Suriyeliler için Türkiye'yi tekinsiz hale getirenler bir gün hesabını öder!

Yasin Aktay, Suriyeli mültecilere dönük nefret söylemlerinin Türkiye toplumunun huzur ve güvenini yerle bir ettiğine işaret ediyor.

Yasin Aktay / Yeni Şafak

Sözün yetmediğini ağıtlar söyler belki

Akdeniz’in kıyısına vurmuş yüzüstü yatan küçücük cüssesiyle Aylan bebek yıllardır yaşanmakta olan ve bütün insanların vurdumduymaz halleriyle ortak oldukları ayıpları, insanlığın düşebileceği aşağılık seviyeleri gösteriyordu. Tıpkı bütün olup bitenlere sırtını dönerek, görmeyerek ve göstermeyerek dikkat çeken Hanzala’nınki gibi.

Hanzala yüzünü bilerek isteyerek dönüyordu. Aylan bebek bir kurban olarak, tabii ki istemeden küçücük yaşında kendisinden alınan bedeniyle olup bitenleri bir ayet gibi gösteriyordu. Ne kadar insanın yüreğine merhamet ekebildi, ne kadar insanı uyuduğu derin uykularından uyandırabildi, gafletini bitirebildi Aylan bebek? Oysa bir ayet gibi parlamıştı, gözleri kamaştırırcasına bir ayet, gaflet içindekilere kayıtsız kalamayacakları bir ses, bir ışık, bir uyarı.

Dediğimiz şeye bakın siz. Allah’ın ayetleri inse gökten, mucizeler yağsa yine de gözleri açılmayacak, kalpleri yumuşamayacak insanlar çoğunlukta değil mi? O resmin karşısında en hayvani ırkçı duygularıyla garip bir sevinç duyan insanlara görmenin, o alçalışa şahit olmanın, o insanlarla bir arada yaşamanın, o insanlarla aynı milletten, aynı kavimden sayılıyor olmanın acısı trajedinin ta kendisi.

Dünyada masum insanlara yaşatılan zulümler karşısında imtihan oluyoruz. Katliamlar, haksızlıklar, kötülükler çoğaldıkça, her gün gözümüzün önüne sayılar olarak geldikçe aşinalık da kazanıyoruz. O anda Aylan bebek gibi daha çarpıcı örnekler, aslında benzeri binlerce yüzbinlerce Aylan’ın durumuna gözümüzü açmak üzere kurban olur.

Bir benzeri zeytin ağacının altında donarak ölen Erva bebekti. Bir başka çocuğun “bu dünyayı Allah’a şikayet etmeye gidiyorum” diyerek bütün dünyayı uyaran ölümü de.

Ya bir annenin üç küçük çocuğunu kaybetmesi karşısında hangi insan yüreği dağlanmaz? O çocukların ırkına, diline, kökenine hangi insan evladı bakıp da acısına öyle karar verir? 3 çocuğunun kaybıyla dağlanan bir ana yüreği bütün insan gönüllerini birbirine acıyla, merhametle bağlayan bir yol oluşturmaz mı? O yol varsa, o yol açık kalmışsa insanlık adına hala umut edilecek bir şeyler var değil midir? O acıyla sırf Suriyeli diye dalga geçen, sevinen, diğer bütün Suriyeliler için darısını temenni eden insanlar aramızda dolaşıyor.

Onlar sanır mısınız ki bu ülkenin çıkarını istiyor? Sanır mısınız ki bu olay karşısında yüreği taş kesilenler kendi ülkelerini, bu ülkenin insanlarını çok seviyor, bu ülkeye vatan diyor? Vatan her şeyden önce insanın kalbindedir. Taşlaşmış kalpte ne vatan sevgisi yeşerir ne de başka herhangi bir insan evladına en ufak bir merhamet kırıntısı kalır. Vatan duygusu ile ana şefkati arasındaki bağ koptuğunda vatanseverlik utanmaz, arsız siyaset bezirganlarının istismar alanına dönüşür.

Bir anadan, küçücük yaşta ölen masum çocuklarından, çaresiz insanlardan, zayıflardan esirgenen merhamet zannetmeyin ki aslında vatana, vatandaşa, milletinin insanına, hatta kendi öz kardeşlerine, ailesine saklanmıştır. Merhametsizlik, vicdansızlık dalga dalga yayılır insanın en yakınını vurur.

Başkalarından, Öteki’den, bilhassa mazlumlardan esirgenen bütün güzel erdemler, kendi yakınına, kendi yurttaşına, kendi ailesine sergilenmesi gerektiğinde orada kökten kuruduğu görülür. Bugün ırkçılıkla kafayı bozmuş insanların kendi ırkdaşları saydıklarına karşı da bir sevgilerini, bir merhametlerini, bir faydalarını gören olmamıştır, olamaz. Irkçılık kalbi öylesine karartır ki, bir süre sonra kendi ırkından olanlara karşı şu veya bu nedenle bir nefret olarak kendini tekrarlar, kendini zehirler. Özü itibariyle başkalarına karşı nefretten hareket eder çünkü. Gerekçesi ve nedeni kendi elinde olmayan, edinilmesinde hiçbir emeği bulunmayan bir özelliğe dayalı sevgi hiçbir zaman sahici ve kalıcı olamaz. O cimri sevgiden de insanı insana kurt kılan o meşum nefret sadır olur, başka bir şey değil.

