Suriyeli Muhacirler ve Sağlık Hizmetleri

Bursa Ağız ve Diş Sağlığı Başhekim Yardımcısı Lütfi Çiftçi ile muhacirleri ve sağlık alanında karşılaştıkları sağlık sorunlarını konuştuk.

Röportaj: Halime Örs / Haksöz Haber

Ortadoğu'da diktatör rejimlere karşı hakkını savunmak isteyen halkların başlattığı eylemlerin zulm ile susturulmak istenmesi sonucu oluşan savaşlardan en ağır ve uzun olanının yaşandığı Suriye'de; Esed rejimi İran, Rusya, ABD, Çin gibi ülkelerin çıkarlarını korumak için verdiği destek ile kendi varlığını sürdürmek adına hiçbir ahlakı, sınırı, insani yanı olmayan faşizan bir politika yürütmektedir. Taraflar arasında herhangi bir denge ve adaletten bahsedilemeyen bu savaşta varil bombaları, kimyasal silahlar ve kuşatmaların getirdiği açlık ile katledilen sivil halktan sağ kalanlar, hayatlarını sürdürmek adına farklı ülkelere göç etmek zorunda kalmaktadırlar. Göç ettikleri ülkelerde ekonomik, kültürel ve fiziksel olarak birçok sıkıntı ile mücadele etmek durumunda kalan Suriyeliler; yiyecek, kıyafet gibi problemlerin yanı sıra elverişsiz alanlarda barınmalarının etkisiyle ciddi sağlık problemleri yaşamaktadırlar.

2.7 milyon Suriyelinin bulunduğu Türkiye'de, devlet tarafından belirlenen hastanelerde Suriyeli kardeşlerimize sunulan sağlık hizmetinin önemli bir kazanım olduğunu belirtmekle birlikte başta iletişim kurulamaması gibi sıkıntılar hasebiyle hastanelerde iyileştirmelere gidilmesinin elzem olduğunu ifade etmek gerekir. Bu minvalde, mültecilerin yaşadığı sağlık hizmeti sorunlarına çözüm olması amacıyla bulunduğu hastanede destek klinikleri oluşturulmasında öncülük yapan ve göç-mültecilik üzerine tez çalışmaları olan Bursa Ağız ve Diş Sağlığı Başhekim Yardımcısı Lütfi Çiftçi ile konuştuk.

Hastanenizde Suriyelilerle ilgili yaptığınız düzenlemelerden bahsetmeden önce mültecilik ve göç konusuna değinmek gerekirse; bu konu hakkında neler söylemek istersiniz? Mültecilik kavramı tarih içerisinde sürekli var olmuş bir kavram mıdır, yoksa modern zamanın ürettiği bir kavram olarak mı karşımıza çıkmaktadır?

 Mültecilik ve göçün tarihi, insanlık tarihiyle başlar. Hz Adem ve ailesinin dünyaya hicreti ile başlayan  göç tarihi;  kişinin selamete tekrar ulaşmak için  kendini ve çevresini ıslah etme,  imkanların tükendiği yerde tekrar imkanları kuşanmak için cehdetme süreci olarak tanımlanır. İnsanlığı zulümattan nura çıkaracak olan tevhid mücadelesinde bilinç, zihin ve akıl tasavvurlarının inşasının ardından ilk geniş çaplı eylem; hicret olmuştur.

Peygamberlerin hayatına baktığımızda da mültecilik ve göç kavramlarının; gerek Hz.İbrahim gerek Hz.Musa gerekse Hz.Lut'un tevhid mücadelelerinde başat kavramlar olduğunu görmekteyiz. Yine Hz. Muhammed(S.A.V)'in İslam davet sürecinin hicretlerle desteklenmiş ve zorluk, yokluk, acılar ile olgunlaşmış bir süreç olduğunu bilmekteyiz.

 Göç ve mültecilik kavramlarının İslami mücadelede  önemli kavramlar olduğundan bahsettiniz. Peki Kuran bize bu konuda nasıl bir perspektif sunmaktadır ve İslami öğretiler doğrultusunda Müslümanlar konuyu nasıl ele almalıdır?

