Nihal Bengisu Karaca / Habertürk
"Suriyelinin kurtuluşu kendi sesini bulmasına, kendi hikayesini inşa etmesine bağlı"
Derviş Zaim’in son filmi Flaşbellek bugün gösterimde. Film Suriye iç savaşından kaçan bir çift nezdinde Suriye’den Türkiye’ye yapılan zorluklarla dolu bir yolculuğu anlatıyor.
Filmin hikayesi Arap Baharı'nın Suriye’ye sıçradığı dönemin başında, Deraa’daki barışçıl gösterinin rejim tarafından oldukça kanlı bir biçimde bastırılmasının ardındaki dönemden açılıyor.
Bir rejim subayı iken boğazından yaralanıp, konuşama yetisini kaybettiği için masa başı göreve verilen Ahmet Rıfki, rejimin işkencede öldürdüğü sivilleri fotoğraflayıp, doktorun yazdığı sahte raporları kayda geçmekle görevlendirilir. Kısa sürede gördüklerine katlanamayacağını anlar. Komşular muhbir, doktorları dahil hemen herkes müstakbel cesettir artık kentte. Muhalefetle açık bir savaşa girmiş olan rejim çemberi iyiden iyiye daraltmış, yaşanacak alan bırakmamıştır.
Öğretmen eşi Leyla ile beraber, ülkeden ayrılmak gerektiğine karar verirler. Yapmaları gereken bir şey vardır ama. İşkencede ölüp, doğal nedenlerle ölmüş gibi yapılan insanların depolandığı harddiski kopyalamak ve bu görüntülerden dünyayı haberdar etmek.
Ancak göründüğü kadar kolay değildir bu.
Hemen her aktörün ve grubun savaştığı, bitimsiz bir av sahasına dönüşmüş toprakları geçmek cehennem vadisi üzerine gerilmiş bir ipten bisikletle geçmeye çalışmak gibidir.
Her köşede başka birine rüşvet vermek gerekir hayatta kalmak için.
Ahmet ve Leyla’nın karşısına sırayla Özgür Suriye Ordusu, IŞİD, Ezidi bir kadın ve Anna babası öldürülmüş bir çocuk çıkar. Binbir Gece Masalları'nın Şehrazad’ı ve Dünyazad’ı bir iner bir yükselir olaylar arasında.
SADECE GÖÇMEN DRAMI DEĞİL, GÖÇE ZORLAYAN ŞARTLARA DAİR CESUR YANITLAR ÜRETEN BİR FİLM
Filmi bir hafta önce Soho House’ta düzenlenen özel bir gösterimde izledim ve beni çok etkiledi. Filmin hem cesaretinden hem de iç savaş kadar çapraşık bir haritada yolunu bulabilmesinden etkilendim.
Karşımda sadece "göçmen olmanın zorluklarına dair bir film" yoktu. Fırtınanın gözüne bakmaktan çekinmeyen, “Suriye’de neden bir iç savaş çıktı?” sorusuna cevap arayan ve baktığı yerden düzgün bir cevap da verebilen bir film vardı.
Derviş Zaim’i bulmuşken, filmini kendisi anlatsın istedim.
Hem Suriye’yi hem filmi hem de bu filmin Türkiye sokağının Suriye savaşı ve sığınmacı olgusuna bakışı değiştirip değiştiremeyeceğini...
Suriye iç savaşı her iç savaş gibi oldukça karışık bir mesele halini aldı. Türkiye’de bu konuda taraflar çok keskin. Doğru bilgi edinmek gerçeği kavramak için nasıl bir çalışma yürüttünüz? Suriye’de savaşan taraflarla görüşebildiniz mi mesela? Filmin hikayesi oluşurken çıktığınız macerayı merak ediyorum…
Mümkün olduğu kadar çapraz okuma yapmaya gayret ettim. Bir örüntü ortaya çıkana kadar okudum. Sadece okumadım, çok insanı dinledim. Bütün bunlar perspektifimi oluşturmaya başladı. Benimle aynı fikirde olmayan insanların söylediklerine de kulak kabarttım. Ama bunun sonu yok elbette. Çapraz okumaların benim uyanık olmamı sağladığını düşünüyorum. Onun ötesinde, objektifliğe inanmıyorum, objektiflik diye bir şey yok ama objektif olmadığını bilen, subjektifliğinin farkına varan ve bunu bilinç düzeyine çıkaran birinin yaptığı film diye bir şey var. Her tür iş, her tür yazı, film, roman da böyledir. Benim yaptığım şey de buydu.
Yapımına ne zaman başlamıştınız?