Son olaylardan biri birkaç gün önce dünya basınına yansıyan bir kadın ve kızının Tunus’un kızgın çöllerinde kumlara kızgın uzanmış yatışları. Onlar da yüzlerini dünyadan yere dönmüş olarak yatıyorlar. Neler yaşadılarsa ülkelerinde Tunus’a kaçmaya çalışmışlar. Belki ihtiyaç duydukları merhameti orta bulurlar diye, itilmişler oradan. O ülkenin Cumhurbaşkanı Avrupa’ya gidebilecek olan bu göçleri bu şekilde durdurduğu için Avrupa’dan övgüler alıyor.

Bir süredir Star Gazetesi’ndeki nefis yazılarını okumaya başlamış olduğumuz Vahdettin İnce bu manzara karşısında sözü lafı bırakıp insanlığa ağıt yakmayı tercih etmiş: “İnsanlık... Zavallı insanlık... İki büklüm insanlık... Sistematik olarak tiranlara, zorbalara, zalimlere, düzmece tanrılara taptırılan insanlık…” Bu manzara karşısında “yaz yazabiliyorsan” diyor İnce. “Hadi satırlara dök, derin analizleri, yüksek stratejileri, çığır açıcı saptamaları... Kelime avcısı cengâver, hadi, durma!”

Öyle dese de teşhisi yine çarpıcı bir iddiayla koyuyor: “İnsanlık, tarihin hiçbir döneminde bugünkü gibi çaresiz, güçsüz, kimsesiz, donanımsız... Ali’siz, Tarık’sız, Selahaddin’siz, Fatih’siz... yakalanmamıştı Tiranlara.”

Biz, bütün bu manzaraları dünyada izlesek de hepsinin karşısında insanlığın umudu, vicdanın sesi bir Türkiye var diye teselli buluyoruz. Sayın Cumhurbaşkanımız her gün o ilkeli duruşu ve sözleriyle, Dışişleri Bakanımız Hakan Fidan İtalya’da katıldığı “Uluslararası Kalkınma ve Göç Konferansı”nda “Tüm ülkeleri insan onurunun korunması için yabancı düşmanlığı önlemeye ve hoşgörü kültürünü geliştirmeye çağırıyoruz” sözleriyle bu umudu canlı tutmaya görsünler. Ne yazık ki, Türkiye’de toplumda bazı siyasetçilerin kışkırtmalarıyla ekilen yabancı düşmanlığı ve ırkçılık tohumları en zehirli meyvelerini vermeye yüz tutuyor.

Erva Bebek, Aylan Bebek, boğulan üç çocuk ve çöldeki analı kızlı facia karşısında sergilenen tepkilere bir bakın. Gündelik hayatta giderek daha fazla karşılaşmaya başladığımız ayırımcılık, saldırganlık ve nefret suçları en yabancı düşmanı ülkelerdekini aratmayacak hale geliyor. Çok sayıda örnek arasında en son Sultangazi’de yaşanan olay, herkes için uyarıcı olmalı.

Suriyelilerin işlettiği bir restorana dalıp altını üstüne getiren bir saldırgan, bütün bunları yaparken bir yandan da “Ülkenize gideceksiniz, hem de yarın gideceksiniz” diyerek tehditler savuruyor. Hakkında “mala zarar vermek”ten soruşturma açılan saldırgan hakkında restoran sahibinin ifadesine kayıt düşülmüş: “şikayetçi olmadı.”

Bu iki kelime aslında ne kadar çok şey söylüyor. Türkiye’nin faşist, zalim, merhametsiz bağnazların elinde ne hale geldiğinin bütün hikayesini içinde barındıran bir özet gibi. Böyle alçak bir ayırımcı-aşağılayıcı saldırı karşısında bile şikayet hakkını kullanmamak, kullanmaktan çekinmek, daha kötüsünün başına gelebileceğinden korkmak…

Suriyeliler için bu şekilde tedirgin hale getirilen bir ülke zannetmeyin ülke vatandaşlarının daha rahat, daha güvenli yaşayabilecekleri bir ülke olur.

Bu faşist nefret, bu cahili bağnazlık döner dolaşır herkesi vurur, en son kendini de vurur.

Yorum Analiz Haberleri

Görsel kültürün fıtrata etkisi
Ümmetin ihyasında öğretmenlerin rolü
Kâbe acilen bu müptezellerin elinden kurtarılmalıdır!
“İsrail neden bir haydut devlettir?”
CHP ile laiklik anlayışınız farklı, peki Anıtkabir anlayışınız aynı mı?