Suriyeli Muhacirlere Yardım Komisyonu Kuruldu

Diyarbakır'dan Hasip Yokuş ve Tuncay Yerlikaya Özgür-Der bünyesinde kurulan Suriyeli Muhacirlere Yardım Komisyonunu anlattı.

Diyarbakır'dan Hasip Yokuş ve Tuncay Yerlikaya ile Özgür-Der bünyesinde kurulan Suriyeli Muhacirlere Yardım Komisyonu ve faaliyetleri hakkında Islah-Haber’e konuştu.

Geçen hafta sonu bir grup Özgür-Der gönüllüsü ile beraber Hatay ve Reyhanlı’da bazı temaslarda bulundunuz. Gözlemlerinizi bizimle paylaşır mısınız?

Esasında bu, oraya ikinci gidişimizdi. Bir önceki gidişimizde tespit ettiğimiz ihtiyaç maddelerini de yanımızda götürerek, hem ortaya çıkan yeni gelişmeleri takip edebilmek hem de yapabileceklerimizi, bunun imkânlarını araştırmak amacıyla gittik.

Oradan gelen muhacirleri özetle üç kategoriye ayırmak mümkün:

1-      Çadırlarda “mülteci” sıfatıyla kalanlar

2-      Çadırlarda kalmak istemeyenler; Hatay’da, Reyhanlı’da ve civar köylerde kendi imkânlarıyla kalanlar

3-      Sınırda giriş için bekleyen ve sayıları neredeyse 10 bini bulmak üzere olanlar

İsterseniz birinci guruptakilerden başlayalım. Bu insanlara yapılan devlet yardımı yeterli midir? Hükümet bu konuda iyi bir sınav veriyor mu?

Çadırlarda “mülteci” sıfatıyla kalanlar: Bunların günlük iaşeleri, üç öğün yemekleri, sağlık vb. ihtiyaçları devlet tarafından karşılanmaktadır. Peki, Hükümetin bu yardımları yeterli mi? diye sorarsanız maalesef üzülerek belirtmeliyiz ki Hükümetin “Suriye paketi” de eksik ve yetersiz kaldı. Yine de biz buna da yetmez ama evet diyelim.

Mültecileri kabul etmek, Suriye halkının mücadelesini belli platformlara taşımak ve desteklemek elbette olumlu bir yaklaşımdır. Ama bu yardımlar Suriye halkının beklentilerini karşılamaktan çok uzaktır.

Hükümet; oligarşik çevrelerin Suriye politikası üzerinden yaptığı baskıya direnemediğinden midir bilemiyoruz ama sürecin başında Suriye halkını cesaretlendiren söyleminin arkasında durmadı. O insanlar kendi kaderlerine terk edilmiş. İnsani yardımlar bile sınır görevlilerinin ve yerel idarecilerin keyfi tutumuna bırakılmış. İsterseniz bununla ilgili birkaç örnek verelim:

Mesela; kendi yaralılarının post-op tedavilerini ve rehabilitasyon hizmeti vermek üzere kendi imkanlarıyla kurdukları Darüşşifa diye bir sağlık merkezleri vardı. Hakeza İHH’nın orada bir sağlık tırı hizmet vermekteydi. Valilik bunları kapattırmak için soruşturma başlatmış.

AID veya Özgür-Der gönüllüsü bazı doktor arkadaşlarımız sınırın öte tarafında salgın tehlikesiyle karşı karşıya olanları muayene etmek için gittiklerinde kendilerinden pasaport istenmekte, pasaportları olmayanlara geçiş izni verilmemektedir. Bu ve buna benzer örnekleri çoğaltmak mümkün.

Bu durumu konuştuğumuz Suriyeli bir muhalif bize: “Babalarımız zillet içerisinde yaşadı. Biz aynı zilleti bu güne kadar yaşadık ancak Allah’ın izniyle çocuklarımız bu zilleti yaşamayacak. Biz zillet içinde yaşamaktansa onurlu bir şekilde ölmeyi tercih ettik. Biz Allah adına, Allah için yola çıktık ve sadece O’na güveniyoruz. Hasbunallah ve ni’mel vekil!” dedi. Allah’ın izniyle kardeşlerimiz böyle bir şuura sahip iseler onlar bu savaşı zaten kazanmışlardır. Neticede herkes kendi imtihanını vermektedir. Hükümet de öyle. Ve gerçekten de şunu fark ettik: Zor durumda olan, tehlikede olan onlar değil bizleriz. Çünkü onlar imtihanlarının gereğini en güzel şekilde yapmaya çalışıyorlar.