2014 itibariyle araştırmalara başlamıştım. Mekan bakmaya da başlamıştım.
Nerede çekildi fim?
Antep merkez ve Antep’in etrafında ve Konya Ereğli’de çektik. 7 haftada çekildi. Pandemiden hemen önceki Kasım ayında bitirildi. Mart ayında pandemi başlayınca çekim sonrası işlemler devam etti. Pandemi bitene kadar bekledik doğal olarak.
AMACIM SURİYE HALKI ALGISINI ORYANTALİST KLİŞELERDEN ARINDIRMAK
Flaşbellek’i yapma gerekçeniz neydi? Sizi böyle zor ve safrası bol bir konuya teşvik eden, motive eden en temel şey?
Vicdanım bana yapmamı söylediği için yaptım. Çok daha kolay projelere girebilirdim. Bu zor ve her bakımda safraları olan bir proje ama iyi ki yapmışım. Bu benim bir vicdan borcumdu.
Ortada büyük bir acının olduğunu izliyorduk ve bu acının büyüme kapasitesi olduğunun farkındaydım. Ben savaşı yaşamış bir insanım çocukluğumda. Savaşın ve göçmenliğin neye denk düştüğünü bilirim. Yerini yurdunu brakmanın ne anlama geldiğini de bilirim. Ama bunun ötesinde dediğim gibi bu bir vicdan meselesi. Ama ben göçmenin dramını ele almaktansa orada neler olup bittiğini ele almanın daha doğru olduğunu düşünüyordum. Derin taze insan onurunu öne çıkarmayı amaçlayan bir iş yapacaktım. Kısa vadede Suriye savaşının neden kaynaklandığını göstermek gibi bir amacım vardı. Orada yaşanan insani trajediyi sergilemek istiyordum ki insanlar yerini yurdunu neden bıraktı sorusunun da yanıtı bulunabilsin. Konunun bu boyutuyla gündemde kalmasına ve bir farkındalık yaratılmasına katkıda bulunma fikri beni heyecanlandırdı naçizane.
Uzun vadede?
Uzun vadede ise Suriye halkı hakkında uluslararası medyada oluşan algının oryantalist klişelerden arındırılmasına da bir katkıda bulunabileceğimi düşündüm.
Basmakalıp yargılardan azade bir Ortadoğulu temsil biçimi geçekleştirmeyi umuyordum.
Nasıl klişeler? Daha doğrusu sizi ilgilendiren önyargılar spesifik olarak hangileriydi?
Ortadoğu ve İslam coğrafyasının halklarını kendi ayakları üzerinde duran, kaderi için karar alabilen eyleme geçen insanlar olarak göstermiyor batı medyası. Sürekli aciz durumda ve yardıma muhtaç halde çiziyorlar imajı. Bütün bunları az da olsa değiştirebilme ihtimali beni teşvik etti.
Türkiye’de sığınmacılara karşı ne kadar hoyrat bir dil kullanıldığını, sığınmacılara karşı zaman zaman lokal linçler gerçekleştiğini biliyorsunuzdur. Bunlar bu filmi çekme kararınızı kuvvetlendiren etkenler mi oldu, yoksa filmin ortaya çıkmasını zorlaştıran, geciktiren faktörler arasında mı yer alıyordu?
Kararımın doğru olduğunu hatırlatan etkenler oldu bunlar. Bu filmin belki hemen değil ama şu ya da bu şekilde Suriye’deki insanların neler yaşadığını sokaktaki insana göstermeyi başaracak. Bu film hem buradaki hem de uluslararsı mecralardaki insanda empati adını verdiğimiz duygudaşlığı yaratabilirse kendimi bahtiyar hissedeceğim. Çünkü umuyorum ki bu film Suriyeli insanların neden oradan kaçtığına ilişkin olarak insanların kafasındaki bazı soruları netleştirecek.
Temenninize yürekten katılırım ancak maalesef sokaktaki insan yapılan lansmanı satın aldı. Dahası ekonomik krizin olduğu her yerde xenophobianın artması zaten mümkün, bizde bir de asırlık Arap düşmanlığı var. Bu insanların kendileri gibi kalmaları da sorun, dönüp savaşmaları da sorun, çünkü o zaman da ‘cihatçı’ olurlar. Batılı aktörler de ilgisizlikleri ve zaman zaman da Türkiye’ye karşı kullandıkları itham edici dille buradaki önyargıları pekiştiren bir rol oynadılar. Filminiz yurt dışında önemli festivallerde gösterildi, Batılı kamuoyu nasıl gördü filminizi sizce? Onların bu filme yönelik tecrübesini izleyebildiniz mi?