Kurani öğretilere mutabık olanların;  mülteciler dahil tüm insanlara -ister birey ister gruplar veya hükümetler olsun- inanç , ırk , kültür veya toplumsal statülerine bakmaksızın, Allah'ın kendilerine bahşettiği hak ve haysiyetlerden dolayı gereken saygı ve ihtimamı göstermesi,  ahlaki olduğu kadar hukukİ bir vecibedir. İslam'ın sunduğu bu düstur dışına çıkarak herhangi bir bireye ya da topluma yöneltilen zulüm veya yanlış muamele, sadece bu davranıştan doğrudan etkilenen birey ya da gruplara karşı değil aynı zamanda tüm insanlığa ve esasında Yaradan'ın kendisine karşı işlenmiş bir kusur mesabesindedir.

Kur'an'ı Kerim'e baktığımızda Allah'ın zulme uğrayan insanlara; zulme karşı koyacak güçleri olmadığı takdirde hicret etmelerini emrettiği görülmektedir. Allah, pasif/ edilgen kalarak zulme ve küçük düşürülmeye boyun eğmiş kimseleri 'kendi kendine zulmedenler' olarak tanımlamaktadır. Bu perspektifle, zorbalığa ve adaletsizliğe karşı etkili bir direniş göstermekten aciz kalan insanlar, varlığını insan olarak tanımlayan haysiyet ve özgürlükten mahrum bırakılacakları o toprakları, yahut evleri terk etmelidirler. Bu sözlerimizi Nisa Suresi 97. ayet ile temellendirebiliriz:

''Kendilerine yazık eden kimselere melekler canlarını alırken 'Ne işte idiniz?' dediler. Bunlar; 'Biz yeryüzünde çaresizdik!' diye cevap verdiler. Melekler de; 'Allah'ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!' dediler. Her kim Allah rızası için hicret ederse yeryüzünde bir sığınma ve bolluk bulacaklardır.''

Şimdiye kadar konuyu mülteciler üzerinden ele aldık, hicret üzerine konuştuk. Biraz da mültecilere ev sahipliği yapmak ve onları hoş karşılamakla hükümlü olduklarına inandığımız ensarlar hakkında konuşmak gerekirse; neler söylemek istersiniz, Kur'an bu konuda bize neleri emretmektedir, Müslümanlar üzerine düşen sorumluluklar nelerdir?

Öncelikle bu noktada Mekke'den ayrılmak zorunda kalan sahabeyi evlerine, eşyalarına, kazançlarına ortak yaparak onları kardeşleri olarak gören ve Kur'an'ın bu davranışlarından dolayı kendilerinden övgü ile bahsettiği ensar topluluğunun bizler için çok önemli bir örnek teşkil ettiğini ifade etmek gerekir. Allah, darda olan kuluna başka bir kulu vesilesi ile yardım etmekte ve bu vesile ile bizleri birbirimizle sınamaktadır. Bizleri bu sınavlara tabii tutan Allah, Kur'an'ın yol göstericiliği ile bizi kendi halimize bırakmamakta ve sorumluluklarımız noktasında uyarmaktadır. Bu konuda şu ayet oldukça vurucudur:

"Size ne oldu da Allah yolunda savaşmayı ve 'Ey Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, rahmetinle bizim için koruyucu ve destek olacak bir yardımcı gönder!' diye yalvaran çaresiz erkekler, kadınlar ve çocuklar için savaşmıyorsunuz?'' (Nisa75)

Yine mültecilere dair öğreti ve hükümlerin tamamını içeren anahtar bir ifade olarak Tevbe Suresi 6.ayette söyle şart koşulmaktadır: ''....müşriklerden(olsa bile) biri senden aman dilerse ona(derhal) aman ver...sonra onu kendisini güvende hissedeceği bir yere ulaştır...'' Bu şu anlama gelmektedir ki; inancı, itikadı, kültürü ya da kökeni her ne olursa olsun eman talep eden herkese, bunu talep eden kişiler inanmayan kişiler olsa dahi, geciktirmeden yardım edilmelidir. Hamidullah, bu konuda ''Herhangi bir kimse sığınma talebinde bulunduğunda, bu talep hiç bir gerekçeyle reddedilmez.'' demektedir.

