Ürdün'de Zaatari mülteci kampı yolunda...
“1915'in tam tersi olarak düşün” dedi bir yetkili Türkiye'nin mülteci politikasını anlatırken. “Benim dedemi Türkler öldürdü söylemini duyduk senelerce yurt dışında. Mahcup olduk, utandık. Oysa bu kamplar sayesinde ileride Orta Doğu'da çocuklarımız bambaşka şeyler duyacak. Benim babamı Türkiye kurtardı, benim annem Türkiye'deki mülteci kampında doğdu anıları anlatılacak. Türkçe bilen nesiller Suriye'yi baştan kuracak. Türkiye mülteci kampı standartlarını değiştiren bir ülke olarak hatırlanacak.”
Kolay iş değil. Daha önce böylesi bir mülteci akımı konusunda tecrübesi bulunmayan, onu geçtim 17 Ağustos depreminde kendi halkına yardım konusunda bile sınıfta kalan bir ülkenin, böylesi bir organizasyon kapasitesi geliştirebilmesi tek kelime ile bir başarı. Tüm uluslararası gözlemciler ve medyanın hemfikir olduğu bir gerçekten bahsediyoruz. New York Times tarafından “mükemmel” sıfatı ile tanımlanan, ziyaretçisi olan her diplomatın gördükleri karşısında takdir dışında bir ifade belirtemediği mülteci kamplarından....
Bir yandan ciddi güvenlik riskleri ile uğraşmak, diğer yandan mülteci karşıtlığı pompalayan bir iç muhalefetle mücadele etmek kolay iş değil. İleride şükranla ve saygı ile anılacak emeklerin bugün takdir görmemesinin oluşturduğu burukluk da cabası.
Suriye'ye komşu ülkeler toplantısının 3. durağı Ürdün Zaatari kampı... Kampı gezmemize müsaade edilmiyor. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiseri Antonio Guterres, Ürdün Dışişleri Bakanı Nasır Cudeh, Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari, Lübnan Sosyal İşler Bakanı Raşid Derbas, Mısır Dışişleri Bakan Yardımcısı Hamdi Loza ve Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ortak toplantıdan sonra basın karşısına çıkıyor.
Antonio Guterres Portekiz eski başbakanı. Uluslararası kamuoyunu mülteciler konusunda daha duyarlı olmaya ve bu yükü bölge ülkeleri ile paylaşmaya çağırıyor.
Bu çağrı aslında bir rica değil, özellikle Avrupa kamuoyundan bir lütuf beklentisi de değil. Zira Suriyeli yazar Abud Dandaşi'nin “Türkiye Avrupa'yı büyük bir insani kıyametten kurtardı” başlıklı yazısında belirttiği gibi, Türkiye'nin mülteci meselesindeki tavrı karşısında müteşekkir olması gerekenler sadece Suriyeliler değil.
Eğer şu anda Avrupa ülkeleri Suriye krizini sokaklarında, şehirlerinin merkezlerinde hissetmiyorlarsa, bu Türkiye sayesinde oluyor. Bu mültecilere yaşanabilir ve güvenli bir durak sağlayan Türkiye sayesinde... Eğer Türkiye, sınırlarını bu mültecilere kapatsa veya Türkiye'ye sığınan mültecilerin hayatını kasıtlı olarak zorlaştırsa bu mülteciler ne yapacaktı? Dandaşi'nin sorduğu gibi Akdeniz on binlerce mültecinin Avrupa'ya geçişini engellemeye yeter miydi? Halihazırda kendi göçmen sorununa çare üretememiş, derin ekonomik sorunlar ile boğuşan, radikal sağın yükseldiği bir Avrupa, bugün Suriye meselesi konusundaki bu rahatlığının sebebi ne diye düşünmek lazım değil mi? Bu konuda Türkiye'nin hayati rolünü vurgulamak gerekli değil mi? Türkiye'nin Avrupa ülkeleri olan ilişkilerinde ısrarla Avrupa'nın bu konuda Türkiye'ye borcunu hatırlatmak lazım değil mi?
Dandaşi haklı. Bölge ülkeleri ve özellikle Türkiye, mültecilere ev sahipliği yaparak Avrupa'yı büyük bir insani trajediden koruyor.
Türkiyeli aydınların bir kısmı, Türkiye'nin AB üyeliği sürecinin askıya alınmasını bir siyasi hedef olarak belirlemiş ve bu konuda hummalı bir çaba içine girmiş olabilir. Kişisel egolar, siyasi hesaplar bir ülkenin geleceğinden daha önemli görülüyor olabilir. “Ben haklı çıktım” diyebilmek için, felaket senaryolarının gerçekleşmesinden medet umuluyor olabilir. Yanlıştır, ayıptır ama olabilir...
Ancak Türkiye vatandaşlarının vergileri ile gerçekleşen, Türkiyeli memurların, bürokratların emeği, mesaisi sayesinde hayat bulan ve bu ülkenin gururu bu kampların kıymetinin bilinmemesi olmaz. Bu kamplar konusunda Batı kamuoyunun Türkiye'ye olan maddi manevi borcunu hatırlatmamak olmaz.
Ulusal gurur veya millî çıkar gibi kavramlar yüzünden değil, hakkaniyet ve aydın sorumluluğunun gerektirdikleri yüzünden, olmaz...
Türkiye