Onların da bu konuda beklediği film bu film miydi emin değilim. Kimsenin hakkını yemek istemem. Ama belirli klişe ve önyargılara uygun bir anlatı istediklerini söylesek çok yanlış olmaz. Türkleri de o oryantalizm torbasının içine katarak çıkarılmış bir film olmasını tercih ederlerdi. Oysa bu film soğukkanlı ve bu meselenin tarih ve kültür boyutu olduğunu bilerek sözünü söylemeye çalışan bir film. Ortadoğu halklarını oryantalist klişelerden arındırmak ise benim amaçlarından biri. Bu manada savaşın başlamasından sonra üretilmiş diğer filmlerden birkaç özelliği ile ayrılıyor.
Mesela?
Bu film sadece savaştan kaçanların dramına eğilmiyor, savaşın kendisine de bakıyor. Suriye’de ne gibi insani durumlar vardı ki bu savaş çıktı? Bu sorunun cevabına bakması Flaşbellek’i göçmen temalı diğer filmlerden ayırıyor.
Binbir Gece Masalları'na yapılan göndermeler ise Arap kültürüne bir saygı duruşudur. Tarih ve kültürün yağmalandığı bir dönemde bu bölgenin mitlerinden masallarından faydalanmak da yaşadığımız talihsiz bölgenin tarihine bir saygı gösterisidir aynı zamanda.
Filmin hikayesine girelim biraz. Girişten itibaren hayat ve hikaye bağlamı filmin merkezine yerleşiyor. El konulan bilgisayardan "Hayat hikaye anlatmaktır" diyen bir video çıkıyor ve o çocuğun sırf bu mesaj yüzünden öldürüldüğünü görüyoruz. Aynı anda baş karakterimiz Ahmet Rıfki yaralanıyor ve sesini kaybediyor. Öte yandan fonda hep Binbir Gece Masalları'ndaki Şehrazat var ki o da, bir gün daha hayatta kalabilmesini güzel hikayeler anlatmasına borçlu olan bir figürdür. Anlatabilmek özgür olabilmek ve yaşamak arasındaki bağın hayatiliğini ve o bağ koptuğunda neler olacağına dair bir hikaye görüyorum ben. Doğru mu?
Film evet çok derinde özgürlükle ilgili bir film, Arap coğrafyasında özgürlüğün nasıl inşa edilebileceğine ilişkin bir fikir yürütme denemesi.
Ahmet Rıfki ancak eşinin telefonuna indirdiği bir aplikasyon aracılığı ile konuşur ve o aplikasyon ise Obama’nın sesine sahiptir.
Bir Suriyeli derdini anlatabilmek için, ekmek diyebilmek, su isteyebilmek için Obama’nın sesine ihtiyaç duymaktadır. Burada bir estetik uzaklık var. Binbir Gece Masalları'ndaki Şahrazat’ın hikayesiyle beraber ele alındığında çerçeve tamamlanıyor.
Çünkü Şehrazat da hayatta kalmak için zalim bir padişaha hikayesini anlatmak zorunda kalan bir karakter. Hikayesini en heyecanlı yerinde bırakır ve ertesi gece yeni bir hikayeye başlar. Hikaye anlatabildiği sürece Şehrazat hayatta kalacaktır. Benim kahramanım Ahmet Rıfki de hikayesini anlatmak, zulmü seslendirmek ister. Ama sesi yoktur. Aksine Obama’nın sesini kullanmak zorundadır. Bu da bir açmazdır.
Suriye'den çıkıp Türkiye’ye gelme yolculuğu Ahmet’in kendi sesini bulabilme yolculuğudur.
KURTULUŞUN YOLU BİR BAŞKASINI KURTARMAK, İYİLEŞMENİN YOLU BİR BAŞKASINI İYİLEŞTİRMEKTİR
O yolculukta değişir ve kendi hikayesini oluşturmaya çalışır. Kendi hikayesinde de bir çocuğun kurtulmasına sebep olur, bu da aslında kendi kurtuluşunu sağlar. Kurtuluş bir başkasına yardım elini uzatmaktan geçer. Kendi sesini ancak böyle bulursun.
Çiftin o çocuğu kurtarmak için hayatlarını tehlikeye atması ilk bakışta biraz irrasyonel, filme peri masalı havası katan bir öge gibi duruyor ama aslında anlatmak istediğiniz şeyin nirengi noktasını tam olarak burası oluşturuyor o zaman?
