Suriye’de savaşın iki yüzü

Merve Şebnem Oruç

Suriye’de iki günün ardından İstanbul’a dönüş yolundayım. Hatay’da uçak havalanırken deli gibi yağmur var. Aklım iki gün önce ziyaret ettiğim kamplarda. Bu yağmurda zeytin ağaçlarının altına kurulmuş o çadırlar ne halde? Daha bunun kara kışı var.

İki yıl böyle geçmiş. Suriye'de ölenlerin sayılardan başka bir şey ifade etmemesi gibi, yardıma muhtaç, evinden olmuş 10 milyondan fazla insanın yaşadığı ızdırap da artık kimsenin umurunda değil. Sınırın 5 km dışındaki Atme’de ilk kampta sadece 35 bin kadar sığınmacı, civarda totalde 150 bin savaştan kaçan insan var. Bombalardan, Şebbihalardan, ordudan kaçan ve Hama, İdlib, Humus, Halep çeşitli bölgelerden gelen onbinlerce insanın sadece 300 bin’i Azez, Atme civarında. Şartları tarif etmenin imkânı yok. Buradaki hayat, Cennet ve Cehennem arasında yaşamak, Araf’ta beklemek gibi bir şey.

Kızılay, İHH İnsani Yardım Vakfı gibi kuruluşlar buraya yardım göndererek insaniyet namına hizmet vermeye devam ediyor. BM, çadır da değil, çadırların üzerine branda göndermiş üzerinde ‘BM’ yazan. Reklamı iyi boş içerik yukarıdan baktığınızda değil, içeriden baktığınızda görünüyor.

BM’nin nereye ne yardımı yaptığını ne Antep’te ne Kilis’te ne Hatay’da ne de sınırın öteki tarafında göremedim. Nasıl oluyor bu, anlayamadım. Örneğin BM nasıl Yermük’e yardım gönderemiyor da İHH bunu yapabiliyor? İHH’nın sadece Reyhanlı’daki fırınında günde 170 bin ekmek üretiliyor ve Suriye’ye gönderiliyor. Barınma, gıda, sağlık, eğitim yardımları ve maddi yardımla buradaki insanlara yardım etmeye çalışan İHH Koordinasyon Merkezi’nden her gün Suriye’ye TIR çıkıyor, ayda 800 bin-1 milyon insana yardım gidiyor, bir organizasyon olduğunda bu sayı 4-5 milyonu bulabiliyor. Hama, Humus, İdlib, Lazkiye, Şam ve Deraa’ya kadar yardım taşınıyor.

Suriye’de hayatta kalmaya çalışmak bir rutin, savaşın içinde hayatta kalmaya çalışırken yaşamaksa bir yaşam biçimi olmuş. Kocasını, karısını, babasını, anasını, kardeşini kaybetmeyen yok gibi bir şey. Bir olay anlatılırken cümlenin içinde ton değişmeden ‘Vuruldular. Onları gömdük, yola devam ettik,’ diye bir cümle geçebiliyor ve bu anlatılanın sadece bir detayı olabiliyor. Ölüm normal, kan normal, daha fazla ölüm daha fazla kan normal. ‘Pişman mısın, dört sene önceye dönmek ister misin?’ diye sorduğunda, IŞİD’i gösterip Esad'a razı etmeye çalışan dünyaya inat tek bir şey söylüyorlar: 'Allah'ın takdiri bu. Ya Beşar ölecek ya biz.’ Böyle bir imtihanda isyan etmeden ve vazgeçmeden bu kadar uzun süre dayanabilmek... Biz yapabilir miydik? Açıkçası sanmıyorum.

Türkiye ile savaş arasında neredeyse bir tampon vazifesi gören, sayısı 1.8 milyonu bulan sığınmacıların dışında yeni bir dalgayı engelleyen kampları ve yardım gönüllülerini geride bırakıp şehirleri geziyorum yolculuğumun ikinci kısmında.. Rejimin elinden kurtarılmış, kurtarılırken canını feda etmiş insanların hayaletlerinin dolaştığı şehirleri. İdlib'e doğru 30-40 km yol yapıp örneğin Teftenaz’a kadar geldiğinizde her yerde savaşın izlerini, bombalanmış evleri, sokakları, mermi deliklerinden geçilmeyen duvarları görüyorsunuz. Sorduğunuzda anlattıkları şeyler, parçalanmış cesetler, tasvir ettikleri sahneler, Çanakkale Savaşı’ndan değil ama onun kadar değerli bir başka mücadeleden.

Akdeniz’e doğru yol alıp Keseb’e doğru ilerleyip birkaç km’ye kadar yaklaştığınızda savaşın sert yüzünü görmeye devam ederken diğer ihtiyaçları kendiniz de farketmeye başlıyorsunuz. Güven mesela, en çok aranan. Birlik mesela. Ve en önemlisi silah... Kendilerine karşı bombalarla savaşan rejime karşı yetecek olanın misliyle cesaret var, yetecek kadar adam var ama bu savaşı bitirmeye yetecek silah yok. Ve emin olun, Batı’ya hiç ihtiyaçları yok. Yorgunluk onların da yüzünde. Ama çaresiz değiller, umutsuz da değiller. Bugün değil belki ama yarın olacak olanı biliyor ve eminler. Kamplardakinin aynısını orada da duyuyorsunuz: ‘Allah'ın takdiri bu. Ya Beşar ölecek ya biz.’

Suriye içinde yaptığım 300 km’lik yolculuğun özeti şu aslında: “Yıkılsın bu düzen” diye çıkılan yolda yıkılmış aslında düzen, kalmamış hiçbir düzen. O topraklara bir daha Beşar’ın hükmetmesinin imkânı yok. Geriye kalan tek şey son tekmeyi atmak. Onun ardından başlayacak yeni düzenin inşası.

YENİ ŞAFAK