Suriyeliler / Cengiz Alğan - Serbestiyet
UNICEF’in son yayınladığı videolardan birinde önyargılarla ilgili bir sosyal deney var. Eli yüzü, üstü başı temiz pak bir kız çocuğu, bir şehrin işlek bir meydanında tek başına bırakılıyor. Meydanın ortasında ayakta ve kaygılı, üzgün bekleyen çocuğa onlarca kişi yanaşıp başını okşuyor, muhtemelen kaybolmuş olduğunu düşündükleri için sorular soruyor. Sonra çocuk bir restorana giriyor. Pek çok kişi masalarına davet ediyor, onunla konuşuyor, seviyor, yemek ısmarlıyorlar. Herkesin vicdanlı olduğu, kaybolmuş bir çocuğa sahip çıkan insanlarla dolu, iyi kalpli bir dünyayı izliyoruz.
Deneyin devamında aynı kız çocuğunu, pis, yırtık pırtık kıyafetler giydirip yüzünü de makyajla kirlettikten sonra aynı meydana tekrar bırakıyorlar. Dakikalar geçiyor ama çocuğun yanına tek bir kişi bile yaklaşmıyor. Ne başını okşayan var, ne anne babasını soran. Aynı çocuk, o aynı restorana gidiyor. Masaların arasında dolaşıyor. Bu defa kimse masasına çağırmıyor, yemek söylemiyor. Hatta tiksintiyle bakıyor, yanlarından geçerken değmemesi için kenara çekiliyor, çantalarını, eşyalarını kolluyorlar. Çocuk rastgele bir ailenin masasına oturunca, baba garsonu çağırıp ite kaka restorandan attırıyor. O vicdanlı, iyi insanlar gitmiş, yerlerine kalpsiz bir dünya oturmuş sanki.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Suriyelilere vatandaşlık verileceği açıklamasından sonra ortaya çıkan tepkilerin bir bölümünün buna benzer önyargılardan kaynaklandığını düşünüyorum. Tepkilerin bir kısmı açıkça ırkçılıktan kaynaklı. Örneğin, Sözcü gazetesinin “Bunları mı Türk vatandaşı yapacağız?” manşetli nüshası (8 Temmuz) buram buram ırkçılık kokuyor. Manşet altında “Erdoğan’ın ‘vatandaş yapacağız’ dediği 3 milyon Suriyeli arasında, iti kopuğu, katili, yobazı, dinci teröristi ne ararsan var” yazıyor. Sözcü “Türkler vergi ödesin, işsiz kalsın, askere gitsin, şehit olsun; Suriyeliler beleş yaşasın” diyerek kışkırtıcı spotlarla da süslemiş baş sayfasını.
Modacı Cemil İpekçi’nin twitter hesabından paylaştığı mesaj da bu kategoriden: “Vatanını satıp kaçmış üç milyon uyuzu bize taze kan diye sokuşturmaya çalışanlar var…”. Sosyal medyada buna benzer yüz binlerce mesaj paylaşıldı.
Irkçılara söylenecek pek bir şey yok. Adı üstünde, laftan anlamayan ırkçılar zaten; teşhir edip geçebiliriz. Siyaseten itiraz edenlerin temel argümanı ise vatandaşlığın AK Parti’ye oy toplamak için verileceği yönünde. PKK/HDP cephesinden yükselen itiraz adeta “saf Kürt ırkını koruma” gayretiyle dile getiriliyor. Daha önce Duran Kalkan Kürt şehirlerine yeni açılacak kamplardaki Suriyeli mültecileri katledeceklerini açıkça ilan etmişti. Şimdi de Cemil Bayık, Azadiya Welat yazısında, mültecileri Kürt şehirlerine yerleştirmenin “soykırımda yeni aşama” olduğunu ve “buna ses çıkarmayan Kürdün soykırıma ortak olacağını” iddia ediyor. Bayık’ın mültecilerin diğer bölgelere yerleştirilmesine itirazı yok. Doğu ve Güneydoğu’ya yerleştirilmesine, nüfus mühendisliği yapıldığı iddiasıyla, şiddetle karşı çıkıyor.