Evet. Sen hastasın iyileşmeye çalışıyorsun. Ancak başkalarına yardım edebildiğin ölçüde iyileşirsin. Ya da Ahmet gibi, Ortadoğu gibisin, sesin yok. Hikayeni kuramıyorsun. Ancak başkalarına yardım ederken kendi hikayeni kurabilir, sesini bulabilirsin.
Ancak hikayeni anlatabiliyorsan hayatta kalır ve özgür olabilirsin. Tıpkı Şehrazad gibi. Bu yapıyı kurmaya çalıştım. Hikaye anlatmak yaşamaktır, yaşamak hikaye anlatmaktır.
Benim mitolojilerle menkıbelerle Hasbihal etmek hoşuma gider. Yunan mitolojisinde de Chiron diye bir karakter vardır. İyileştikçe iyileştiren bir mitolojik figürdür. İyileştirirsen iyileşirsin. İyileşmeyi sağlayan şey başkalarını iyileştirmektir. Küçük İsmail'i savaştan ve kaostan kurtarmaktır. Bir çocuk için kendi geleceğini riske atmaktır. O çocuğu kurtardığın için daha iyiye gideceksin, ki filmde de öyle oluyor.
Binbir Gece Masalları'nda kahramanlar hayırlı bir şey yaparlarsa masalın sonunda bir evlatla ödüllendirilirler. Bir çocukları olur. Ben de burada kahramanlarıma bir çocuk hediye ediyorum. Ama en önemlisi, bu konuşamama halinin, kendi sesini bulmaya çalışma halinin, kendi sesini bulduğunda kendi hikayeni inşa edebilmenin Ortadoğu halklarının temsili bağlamında önemli olduğunu düşünüyorum. Ortadoğu başkasının sesine muhtaç olmadığında kendi hikayesini anlatmaya başlayacak ve ancak o zaman özgür olacak.
Bu kadar Şehrazat demişken ‘Leyla’ karakterinden bahsetmemek olmaz. Sara El Debuch’un hayat verdiği Leyla, çocuğunu kaybetmiş, anne olmak isteyen ve hikayenin iyiliğe evrilmesi için her şeyini ortaya koyan bir kadın…
Arap kadınlarını risk alabilen adım atabilen kendi kendine karar alabilen kendisi ve başkası için kararlar veren kadınlar olarak temsil etmek istedim. Leyla kocası hastalandığında tek başına İsmail’i kurtarmanın derdine düşer. Karakterizasyona dair bir önemli bulduğum bir tercih bu.
IŞİD komutanına da diklenebilen bir kadın, evet.
Yeri gelmişken, filmde IŞİD komutanını hem kötücül hem de yaralı bir baba olarak tasvir etmişsiniz. İzleyiciden "IŞİD'le de mi empati yapalım" gibi ya da Esad rejimini tasvir etme şeklinizle ilgili eleştiriler, tepkiler gelmesini bekliyor musunuz? Buna yönelik bir endişeniz ve savunmanız var mı?
En kötünün içinde bile bir parça iyilik bulunabilir ve bu da insanlığın en büyük umududur. Bir umudumuz varsa bu dünyaya dair, o da kötülüğün içindeki iyiliktir. Kurtuluşu sağlayacak olan da budur. Karakterlerim siyah ya da beyaz değil. Siyaha ve beyaza inanmıyorum. Griye inanıyorum. Gri karakterler daha hakiki. Filmin hakikat boyutunun olmasını istiyorum. Karton karakter istemiyorum. IŞİD’e mensup bir adamın oğlunu özleme ihtimali var, olabilir. O karakteri böyle temsil ederseniz IŞİD’e dair söylediğiniz sözün bir gerçekliği olur. Onun zulmü de bir bağlama da oturur.
AHMET RIFKİ, SEZAR KOD ADLI GERÇEK BİR MUHABERAT ÜYESİNDEN ESİNLENEREK OLUŞTURULDU
Esad rejimine ilişkin olarak yaptığım betimleme de hakiki bir betimleme. Orada cesetleri numaralandırmakla ilgili görevi olan karakterimiz gerçek, hakiki bir insandan ilhamla oluşturuldu.
Sezar kodlu bir Muhaberat çalışanı Esad rejiminden kaçtı ve Muhaberat'ın insan hakları ihlallerini kanıtlayan binlerce fotoğrafı yurt dışına kaçırdı. Bunların BM‘de sergilendiğini ve Uuslararası Af Örgütü'nün kayıtlarına girdiğini biliyoruz. Bu fotoğraflar sergileniyor isteyen herkes ulaşabilir. Dolayısıyla işin hakiki tarafı da var. Esad rejiminin zalim olduğunu düşünüyorum. Aynı zamanda rejime inanan insanların tezlerini seslerini duymalarına imkan verecek sekanlar da var filmimde. Mesela bir genç, biz savaşmazsak buradaki bütün etnik azınlıklar Selefilerin kölesi olacaklar diyor bir genç. Ölüm raporlarını yazan kötü karakterlerden biri olan doktor, Suriye'nin Arap dünyasındaki tek laik rejim olduğunu o yüzden bütün düşmanların onu yıkmaya çalıştığını anlatıyor. O insanların da seslerine izin vermeye çalıştım.