İkinci gruptakilerin durumu ne?

Çadırlarda kalmak istemeyenler, Hatay’ da Reyhanlı’da ve civar köylerde kendi imkânlarıyla kalanlar:  Bunların çoğu ya pasaportlarıyla 3 aylık turist vizesiyle gelmiş ya da sınır köylerinin birinden bir şekilde giriş yaparak kamplara yazılmadan kalanlardır. Bir kısmı belki iş bulur da çalışırım umuduyla, bir kısmı da ekonomik durumu iyi olan insanlardır. Bunlar çoğunlukla 3-5 aile bir arada kalarak bir odada bazen 40 kişi beraber yaşamaktadır. Bunlara herhangi bir devlet yardımı da yapılmıyor. Üstüne üstlük bu insanlar birçok baskı ve tacize de maruz kalıyor.

İnsani ve vicdani hasletlerinden sıyrılmış bazı kişiler bunların yaşadıkları yerlerde Esed fotoğraflarının basılı olduğu tişörtler giyerek, bu insanlara laf atarak tacizde bulunuyorlar.

Sözüm ona özgürlükçü ve halkçı bazı sanatçıların Esed’e destek için provokatif bazı demeç ve konserleri, CHP Milletvekili İlhan Cihaner “Bu insanlara evinizi kiraya vermeyin!” şeklindeki çağrısını da buna ekleyebiliriz.

Üçüncü grup olarak zikrettiklerinizin durumunu da kısaca özetleseniz?

Sınırda giriş için bekleyen ve sayıları neredeyse 10 bini bulmak üzere olanlar: Bu insanlar günlerdir sınırın öbür tarafında Türkiye’ye giriş yapmak için bekliyorlar. Türkiye bu girişler için çok ağır davranıyor. Kadın, çocuk, yaşlı sayıları neredeyse 10 bini bulan bu insanlar günlerdir açık alanda güneşin altında bekliyorlar. Su yok, yemek yok, hijyen yok. Orada hastalıklar salgına dönüşmüş. Suriye içerisinde bir tampon bölge oluşturabilmenin imkânları araştırılıyor ama bunun için henüz somut bir gelişme yaşanmadı. Neticede bu insanlar büyük bir mağduriyet yaşıyorlar.

Özgür-Der Diyarbakır Şubesi bünyesinde Suriyeli Muhacirlere Yardım Komisyonu kuruldu. Bize Komisyonun Suriye’ye yönelik yaklaşım biçiminden biraz bahseder misiniz?

Yanı başımızda bir dram yaşanıyor. Bildiğiniz gibi yarım yüzyıldır Suriye’de Arap ulusalcısı, laik, despotik bir düzen işbaşındadır.

Bu düzen; hukukun, adaletin, insanlığın olmadığı, ağır işkence ve katliamların vahşice işlendiği bir düzendir.

Elbette bu durum sadece Suriye için söz konusu değil. Batılıların sömürge sonrası yönetimleri devrettikleri batıcı, yerli işbirlikçiler eliyle yönetilen ülkelerin büyük çoğunda durum böyledir.

İşte bizim “Ortadoğu intifadası” olarak isimlendirdiğimiz önce Tunus’ta başlayan ardından Mısır, Libya ve sonrasında Suriye’de devam eden kıyam bu halklar için “büyük bir değişim” imkânını ifade etmektedir. Çünkü Marks’ın deyimiyle bu halkların zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi kalmamıştı. Bu insanlar zillet içerisinde yaşamaktansa onurlarıyla direnmeyi tercih ettiler.

Neydi bu talepler? Suriye halkı ne istiyordu? Kısaca özetleyebilir misiniz?

 Yaklaşık 1,5 yıl önce Suriye halkı özetle şu taleplerle ayağa kalktı:

- Daha adil ve insani bir anayasa

- Siyasal katılım kanallarının açılması

- Özgür bir basın ve muhalefet hakkı

- Genel af ve Suriye dışında yaşayan ve ülkelerine dönemeyen yaklaşık 2 milyon Suriyelinin ülkelerine serbestçe geri dönebilmeleri

- Hama katliamından sorumlu olanların adalet önüne çıkarılması

- Ülke kaynaklarının oligarşik azınlığın tekelinden çıkarılarak tüm Suriyelilere eşit bir şekilde bölüştürülmesi

- Özgür ve serbest genel seçimler

- Muhaberat marifetiyle yönetilen despotik Baas rejiminin revize edilerek hak ve adalete dayalı daha şeffaf bir yönetim

- Kürtlere de en temel insani haklarının verilmesinin temini...

