Cemalettin Tasken’in bugünkü Karar’da (01 Ağustos 2018) yer verilen yazısını ilginize sunuyoruz:
İran’ın Suriye Stratejisi
Arap Baharı, Tunus’taki halk ayaklanmalarıyla 2010 yılında başladı. Mısır, Libya ve Yemen’in ardından 2011 yılının Mart ayında Suriye’de kendini gösterdi. Arap Baharı’nı izleyen dönemde bu ülkelerde belirsizliğin giderek artmasıyla kaostan beslenen terör örgütleri, kendilerine faaliyet alanı buldu. Bu durum, küresel ve bölgesel güçlerin, Ortadoğu’daki ateş coğrafyasıyla ilgili politikalarını belirledi. Bugünkü kaotik ortamın temeli 2000’li yıllara dayanmakta. ABD’nin demokrasi bahanesiyle 2003 yılındaki Irak işgali, bölgeye siyasi istikrarsızlık getirdi. Bu durum, yakın coğrafyamızdaki siyasî, etnik ve ideolojik kamplaşmayı daha da hissedilir kıldı. İran da bölgesel bir güç olarak mevcut siyasî istikrarsızlıkta kendisine alan açmak istedi. Nitekim IŞİD’in özellikle 2014-2016 yılları arasında Irak’ta etkin olmasıyla İran’ın buradaki etkinliği daha belirgin bir hal aldı. Bu etkinlik, işgal sonrası istikrarsızlığa düşen bir ülkenin; bölgesel ve küresel güçler tarafından etnik, dinî ve ideolojik olarak pay edilişinin en somut örneklerinden biri oldu.
İran ve ABD gibi ülkelerin bölgedeki varlığı kendilerine yeni manevra alanları açtı. Nitekim, ABD’nin, nükleer görüşmeler esnasında IŞİD’e karşı İran’la iş birliği olasılığından bahsetmesi, İran’ın Irak’taki nüfuzunu dikkate alması olarak değerlendirildi. İran tarafı, Batı’nın bu isteğinin başından beri farkındaydı. IŞİD’in bölgedeki varlığını, nükleer görüşmeler sırasında Batı’ya karşı elini güçlendiren bir argüman olarak kullandı. Bağdat’daki etki alanını geniş tutan Tahran; dinî, etnik ve ideolojik gayesi adına Bağdat kadar önemli bir başkent olan Şam’da da var olma mücadelesine girişti. Bu nedenle askerî, istihbarî ve hepsinden de önemlisi ideolojik anlamda Irak’taki varlığı tescillenen İran’ın kendisine göre “var olma” savaşı yürüttüğü diğer bir alan ise Suriye oldu.
‘DİRENİŞ EKSENİ’ SURİYE’DE
İran’ın Suriye’deki politikasına etki eden sürece kısaca değinmekte fayda var. Tahran, Tunus, Mısır ve Libya’daki halk hareketlerini “1979 İran Devrimi’’nin bölgedeki tezahürü” olarak değerlendirdi. Başlangıçta halk hareketlerini destekleyen Tahran yönetimi, olaylar Suriye’ye sıçradığında politik, etnik ve siyasî söylemleriyle öne çıktı. Suriye’de var oluşuna dinî amaçlar temelinde bir kutsiyet atfederek Esed rejiminin yanında yer alan Tahran, bu tarafgirliğini sağlam temeller üzerine oturtmaya çalıştı. Bunlardan birincisi, Esed’ın gitmesi halinde ülkedeki olası yönetimin, İran karşıtı olma ihtimali. Bunun için Nusayrî Esed, İran için hem ideolojik hem de yönetim biçimi olarak ideal bir isim. Direniş Ekseni, başta İran olmak üzere Hizbullah, Beşşar Esed ve Filistin’deki İran destekli birkaç grubun ideolojik savunma hattı olarak bilinmekte. Baskın görüşe göre, Esed’in yerine gelecek yönetimin Sünni olma ihtimali, İran’ın “Direniş Ekseni” söylemine uymuyor. Bu söylem, Tahran’ın bölgedeki politikalarını canlı tutması adına önemli. İran bu motivasyonla, bölgede söylem düzeyinden eylem düzeyine geçmiş vaziyette. Tahran, Irak’ta olduğu gibi askerî, istihbarî ve ideolojik hedeflerle Suriye’deki gelişmelerin tüm boyutlarında yer almakta. İkincisi ise Tahran’ın Suriye’deki federatif yapıya net bir şekilde karşı çıkması. İran iç siyaseti de Suriye’de olası bir federatif yapıyı tartışmaya kapalı. Bu durum, Tahran’ın kendi Kürt nüfusunu kontrol altına almak adına verdiği bir mesaj niteliğinde. Zira, Rusya’nın Suriye politikası çerçevesinde olası bir federatif yapıya sıcak bakması, Tahran’ı ciddi anlamda rahatsız edecek boyutlara ulaşmış durumda. Suriye Kürtleri’nin bu hareketliliğine İran Kürtleri’nin tepkisiz kalması düşünülemez. Bunun farkında olan Tahran tedbirini almış durumda.
