Taha Kılınç / Yeni Şafak
Nereye ve nasıl?
Türkiye, yakın tarihinin en önemli seçimine hazırlanırken, “Suriyelilerin geri dönüşü” meselesi de iç siyasetin sıcak gündem maddelerinden biri olmayı sürdürüyor. “Göndereceğiz”, “Gidecekler”, “Dönecekler” vaatleri havada uçuşurken, yapılan yorumların çoğunda Suriye’deki mevcut duruma dair büyük bir cehalet ve umursamazlık göze çarpıyor.
İngiliz The Guardian gazetesi, birkaç gün önce, mültecilerin Suriye’de arkalarında bıraktıkları evlere veya diğer mülklerine neler olduğuyla ilgili çok çarpıcı bir dosya yayınladı. Farklı ülkelerdeki mültecilerin şahitliğiyle hazırlanan dosyada, Şam rejiminin ülkedeki gayrimenkulleri kendi siyasî projeksiyonuna göre yeniden dağıtmaya başladığı, “yurtdışında” bulunan binlerce mültecinin de bu sebeple artık geri dönecek bir evlerinin kalmadığı kaydedildi.
Konuyu somutlaştırmak adına, bazı örnekleri aktarayım:
Güvenlik sebebiyle ismi sadece “Abdullah” olarak zikredilen Suriyeli, Şam’dan gelen bir telefonla “evinin uzak bir akrabası tarafından istila edildiğini, mahkemeye gelip ifade vermemesi durumunda evini kaybedeceğini” öğrenmiş. Abdullah aynı zamanda rejim tarafından “aranan suçlular” kategorisinde bulunduğundan dolayı, elbette Şam’a dönmesi de söz konusu değil. Evini bu şekilde kaybetmiş ve geri dönme umudu da fiilen ortadan kalkmış.
“Ebû Hasan” adlı iş adamı, 2014’te terk etmek zorunda kaldığı Şam kırsalındaki mülkünü, Suriye içinde yer değiştirmek zorunda kalan geniş bir aileye ücretsiz olarak tahsis etmiş. Bir süre sonra o aile evden taşınmış, yerlerine yeni insanlar yerleşmiş. Komşuları kendisine haber verdiğinde duruma çok şaşıran Ebû Hasan, yaptığı araştırma sonucunda evin Suriye istihbaratı tarafından zorla boşaltıldığını ve eve yerleştirdiği aileye silah zoruyla devir-teslim belgesi imzalatıldığını öğrenmiş.
2017’de Suriye’den ayrılan “İman” adlı doktor, yurtdışına giderken Şam’daki evini bir memura kiralamış. Birkaç ay sonra, kiracı evi doktordan satın aldığını iddia ederek tapu işlemleri için resmî makamlara başvurmuş ve delil olarak da “Suriye’nin İstanbul’daki konsolosluğu kanalıyla aldığı resmî muvafakat belgesi”ni ibraz etmiş. Evin hemen yeni sahibine verildiğini ve söz konusu muvafakat belgesinin de sahte olduğunu belirtmeye gerek yok elbette. İman, “Evimi tekrar geri alabileceğime dair hiçbir ümidim yok” diyor.
2022’nin ilk yarısında, sadece Şam’da en az 125 ev ve gayrimenkulün bu şekilde el değiştirdiği belgelenmiş. Halep, Hama, Humus gibi diğer şehirlerde de benzer vakalar görülüyor. Üstelik bu şehirlerde yıkım Şam’la kıyaslanamayacak ölçüde kapsamlı olduğundan dolayı, buralar “sahipsiz” mülklerin el değiştirmesi için çok daha müsait. Savaşta tapu kayıtlarının tamamen tarumar olması, birçok ailede davaları takip edecek mensupların artık bulunmaması, Suriye’nin içine düştüğü derin ekonomik buhranın evrakta sahtecilik vakalarını inanılmaz ölçülerde artırması gibi sebepler de, söz konusu uygulamaları çocuk oyuncağı haline getiriyor.
Suriye rejiminin ev ve mülkler üzerinden giriştiği düzenlemeler, sadece ülkeden ayrılan muhalifleri cezalandırmak için yapılmıyor. Bu, çok daha geniş ölçekli bir kitlesel nüfus dizaynının ve iskân politikasının yansıması. İran’ın da bizzat içinde yer aldığı süreç, yolun sonunda etnik ve mezhepsel açıdan bütün dengeleri şaşmış, Arap ve Sünnî kimliği kaybolmuş, tarihî şahsiyeti yeniden tanımlanmış bir Suriye yaratmayı hedefliyor. Tarihte, her coğrafyada bu durumun sayısız örnekleri var. Mesela bugün İran’ın yer aldığı coğrafyanın, vaktiyle Selçuklu İmparatorluğu’nun kalbi olduğunu artık kim hatırlar? İskân politikaları ve mezhep temelli kıyımlarla buralara yüzyıllar içinde bambaşka bir kimlik giydirildi. Aynı plan, bugün Suriye için de son sürat uygulanıyor. Hatta Şiî demagoglar ve vaizler, “Emevîlerin tarihî başkentinde Hüseyin’in öcünü aldıklarını” bile söylüyorlar.
Suriyeli mülteciler sadece bizde değil, Lübnan, Ürdün ve Irak gibi ülkelerde de iç siyasetin ilk gündem maddelerinden. Lübnan, zor kullanarak mültecileri ülkelerine iade etmeye başladı. Suriye’ye dönenlerden bazılarının doğrudan hapsedildiği ve işkence gördüğü biliniyor. Ülkesine geri gönderilmesi gündeme gelenlerden Enes Ali Musaytif (26) adlı bir mülteci genç, başına gelecekleri bildiği için 1 Mayıs günü Beyrut’ta intihar etti. Böyle nice trajik hadise var.
Velhasıl, Suriyelileri göndermekten bahsederken, “nereye ve nasıl?” sorularına da insanî, mantıklı ve uygulanabilir cevaplar bulmak gerekiyor.