Rejim, 2 ay boyunca barışçı gösterilerle devam eden, izan ve vicdan sahibi herkesin kolaylıkla kabul etmesi gereken taleplere önce keskin nişancılarla, ardından uçakla, tankla, topla ve “Şebbiha” marifetiyle karşılık verdi.

3 kişiyle 5 kişiyle başlayan katliamlar şuan günde ortalama 200-250 insanın öldürüldüğü katliamlar şeklinde artarak devam etmektedir.

Bugün itibariyle katledilen insan sayısı 50 bini geçmiş, 300 bin kayıp var ki buların çoğu muhtemelen ya öldürülmüş ya da Esed’in zindanlarında işkence görmektedirler. 300 bin kişi de muhacir olmuş.

Yaklaşık 100 bin kişi Lübnan’da,100 bin kişi Ürdün’de, bildiğiniz gibi 100 bin kişi de Türkiye’de.

Böyle bir tablo karşısında kalkıp “Ulusal sınırlarımızın dışındaki bu olaydan bize ne?!” diyebilir miydik? “Ulusal sınırlarımız” ifadesini tırnak içinde kullanıyorum. Sykes–Picot tarafından cetvelle çizilen bu sınırların ümmet şuuruna sahip hiçbir müslümanın zihin dünyasında da gönül dünyasında da karşılığı yok. Hem artık bu dram sınırlarımızın içine, medya aracılığıyla da gözümüzün içine girmiştir.

Şimdi Rıdvan Kaya’nın diliyle soracak olursak:

1-      Bir yönetim lanetlenmeyi hak etmek için bundan daha fazla ne yapabilir?

2-      Bir halk yardımı hak etmek için bundan daha fazla ne bedeller ödeyebilir?

Üçüncü soruyu da biz sormuş olalım:

Bir Müslüman, vicdan sahibi bir insan bu mazlum insanlara yardım etmek için daha neyi bekleyebilir?

Dolayısıyla bu çabamız İslami, insani ve vicdani sorumluluğumuzun bir gereğidir. 

İslami, insani ve vicdani bir sorumluk dediniz. Bunu biraz açar mısınız?

Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de mealen: “Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve ‘Ey Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir koruyucu gönder, bize katından bir yardımcı yolla!’ diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz?” diye buyurmaktadır.

Şayet “Mü’min olmak” şeklinde bir iddiamız varsa -ki elhamdulillah vardır- bu iddia mü’minleri bir vücudun azaları gibi görmeyi ve bir ümmet perspektifine sahip olmayı gerektirir.

Mü’min olmak bizlere zulüm kimden gelirse gelsin zulme ve zalime karşı mazlumun yanında yer almayı gerektirir. Bu sebeple biz mazlumun yanında yer alma imkânını ıskalamadan hayırda buluşmaya çalıştık. Bu tavır aynı zamanda Mü’min olmanın zorunlu bir gereğidir.

Özgür ve Müslüman bir Ortadoğu bizler için çok daha derinlerde çok daha ötelerde bir imkânı, bir ideali, bir rüyayı ifade etmektedir.

Bu halk gerçekten tarihî sorumluluğunu yerine getirdiği için mazlum ve “Muhacir” olmuştur. Bu durum aynı zamanda bizlere de “Ensar” olma imkânını vermektedir. Eğer bizler bu imkânı kaçırırsak rabbimizin huzuruna hangi yüzle gideriz?

Tüm bu sebeplerden ötürü Rabbimiz katında “hakkın yanında durduk” diye anılmak istiyoruz. Özgür-Der bünyesinde “Suriyeli Muhacirlere Yardım Komisyonu” bu sebeple kuruldu.

Türkiye kamuoyunun bu konuya gerekli hassasiyeti gösterdiğini düşünüyor musunuz?