Ensar- muhacir ilişkisi üzerine konuştuktan sonra mültecilerin sağlık hizmeti ile ilgili karşılaştıkları sorunlara dönmek gerekirse; siz bir sağlık personeli olarak hastanelerde yaşanan sıkıntıları sağlık personellerinin aldığı eğitim ile bağdaştırabilir misiniz, sizce günümüzde merhamet ve adalet duygusuna hakim meslek mensupları yetiştirebilecek bir eğitim sistemi mevcut mudur?

Evet, mültecilerin aldığı hizmette sağlık personelinin hastaya yaklaşımı önemlidir ve sağlık personelinin yaklaşımında almış olduğu mesleki eğitimin etkisi yadsınamaz bir faktördür. Bu minvalde öncelikle, daha çok batı menşeli olan eğitim sistemimiz ve İslam'ın sunduğu bilgi tasavvuru üzerine konuşmak gerekirse; bizim uygarlığımızda bilgi ahlakla doğrudan ilişkilidir, Yunan-batı ahlakı ile İslam aklı arasındaki temel farklardan biri budur. Yunan-Avrupa medeniyetinde akıl kavramları, nedenlerin kavranmasıyla yani bilgiyle irtibatlı iken; İslam medeniyetinde akıl, davranış ve ahlak ile ilgilidir. Onlar bilgi der,ahlaka giderler; biz ise ahlaktan bilgiye gideriz. Onlara göre aklın görevi nasıl elde edilirse edilsin, neye hizmet ederse etsin bilgi üretmesi iken; bize göre aklın görevi, iyi ile kötünün ayırt edilmesini sağlaması ve bu bilgi ile sahibini ve çevresini iyiye yöneltmesidir. Bu sebeple bizler önce 'ahlaki mi?' diye sorarız. Hz. Peygamber'in ''Faydasız bilgiden Allah'a sığınırım.'' duasının temelindeki kaygı da; bu ahlaki kaygıdır.

Eğitim sistemi; insanoğlunun öğrenme aşkını sonuna kadar istismar ediyor ancak bireylere bilinç, bilgi ahlakı, inanç kazandırmıyorsa onların en değerli yıllarını onlardan çalıyor demektir. Temelde sorun; dilsiz, hafızasız, tarihsiz, kültürsüz ve inançsız bir eğitim politikasının hangi paradigmayı temsil ettiğidir.

Bilgiyi önceleyen eğitim sisteminin oluşturduğu kişilik; neticede insani değerlerden yoksun, merhametsiz ve ahlaki değerleri oluşmamış kişiliktir. Zira Batı düşüncesinden neşet eden modern eğitim tek dünyalıdır ve bu eğitim sisteminin yetiştirdiği bireyler; bilginin hayrına değil, yararına ve hazzına taliptirler. Bu verilerle; günümüzde adalet, ahlak, merhamet ve sevgiyi önceleyen/ savunan mesleki eğitimden daha çok bilgi yüklü, maddeci bir eğitim sisteminin olduğunu ifade edebiliriz.

Bilginin ahlaktan yoksun olduğu eğitim sistemimizde; bilginin değersizleştiğinden ve insaniliğini kaybettiğinden, bu eğitim sürecinden geçen insanların da mesleklerine bu perspektifle yaklaştığından bahsettiniz. Peki sizce eğitim sistemimizde ahlak ile bilgi arasındaki bağ kurulursa adaletli meslek mensuplarına ulaşılır mı, bu noktada nasıl bir yol izlenmelidir?

