bir rasyonalitesi yoktur. Eninde sonunda olayları kanla bastırmaktan yana olanlar güç kaybedeceklerdir.

b) Bugün Suriye üzerinde en etkili ülke İran'dır. Türkiye, İran yönetimiyle daha sık diyalog içine girip, Suriye'deki şahinlerin durdurulması yönünde telkinlerde bulunabilir, İran'ı Suriye üzerinde baskı kurmaya yöneltebilir. Suriye muhalefeti ile İran-Hizbullah-Hamas arasında diyalog ve karşılıklı güven ilişkilerini kurabilir.

İran, Hizbullah ve Hamas'a Türkiye'nin şu gerçeği anlatması lazım: Bu katliamlar devam ederse Suriye, tıpkı Libya, Afganistan veya Irak gibi dış müdahaleye, Anglosakson ittifakının işgaline maruz kalabilir. Bu ise bütün bölgenin belki yüzyıllarca sürecek yeni bir tahakküm altına girmesi anlamına gelecektir. Unutmamalıyız ki, Haçlılar iki yüz sene bölgemizde hüküm sürmüşlerdi.

ZAMAN