TARAF TUTUYORUM AMA GERÇEĞE DE İHANET ETMEM
Neden?
Bir çoğunluk, bir heteroglossia yaratabilmek için. Filmin hakikatini ve dürüstlüğünü arttırmak için. Ben taraf tutuyorum, bunu da saklamıyorum. Ama bunu yaparken önümdeki gerçeklik ne ise ona da ihanet etmek istemem. Hayata ve yaşananlara saygı duyduğum için bütün seslerin artmasına gayret ettim. Bu manada filmin temsil edici bir rolü olduğunu düşünüyorum.
Konu Suriye üzerine çekilmiş bir film olunca ister istemez politika konuşluluyor, bu bağlamda, “Suriye aslında harika durumdaydı, dış güçler Suriye’yi böldü’ şeklinde bir görüş var Türkiye’de, "Rejime katlansaydınız bütün bunlar olmazdı" diyenlerin dolaşıma soktuğu bir görüş. Sık sık da "Esad’la barışılsın, liderler el skışsın bitsin bu iş" gibi enfantil bir öneri getiriyorlar. Bunca okuma yapmış, böyle bir filmi çekmiş bir sanatçı olarak bu görüş sizin tarafınızdan nasıl duyuluyor?
Bu işin sonunda barışılacak mı bilemem. Ortada büyük acılar var. Affedip affetmemek Suriye halkının uhdesinde. Ama affetmeden önce kaydetmek, anlatmak ve teşhir etmek gerekiyor. Ondan sonra ancak Suriyeliler neyi affedip affetmeyeceklerine konuşurlar karar verirler.
BU FİLM AKLI VE KALBİ BİRLİKTE ÇALIŞTIRMAYA DAVETTİR
Ancak sık sık dolaşıma giren önerinin özeti, iki ülke liderleri barışsın, bu ülkeye gelenler de kamyonlarla geri gönderilip Esad’ın insafına bırakılsın şeklinde.
Dünyanın en iyi anlaşmasını yaparsınız, liderler el sıkışır üç ay sonra kan gövdeyi götürür. Ben bunlara kendim şahit oldum. İşlemeyen anayasa katliama götürebilir. Sahte umutlar büyük tuzaklar taşır. Sahte umutlar yerine insanların hem aklına hem kalbine hitap eden bir barış metni ortaya çıkmalı ki, sürdürülebilir olsun. İki lider el sıkıştı bu iş oldu derseniz bir buçuk ay sonra daha büyük problemler çıkar. Akla ve kalbe hitap edebilecek anlar durumlar metinler yaratmak gerekir. Sadece akılla olmaz, sadece kalple de olmaz.
Flaşbellek de bu anlamda aklı ve kalbi beraber çalıştırmaya davettir.
FLAŞBELLEK: OYUNCULAR, KAMERA ARKASI VE ÖDÜLLER
Filmin castinginden kamera arkasından da bahsetmek lazım. Filmin oyuncularının tamamı Arap coğrafyasından. Arap sanat sinemasının önemli iki oyuncusu filmde yar alıyor: Salih Bakri, diğeri Ali Süleyman. İkisi de Filistinli. Diğerleri Suriye kökenli oyuncular. Almanya’dan Hüsam Çadad. Leyla rolündeki Sara El Debuch hakeza. Amatör ya da amatörler de var ki, savaştan kaçmış, savaşın deneyiminden geçmiş oyuncular. Kameranın arkasında görüntü yönetmeni Andreas Sinanos var. Yunan. Anglepoulos’un bütün filmlerinin görüntü yönetmeni. Sanat yönetmenliği ise Seda Saçlı ve Sıla Karaca tarafından yapıldı.
Flaşbellek yurtışında önemli ödüller aldı. Arizona eyaletinde düzenlenen 27. Sedona Uluslararası Film Festivali'nden "En İyi Uluslararası Film" ödülünü kazandı. 42. Cinemed (Montpellier) Film Festivalinde "Genç Jüri Ödülü"ne hak kazandı. Newyork’ta bağımsız sinema ödüllerinden de en iyi uluslararası film ödülünü aldı.