Burada bilgi ve ahlak arasındaki korelasyona aşırı dikkat edilmesi gerektiğini ifade etmek gerekir. Çünkü; statüler devlete, makama, medyaya bağlı olarak değil; ahlak ile bilgi arasında kurulan kopmaz ilişki sayesinde kazanılan sivil teveccüh ile oluşmalıdır. Bu nedenle ilme intisap edeceklerde ilk aranılacak vasıf; karakter olmalıdır.

Bilgi, dünyevileştiği için Allah ile bağı koparılmıştır. Bilgi edinmek, bir iş ve meslek haline gelmiştir. Allah ile bağlantısı kurulan bir bilgiyi elde etmek ibadettir. Söz konusu eğitim sistemi; değersizleştirici olduğu için varlık kategorilerini izah ederken her üst kategoriyi nispetle açıklamaya çalışır. Mesela ona göre insan 'konuşan hayvan'dır. Bu da insanın eşrefiyyetini yok ederek istatistik bir varlığa indirgenmesine yol açar. Bilgiyi bu hale pozitivizm ve materyalizm getirmiştir. Bir alimin söylemiyle; ''Marx, Freud ve Darwin birer indirgeme operatörüdür. İlki insanlık tarihini maddeye; ikincisi insan psikolojisini şehvet güdüsüne; üçüncüsü insan adlı şerefli varlığı maymuna indirgemiştir.''

Söz konusu eğitim sisteminde bilgi tekelcidir. Bilenin ahlakı, bilgisine paralel olmadığı için; bilen bilgiyi tanrılaştırmak adına kullanır. Böylece bilgi, masum bir bilgi olmaktan çıkıp 'dogma' haline gelmekte, bilim dinine dönüşmektedir.

Sorunuzda geçen meslek erbabını yetiştirecek eğitim sistemi, aynı zamanda merhamet ve şefkat temelinde yükselmelidir. Tıpkı Rahman Suresi'nin başında işaret ettiği gibi şefkat, merhamet ve muhabbete dayanmalıdır, değer odaklı olmalıdır.

Böyle bir eğitim sisteminde yetişen sağlık personeli; dini, dili, ırkı, milleti ne olursa olsun hastasına hesabı sorulacak/verilecek bir emanet gibi bakar. Her insan tekinin benzersizliğini peşinen kabullenir. Birey değil, şahsiyet odaklı olur. Farklı zekalara, mizaçlara, yeteneklere saygı gösterir. Bunun için de fıtratı tahrip eden, yeteneği körelten, mizacı yok sayan her türlü müdahaleden uzak durur. Var olan yeteneği olgunlaştırmayı, eğitmeyi ve tekamül ettirmeyi amaçlar.

Eğitim sistemimizin bu yönde değişmesi adına gayret göstermek bizler için bir sorumluluktur. Yavaş yavaş bu yönde adımlar atılmakta ve insanlar yetişmekte ise de bunun süreç isteyen bir talep olduğunun bilincindeyiz. Ancak Müslümanlar uzun vadeli amaçlar dışında bulunduğu konumda da elinden geleni yapmakla hükümlü bireylerdir. Sizin bu sorumluluk bilinciyle hastanenizde mültecilerin yaşadığı sorunlara karşı bazı iyileştirmelere öncülük ettiğinizi biliyoruz. Bize hastanenizde yapılan düzenlemelerden bahsedebilir misiniz?

Bursa Ağız ve Diş Sağlığı Hastanesi 100'ün üzerinde kliniğiyle hizmet veren Türkiye'deki en büyük diş hastanelerinden birisidir ve başta Suriyeliler olmak üzere her gün ortalama 80-100 civarında muhacir hasta hastanemize başvurmaktadır. Mültecilere verilen hizmet kalitesi ve hızı; mültecilerin yabancıları oldukları bu ülkede sağlık hizmet akışını bilmemeleri, geldikleri ülkenin diline hakim olmadıkları için iletişim sorunu yaşamaları ve ilişkiler hususunda kültürel farklılıkların olması hasebiyle oldukça düşmüştür. Bu durum hem mültecilerin sağlıklı bir hizmet almasına engel olmakta hem de Türkiye vatandaşı olan hastaların tedavi sürelerini etkilediği için misafir hastalara olumsuz tepkilerin verilmesine neden olmaktadır.