İran, Suriye’deki savaşı, “Direniş Ekseni” ile hasımları arasındaki bir mücadele olarak görmekte. Tahran’ın alanda var olma isteği, Suriye rejimini her türlü imkânla savunmasıyla doruğa ulaşmış durumda. İran’ın bu desteği kendi imkânlarıyla sınırlı değil elbette. Vatandaşlık verme vaadine karşılık, Afganistan ve Pakistan’dan getirdiği grupları, İran’da eğittikten sonra Suriye’deki savaşa monte etmiş vaziyette. Lübnan Hizbullahı da Suriye ordusunun yanında savaşan bir güç olarak muhaliflerin eline geçen pek çok bölgenin geri alınmasında önemli rol oynadı. Bu yardımlar, Lübnan-Suriye sınırındaki Kuseyr, Yabrud ve Humus’un yanı sıra Halep’in Şii nüfuslu bazı bölgeleri ve Şam yakınlarında etkili oldu. Ayrıca İran’a göre, Hizbullah’ın etki alanı “Direniş Ekseni”nin genişlemesiyle birlikte Suriye’nin Filistin sınırından tüm ülkeye yayılmalı. İran, bölgedeki askerî varlığını saklamadı ve savaş süresince Suriye’ye olan desteğine devam etti. “Direniş Ekseni” olarak adlandırdığı savaş stratejisi kapsamında; gerek Rakka ve Deyr ez-Zor’da gerek Halep ve İdlib’de üstüne düşeni yapacağını belirtmekte. Hatta Tahran yönetimi, gerekirse cephedeki savaşçıların sayısının arttıracağını ve binlerce gönüllünün “mukaddes” olarak gördüğü savaşa katılmak için beklediğini iddia etmekte.
TAHRAN’IN ÇIKMAZLARI
Tahran’ın Suriye iç savaşındaki açmazları genel olarak birkaç husus ile tarif edilebilir. Bunlardan birincisi, Afganistan ve Pakistan’dan getirilen gönülsüz askerler. Ayrıca İran doğumlu olmalarına rağmen İran vatandaşlığına alınmayan Şii Afganların, savaşa gönüllü olarak katıldıkları hususunda da şüpheler mevcut. Zira bu kişilerin 500 dolar maaş ve İran’da ikamet izni karşılığında Suriye’de savaşa zorlandıkları bir gerçek. İran’ın bölgedeki diğer açmazı ise Rusya ile yaşadığı uyuşmazlıklar. Tahran’ın alandaki faaliyetlerini organize eden General Kasım Süleymanî’nin, önemli müttefiki Rusya’yı savaşa dâhil etmek için büyük çaba sarf ettiği biliniyor. Hatta Rusya’nın o dönem bölgedeki askerî operasyonlarının arkasında Kasım Süleymanî’nin olduğu iddia edildi. Bu kısmen doğru olsa da Rusya’nın bölgesel çıkarlarını sadece İran üzerinden okumadığı bir gerçek. Moskova, kısa vadede İran’la işbirliği içinde. Ancak uzun vadeli adımlarını Washington’un tutumuna göre belirlemekte. Tahran, Moskova’nın geleceğe dair planından rahatsız. Rusya’nın bölgedeki varlığı ideolojik aidiyetten öte stratejik amaçlara dayalı. ABD’nin bölgedeki askeri ve siyasi varlığına ortak olmanın peşinde olan Kremlin bu konuda başarılı. PYD konusundaki fikir ayrılıkları ve olası bir federatif yapı ise Moskova-Tahran hattında başlı başına gerilim nedenleri. İran’ın Suriye’deki varlığının en çok sorgulandığı nokta ise Esed’i