Suriye konusunda kafası en karışık olanlar herhalde Osmanlı sonrası bölgede oluşan boşluklu siyasete; ulusdevletçiklerle bölünmüşlüğe karşı çıkan kesim oldu. Daha açık ifadeyle söyleyecek olursak, bölgedeki yapay duvarların kalkmasını isteyenler, Türkiye'yi bölgeden koparan uluslararası dengelerin dayattığı bölünmüşlüğe karşı çıkanlar; İslamcılar...
Tunus'tan Mısır'a uzanan coğrafyada despot yönetimlere karşı ayaklanmaları özgürlük yolunda önlenemez devrim dalgası olarak selamlamakta gecikmeyenlerin Suriye konusunda kafaları karıştı iyice. Arap ayaklanmalarının içeriğini sorgulamadan devrimci coşkuya kendilerini kaptıranlar bu coşkuyu çok daha fazlasıyla hak eden Suriye'ye sıra gelince tereddüte düştüler. Arap baharının getireceği muhtemel ideolojik dönüşümleri sorgulamadan destek verenler, Şam'da stratejik kaygıların duvarına tosladıklarında durum değişti.
Suriye'ye ilişkin kafa karışıklığını açıklayacak anahtar kavram stratejik kaygılar olsa gerek. Çünkü Suriye ile daha önce hükümetin kurduğu ilişkiyi idealleştirenler her türlü siyasi ve ideolojik kaygıyı öteleyerek stratejik hesapları önceliyordu. Bir örneği Irak'ta hüküm süren Baas faşizminin Suriye koluyla kol kola girmekten hiç endişe duyulmaması bir açıdan anlaşılabilirdi. Çünkü Baas rejiminin özellikleri, halkına karşı despotik uygulamaları bir yana, iki halkın buluşması anlamında sınırların esnetilmesine kimse karşı çıkamazdı. Ne var ki, stratejik öncelikli bu yakınlaşma idealize edilerek, Baas rejiminin ideolojik temelleri ve 40 yıllık uygulamaları bir anda görmezden gelindi, hatta unutuldu!
Arap baharı denilen ayaklanmalarda, İslamcıları alternatif olmaktan çıkararak sisteme müşteri haline getiren dönüşümü sorgulamaktan uzak bakış açısının karşına bu kez stratejik kaygılarla örülmüş duvar çıktı. Ortadoğu açılımına stratejik temelli yaklaşanlar için siyasi, kültürel gerekçeler geri planda kalmıştı.
Suriye'de olaylar çıktığında stratejik gerekçeler devreye girecek ve Esad'la kurulan stratejik temelli romantik ittifakın büyüsü bozulacaktı.
Suriye'deki gelişmeler bağlamında gelinen noktada; sadece Türkiye açısından değil bölge dengeleri, küresel hesaplaşmalar, özellikle de İsrail faktörü ve iç dengeler açısından da mezhep faktörü dahil olmak üzere çok değişik unsurların devreye girdiği bir manzara ile karşı karşıyayız.
1- Suriye İran açısından vazgeçilmez stratejik öneme sahiptir. Suriye'nin düşmesi İran için bölgesel zeminin kaybı ve adeta bir kolunun kaybedilmesi anlamına gelir.
2- Türkiye'nin Suriye ile yakınlaşması ve bu ülkeyi Batı ile entegre etme çabaları da İran için stratejik kayıp olacaktı. Bu nedenle sadece ayaklanma ile ortaya çıkmış bir kaygı değildir.
3- Muhtemeldir ki Suriye'yi kaybeden bir İran, Lübnan ve Hizbullah üzerinden son kozlarını oynamak isteyecektir.
4- Suriye'de ayaklanmalara karşı çıkanlar İsrail'in elinin güçleneceği tezini işlemektedir.
5- Aynı zamanda Suriye'deki Baasçı rejime karşı ayaklanmanın mezhep savaşını kışkırtacağı argümanı da sıklıkla öne sürülmekte ve dolayısıyla mevcut statükonun devamından yana dolaylı da olsa tavır sergilenmektedir.
6- Üç ayı aşkın süredir devam eden ve her gün onlarca insanın katline neden olan muhalefet gösterilerinin dış müdahaleye davetiye çıkarmasından endişe ederek statükonun bozulmasına karşı çıkmaktadırlar.
Tüm bu farklı tavır alışlara ve argümanlara karşı şu hususların göz önüne alınması gerektiğini düşünüyorum.
- Suriye'deki rejimin özellikleri göz ardı edilerek yapılacak her tür değerlendirme dün olduğu gibi bugün de yanıltıcı olmaya mahkûmdur. Hiçbir stratejik kaygı Baasçıların 40 yıllık baskı rejimini meşrulaştırmayacağı gibi bizim de Esad rejiminin yanında olmamıza gerekçe oluşturamaz.
- Aynı şekilde muhalefet üzerinde yapılacak ideolojik operasyonla liberal müdahaleciliğin kapısı aralanmamalıdır. Suriye'ye yapılacak bir dış müdahale Baas rejimini daha da güçlendirecek, muhalefeti Batının kucağına atacaktır.
- Baas rejimine karşı çıkarken hiçbir zaman mezhep çatışmasına neden olacak bir dil kullanılmamalı; dış müdahale ile başlayan Irak'taki mezhep çatışması buraya sirayet etmemelidir.
- Baas rejiminin en büyük kozu; İsrail'e karşı cephe olduğu ve İran'la beraber emperyalizme karşı bir savunma hattı oluşturduğu iddiasıdır. Bu iddia Baas rejimini ayakta tutan, ona meşruiyet sağlayan taktik bir tutumdan öte bir anlam taşımamaktadır.
- Suriye'nin düşmesi durumunda İran'ın kendini doğrudan dış müdahaleye açık hissedeceği çok bellidir. Bu nedenle dış müdahaleye meydan vermeden Suriye'de rejimin dönüşümü konusunda İran'ın stratejik aklı devreye sokması, mezhep çatışması ihtimalini de önleyecektir.
- Son olarak Suriye'ye girecek Türk askerine alkış tutulacağı safsatasıyla heyecana gelen muhafazakar kitlenin aklını başına alması önerilir.
Dış müdahaleye karşı çıkarken Baas rejimini savunmak; despotizme karşı çıkmakla muhalefeti Batının ideolojik ajanı haline getirmek arasındaki ince çizgiyi korumak zorundayız. Her şeyi stratejik hesaba indirgemeyen kültürel ve insani derinliği gözetmek zorundayız.
YENİ ŞAFAK