Maalesef gerekli duyarlılık yok. Yanı başımızdaki bu dramı sadece seyrediyoruz. Elbette bunun için konjonktürel ve siyasi birçok mazeret öne sürülebilir ama en temelde kalplerimiz katılaşmış, duyarlılığımızı yitirmişiz diye düşünüyoruz.

Bu konjonktürel ve siyasi etkileri bir nebze açmakta fayda buluyoruz:

Şii havzanın takındığı yanlış tutum: Bu havza bu olumsuz tutumunu birçok “ulvi” gerekçeyle süsleyerek savunmaktadır. Bu kesimler öncüllerini yanlış kurguladıkları için üzerine bina ettikleri önermelerin sonuçları da doğal olarak çürük çıkıyor. Biraz daha açarsak; özetle bu kesimler diyor ki: “Yegâne anti-siyonist, anti-emperyalist biziz. Esed’le beraber Kudüs davasını biz savunuruz. Suriye çökerse bu direniş hattı zayıflar!”

Şimdi böyle yanlış bir önerme üzerine neyi bina ederseniz edin sonuç doğal olarak çürük çıkar.

Birincisi; ilkesel olarak hiçbir dava böylesine bir kıyımı, böylesine bir vahşeti haklı çıkarmaz.

İkincisi; bu iddianın bu güne kadar söylem düzeyini aşan hiçbir boyutunu göremedik.

Üçüncüsü; söz konusu “ulvi” gerekçelerin varlık ve yaşama şansını kendi varlık ve yaşama şansına bağlı görmek büyük bir müstağniliktir.

Olaya ulusal çıkarlar ve mezhebî taassup çerçevesinde yaklaşmak sanırım daha inandırıcı bir değerlendirme olurdu.

Bu olayları emperyal bir projenin sonuçları olarak görmek: Bu değerlendirme, seküler bir mantığın, olayların perde gerisinde Yüce Allah’ın müdahalelerini hesaba katamamanın ve ABD ve Batı’yı “kadir-i mutlak” olarak görme mantığının bir tezahürüdür.

Oysa söz konusu emperyal güçlerin tutumuna birazcık yakından bakılırsa tam tersine bir yaklaşımın söz konusu olduğu rahatlıkla görülebilir.

Suriye olayı ümmetin Şii ve Sünni eksende bölünmesine büyük bir zemin teşkil etmektedir. Esasında;  gidici olan zalim bir diktatörün arkasında durmak asıl böyle emperyal bir projeye hizmet etmektedir. Zira mantıksal olarak emperyalistlerin, ümmetin bölünmesini ve parçalanmasını sağlayacak politikaları desteklediklerini tahmin etmek kehanet olmasa gerek.

Suriyeli Muhacirlere Yardım Komisyonunun bundan sonraki hedeflerini bize anlatabilir misiniz?

Çalışmalarımızı iki alanda yoğunlaştırmayı planlıyoruz.

Birincisi, enformasyon desteği ile kardeşlerimizin haklı davalarını daha geniş toplum kesimlerine ulaştırmayı hedefliyoruz.

İkincisi, muhacirlerin ilaç, gıda, giyim gibi temel insani ihtiyaçlarını tedarik etmeye çalışıyoruz.  Bu vesileyle Kimse Yok Mu?, Yardım Eli, Diyanet ve diğer tüm insani  yardım kuruluşlarına, bütün duyarlı kardeşlerime  buradan çağrıda bulunarak konuya daha çok hassasiyet göstermeleri gerektiğini hatırlatmak istiyorum.

Önümüzdeki günlerde Özgür-DerIslah Hareketi DerneğiHaksöz-Haber, Islah Haber ve Radyo Selam’ın katkılarıyla kermes ve benzeri yardım kampanyaları düzenlemeyi hedefliyoruz. Suriyeli kardeşlerimize destek olmak isteyen herkesi bu kampanyalarımıza destek olmaya çağırıyoruz.

-----------

İLGİLİ HABER: Özgür-Der’den Suriyeli Muhacirlere Yardım

 

Röportaj Haberleri

Suudi Arabistan'da İslam, sekülerleşme ve Bin Selman reformları
“Filistin özgürleşmediği sürece, bu travma asla geçmeyecek”
Netflix abonelerine yalnızca eğlence değil "politik görüşlerini" de satıyor
Nazmul İslam: Bangladeş’te devrim bir süreç esas mesele şimdi başlıyor!
"Sinvar’ın yolunu sürdüreceğiz"