Bayık, ırkçılığının yanı sıra konuyu çarpıtıyor da. Güneydoğu’daki şehirlere yerleşen Suriyelilerin (ve Iraklıların) büyük çoğunluğu Kürt. Örneğin, Diyarbakır’daki 29 bin, Şırnak’taki 14 bin, Hakkari’deki bin civarı Suriyelinin neredeyse tamamı Şengal’den, yani Kürt bölgesinden. Arap ve Türkmenler ise yine Arap ve Türkmenlerin olduğu şehirlere daha çok yerleşiyor.
Suriyelilere oy kaygısıyla vatandaşlık verilecek olsa bile, hepsinin AK Parti’ye oy vereceğini nereden çıkarıyoruz? Mesela, Irak Kürdistanı’ndan gelen 300 bin, Rojava’dan gelen 200 bin Kürdün HDP’ye ya da Hatay ve Maraş civarına yerleşen Alevi Suriyelilerin CHP’ye oy vermeyeceğini nereden biliyoruz? Kaldı ki Suriye ve Iraklı üç milyon sığınmacının üçte biri okul çağındaki çocuklar. Kalanların tamamı vatandaşlığa geçmeyi kabul etse ve istisnasız hepsi AK Parti’ye oy verse bile yaklaşık yüzde üç oya tekabül ediyor ki hâlihazırda yüzde 50 oy ile en yakın rakibini ikiye katlamış bir partinin çok da ihtiyacı olan bir oran değil bu. Yani CHP ve HDP’nin bu iddiası çürük.
Fakat itirazlar bunlarla sınırlı değil. Sokaktaki vatandaşın da itirazları var. Bunların büyük çoğunluğunu, mülteci, Arap ve Müslüman karşıtı basının yarattığı algılar nedeniyle, sebeplerini tam da bilmeden karşı çıkanlar oluşturuyor. En çok kullanılan argümanlar işsizliğin artacağı, ekonomiye yükler bineceği yönünde. Hâlbuki rakamlar tersini söylüyor.
Örneğin, 2015’te açılan yabancı sermayeli 5 bin şirketin 1.600’ünü, 233 milyon TL sermaye ile Suriyeliler kurmuş. Kalıcı yabancı yatırımların dörtte birini sadece Suriyeliler oluşturuyor. Bu yılın ilk altı ayında yabancı sermayeli limited şirketlerde Suriyeliler, Irak ve Almanya’nın önünde ilk sıradalar. Anonim şirketlerde de Almanya ve Azerbaycan’ın ardından üçüncü sıradalar. Üstelik açılan şirketlerde çoğunlukla Suriyeliler çalışıyor. Yani ekonomiye yük değil, aksine katma değer kazandırıyorlar. Ayrıca, mülteci almamak için bin dereden su getiren Avrupa ekonomileri büyük sıkıntılar yaşarken, Türkiye ilk çeyrekte yüzde beşe yakın büyüme kaydetti.
En çok işlenen konulardan biri de Suriyelilere vatandaşlık verilmesiyle hırsızlık, tecavüz, terör gibi suçlarda artış olacağı. Bu da büyük oranda “1. Dünya Savaşı’nda bizi sırtımızdan hançerleyen Araplar” klişesine dayalı, ırkçılık kokan önyargılardan besleniyor. Ana akım medya başta olmak üzere basın da bu önyargıları kaşıyor. En basit adli vakalarda bile ‘Suriyeli’ vurgusu öne çıkarılıyor. Bu da sanki her Suriyeli potansiyel canlı bomba, hırsız, katil, tecavüzcüymüş gibi bir algıyı güçlendirirken, rasyonel tartışmaların önüne geçiyor. Üstelik mantıksız. Şu anda kayıt dışı alanlarda yaşayan, çalışan yüzbinlerce Suriyeli, vatandaşlık hakkı alınca neden birdenbire terörist olmaya karar versin? Hepsi potansiyel suçlu iseler yakalanmaları şimdi mi daha zor, TC kimlik no verip her adımları kontrol altına alındığında mı?
Uluslararası hukuk, mülteci hakları ve insani kriterleri bir kenara bıraksak bile, vatandaşlığa tartışmasız veya yukarıdaki gibi temelsiz gerekçelerle karşı çıkmak sorunun çözümüne hiçbir katkı sağlamıyor. Oysa çok uzun yıllar birlikte yaşayacağımız Suriyeliler, Iraklılar ve başka milletlerden mültecilerle ilgili detaylı tartışmalara ihtiyacımız var. Örneğin, bir Göç ve Entegrasyon Bakanlığı’nı tartışmanın zamanı gelmedi mi?