koruma adına üst düzey komutanlarını bile kaybetmeyi göze alması. Bilindiği gibi, Devrim Muhafızları Ordusu’nun en büyük komutanlarından Tuğgeneral Hüseyin Hamedanî Suriye’de öldürüldü. Bu kayıp, İran’ın Esed’i yönetimde tutma gayretini ve Suriye’ye verdiği önemi gözler önüne serdi. Bir yandan üst düzey komutanlarıyla sahada olan İran, bir yandan da siyasî söylem olarak Suriye’de Esedsiz bir çözümün mümkün olmayacağı konusunda ısrarcı. Askeri kayıplar, İran’ın Suriye’deki varlığının, İran basını ve analistler tarafından daha yüksek sesle sorgulanmasını beraberinde getirdi. Zira iç politikada büyük ses getiren ölüm haberleri, İran’ın Suriye’deki varlığı ve Esed’e olan desteğinde ısrarcı olmasına yönelik eleştirilerin dozunu arttırmış vaziyette.
Muhafazakârların gözünde oldukça popüler olan generalin Suriye’de öldürülmesi, İran’ın bölgeye verdiği önemin yanı sıra bölgedeki askerî varlığının bir kez daha “sorgulanabilir” hale getirdi. Asimetrik savaş konusunda İran’ın en tecrübeli komutanlarından biri olan Hamedanî’nin başarısı sadece askeri alanla sınırlı değildi. Hamedanî, İran’ın eski Cumhurbaşkanlarından Muhammed Hatemî ile (1997-2005) dinî lider Ali Hamanei’nin arasındaki sorunu çözecek kadar etkindi. Bu nedenle Hamedanî’nin ölümü İran kamuoyunda büyük yankı uyandırdı ve Suriye politikasına dair muhalefeti güçlendirdi.
Askeri kayıplarının artarak devam etmesi, Suriye politikasının sorgulanmasına yol açsa da Tahran yönetimi, iç politikada özellikle basına yönelik daha sert tedbirler aldı. İran Basın Denetleme Kurulu, Hemedanî’yle ilgili bir haberde “şehit oldu” yerine “öldürüldü” ifadesini kullanan reformist bir gazeteyi kapatmakla tehdit etti. Bu durum, İranlı yöneticilerin Suriye politikalarındaki kararlılığını İran halkına ve basına anlatma gayreti olarak kayda geçti. Sonuç itibariyle, Suriye’deki iç savaş giderek karmaşık bir hal almakta. İran, askeri kayıplar ve içerdeki protestolara rağmen bölgedeki varlığını sürdürmeye devam edecek. Bu dönemde Moskova, askeri anlamda bölgeden çekilme eğiliminde olsa da hâlâ bölgedeki ana aktörlerden birisi. Moskova’nın askeri varlığını azaltması, etkinlik yelpazesini genişletmesi açısından Tahran’ın bölgesel politikalarına hizmet etmekte. Bu, Tahran açısından avantajlı bir durum gibi görünse de yakın gelecekte bölge, İran ve ABD’nin yeni bir çatışma alanına dönüşebilir. Öte yandan İran’ın etkinliği sadece Suriye ile sınırlı değil. Irak’taki protestoların genişlediği bir dönemde İran’ın nüfuz alanı daha da belirginleşecek. Zira bölgesel rakibi Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde ve Kuzey Irak’ta etki alanını genişletmesinden rahatsız olan Tahran, bölgesel krizlere daha aktif bir şekilde dahil olacak.