Bütün bu sorunları minimuma indirmek amacıyla hastanemizde, 3 hekimin görev yaptığı destek klinikleri olarak bilinen 3 klinik oluşturuldu ve bu kliniklerde Arapça dil desteği sağlandı. Misafir hastalarımızın hizmete hızlı ulaşabilmesi amacıyla sadece kendilerine hizmet veren bir müracaat noktası oluşturulde ve yönlendirme tabelaları kurulde. Aynı zamanda kendilerine tahsis edilmiş bir bekleme alanı oluşturuldu ve bu alanın oluşturulmasında Arapça yayın yapan televizyonlardan bebek bakım odalarına kadar gerekli ihtimam gösterildi. Şuan mülteciler randevu almadan direkt hastanemize gelerek ve katkı payı dahil herhangi bir ücret ödemeden her türlü hizmeti alabilmektedirler.

Misafir hastalarımız, teşhis amaçlı görüntüleme hizmetleri (panoramik, tomografi vb..) alabildikleri gibi uzmanlık gerektiren vakalarda da aynı gün içerisinde uzman hekimler tarafından muayene ve tedavi hizmeti almaktadırlar. Operasyon gerektiren durumlarda, ameliyathanemizde genel anestezi altında kendilerine uzman cerrahlarımız veya periodontologlarımız tarafından gerekli operasyon yapılabilmektedir. Hastanemiz; sedasyon veya genel anestezi altında operasyon hizmetini ,üniversite diş hekimliği fakülteleri haricinde, kamuda sağlayan tek hastanedir. Hatırladığım kadarıyla en son Balıkesir'in ilçesi Gönen'den gelen Suriyeli hastamıza cerrahımız tarafından genel anestezi altında çene kisti operasyonu yapılmıştır.

Destek kliniklerimizde protez de dahil olmak üzere misafir hastalarımıza her türlü diş tedavisi verilmektedir. Kendilerine hekim seçme hakkı verilmekte, hatta diğer kliniklerden randevu aldıkları durumlarda destek kiniklerde tedavi olma zorunluluğu getirilmemekte ve tedavi oldukları kliniklere dil desteği sağlanmaktadır. Hastanemize ulaşmakta zorlanacak hastalar için talep ettikleri durumlarda evde bakım hizmeti verebilecek imkanlar oluşturulmuştur.

Mültecilere daha kaliteli hizmet vermek adına yapılan çalışmalarda, hastane yöneticilerimiz de destek ve yardımlarını esirgememişlerdir.

Son olarak yaptığınız düzenlemelerle ilgili nasıl tepkiler aldınız, neler söylemek istersiniz?

Destek klinikleri ile ilgili gerek ulusal gerek genel basında ilgi oluşmuş ve bu konuda haberler yapılmıştır. Ayrıca düzenlenen kliniklerimiz, bir üniversitenin Sosyal Hizmet Bölümü'nden yüksek lisans çalışması için öneri almıştır. Ümmet bilincine sahip üniversite ve öğretim görevlilerinin olması mutluluk vericidir.

Misafir hastalarımız için hazırlanan bu tür kliniklerin; kadın doğum, çocuk vb. dal hastanelerinde uygulanabilmesi ve yaygınlaştırılması önem arz etmektedir.

Konuya duyarlı STK'larımızın ülkemize gelen misafirlere Türkçe öğretilmesi hususunda çalışmalar yapmasının da hayırlara vesile olacağı kanaatindeyim.

 

Röportaj Haberleri

“Suriye’ye geri dönüş tartışması, empati yoksunu ve yersiz”
Türkiyeli bir mücahid ile Suriye devrimi üzerine…
"Solun bir kısmı mezhepçilikten bir kısmı da İslam düşmanlığından Esed'i destekliyor"
Suriye'nin korku hapishaneleri: Sednaya, Tedmur ve Suriye’nin yeni hafızası
"Suriye devrimi Türkiye'nin de zaferidir!"