Suriyeli mülteciler

Ceren Kenar

Suriyeli mülteciler, Suriye krizinin en mağdur ve aynı zamanda en masum yüzü. Birleşmiş Milletler’in verilerine göre Suriye’de yaşanan çatışmalardan kaçan mülteci sayısı 188.000’i geçmiş durumda. 80.000 mülteciye ev sahipliği yaparak Türkiye en çok mülteciyi sınırlarında barındıran ülke konumunda.

Suriyeli mültecilerin ne durumda olduğunu Lübnan’da görüştüğüm bir mültecinin şu sözleri özetliyor aslında: “Evini, ülkeni, her şeyini bir daha ne zaman ve neye döneceğini bilmeden bırakmak nasıl bir duygu bilemezsiz.” İnsan haklarından anlaşılanın aslında vatandaşlık hakkı olduğu günümüz ulus-devlet dünyasında genel olarak mülteci olmak demek açıkçası “kimse” olmak demek. Sadece evsiz, ülkesiz olmak değil aynı zamanda temel hak olarak gördüğümüz her şeyden muaf olmak demek.

Türkiye’nin Suriye politikasındaki en ahlaki ve insani tavırlarından belki de en önemlisi Suriyeli mültecilere kapısını açması oldu. Bu insanlık dramına sessiz kalınmaması ve on binlerce insana sahip çıkılması ancak ve ancak bu ülkenin vatandaşları olan bizler için bir gurur vesilesi olmalıdır.

Dış politikanın iç siyaset malzemesi hâline gelmesinde yanlış hiçbir şey yok. Aksine sağlıklı bir demokraside dış politika en az iç siyaset kadar tartışmaya ve müzakereye açık olmalı. Dolayısıyla Türkiye’nin Suriye politikasının şu an siyasi bir malzeme hâline gelmesinde prensip olarak bir sorun yok.

Lakin belli bir siyasi ajanda için mültecilerin kullanılmasının vicdanlı bir tutum olduğunu söylemek de zor. Ölümden, zulümden kaçan mağdur insanları kendilerinin parçası olmadığı bir siyasi savaşa maruz bırakmak ahlaki bir tutum değil. Zaten son derece zor koşullar altında hayatta kalmaya çalışan bu insanların hayatlarını provokasyonlarla iyice güçleştirmeye çalışmak ahlaki değil.

Bu siyasi kamplaşma sadece hükümetin Suriye politikası ile sınırlı da değil. Haklı olarak Türkiye’de mezhepsel gerilim oluşturabilecek olayların önüne geçilmesi çağrısı yapan bazı endişeli grupların Suriyeli mülteciler için kullandıkları dil buram buram İslamofobi ve ırkçılık kokuyor. Bu dil Suriyeli mültecilerin kim olduğundan ziyade bizim kendimizi nasıl algıladığımızı ortaya koyuyor.

İşin vahimi bu dil fena hâlde Lübnanlı Falanjistlerin Filistinli mülteciler için kullandıkları dili anımsatıyor.

1970 yılında daha sonra Kara Eylül olarak anılacak bir dizi olay neticesinde Ürdün Kralı Filistin Kurtuluş Ordusu’nu Ürdün’den temizlemek üzerine harekete geçer ve trajik bir katliam sonucunda örgüt Ürdün’den ayrılmak durumunda kalır. FKÖ için yeni istikamet Lübnan olacaktır. FKÖ’nün Lübnan’a taşınarak faaliyetlerini buradan yürütmesi Lübnan iç savaşını tetikleyen olaylar arasındadır.

Bu dönemde Lübnan’ın Arap kimliğiyle pek de barışık olmayan, bunun yerine “Batı yanlısı” ve Hıristiyan kimliğini vurgulayan Falanjist hareket Lübnan’daki Filistin hareketi üzerine teyakkuza geçecek, daha sonra farklı safhalardan oluşacak ve otuz yıl devam edecek bir iç savaş başlayacaktır. Lübnan Falanjistleri İsrail ile güçlü ilişkileri olan ve pan-Arabizm’e karşı Lübnan Hıristiyan milliyetçiliğini temsil eden bir siyasi ve askerî hareket olarak tarihin tuhaf siyasi vakaları arasına geçmiştir.

Bu dönemde Falanjistlerin Filistinli mültecilere karşı yürüttükleri kampanya sırasında kullandıkları dil daha sonra hareketin kendi üyeleri tarafından bile utanç verici bulunacaktır.

Örneğin, hareketin liderlerinden Beşir Jemayel’in şu sözlerindeki Filistinli ifadesi yerine Suriyeli koyduğunuz zaman bu söze ne yazık ki Türkiye’de çok alıcı çıkacaktır:

“Filistinliler Bedevi hayatlarına devam etmek ve çadırlarını tamir etmek için başka bir yer bulmak durumundalar. Nereye gidecekleri sorusu ise onların sorunu, benim değil.”

Veya yine aynı dönemde Falanjist hareketin sempatizanları hâline gelmiş bir slogan olan “Onlar [Filistinliler] giderse sorun biter” tarzı ifadelerin Türkiye’de Suriyeli mülteciler için sarf edilmesi üzücüdür.

Elbette her tarihsel olay kendi özgünlüğünde değerlendirilmelidir. Lakin nasıl ki Lübnanlı Falanjistlerin Filistinliler ile sorunu günlük siyaseti aşan ve Lübnanlı kimliğine ilişkin bir mesele ise, Türkiye’de Suriyeli mültecilere karşı gelişen nefret dili de daha derin ve kimliksel bir sorundur.

Bölge haklarına kibirle bakan, Türkiye’nin bir Ortadoğu ülkesi olmasından gocunan, İslam’a dair her şeyi tehlike olarak addeden bir zihniyetin sorunudur.

Bizim “biz” olmaktan neyi anladığımızı tartışmamız kadar tabii olan bir şey yok. Ama gelin bu mesele ile hiç ilgisi olmayan, mağdur Suriyeli mültecileri bu kamplaşmaya meze etmeyelim. Suriyeli mültecilerin yaşadığı bir şehirde “kanımız, canımız Esed’e feda olsun” sloganları atmamak iyi bir başlangıç olabilir...

cerenkenar@gmail.com

TARAF